Bu defa siren, onların babaları, oğulları, kardeşleri, kocaları için çaldı. Eminim, sireni duydukları anda bir yumruk oturdu göğüslerine... Yalın ayak fırlarken evlerinden, "Ne olur, benimki olmasın" diye dua ettiler içlerinden ve bir yandan da utandılar bu bencilce yakarıştan.
Bu ne büyük acıdır ya Rabbi...
Yerin yedi kat dibinde, ağzındaki maskenin seni ancak 45 dakika yaşatabileceğini bilerek beklemek ya da yerin üstünde, oğlunun ya da kocanın bir yudum soluk için çırpındığını bilerek beklemek...
Hangisi daha kötüdür acaba diye çok düşünmüşümdür.
İnsanlık dışı bir iş
Hiçbir insan kömür madenlerinde çalışmamalı. Maden işçiliği insanlık dışı bir iş olarak kabul edilmeli ve tıpkı köleliğin ya da angaryanın yasaklandığı gibi yasaklanmalı.
Ben 1978'de, Zonguldak Üzülmez'deki o maden ocağına indiğim gün buna kesinlikle kani oldum.
Bindiğimiz asansör karanlık kuyuya doğru inmeye başladığı anda çöktü o sıkıntı yüreğime. Kömür vagonlarının raylar üzerinde ilerlediği geniş tünellerden ayrılıp nemin arttığı ve havanın azaldığı dar tünellere doğru saptıkça içimdeki sıkıntı da büyüdü. Sonunda kazmacıların iki büklüm çalıştığı en uç noktaya, ayaklara vardığımızda, "Yok" dedim, "Bu iş insana göre bir iş değil."
O zamandan beri de fikrim değişmedi: Hiçbir insan bu işkenceyi yaşamamalı. Teknoloji, kömür madenlerinde robotların çalıştığı noktaya ulaşana kadar da o lanet olası kömürler orada, dağların altında beklemeli. Belki de sonsuza kadar orada kalmalı; uygarlığımızı fosil yakıtla döndürme irrasyonelliği artık son bulmalı!
Kuşaklar boyu yaşanan bir işkence
Deniyor ki, ileri Batı ülkelerinde artık böyle kazalar olmuyor.
Deniyor ki, taşerona verilmeyip devlet işletseydi böyle olmazdı...
Hiçbiri doğru değil...
Evet, daha az ama Batılı ülkelerde de hâlâ maden kazaları oluyor. Ayrıca, devlet işlettiği zaman da oluyordu.
Ama zaten mesele sadece ölmek değil. Her gün binlerce insan birçok sebepten ölüyor. Mesele, her gün ölüp ölüp dirilerek yaşamak...
Onlar sadece bir kere ölmüyor. Her sabah evden çıkarken çocuklarına belki bir daha göremem diye bakıyor; eşleriyle helalleşerek gidiyorlar işlerine. Her gün o asansöre binerken, belki de bu gün ışığını son görüşümdür diye bakıyorlar gökyüzüne. Kadınlar dul kalmadıkları her günü kâr sayarak yaşıyor. Kocaları emekli olduğunda da onun yerine geçen oğullarından kara bir haber gelirse korkusu cehenneme çeviriyor hayatlarını. İşte insanlık dışı olan bu... Çalışma denen şeyin ölümle köşe kapmaca oynamak haline gelmesi kabul edilemez olan...
Artık onları azat etmeli, kuşaklardır yaşadıkları bu işkenceye bir son vermeliyiz. Onlara başka geçim kapıları, ekmek parası için canlarını ortaya koymak zorunda kalmayacakları başka işler yaratmalıyız.
Özal kafa yormuştu
Bilenler bilir, Turgut Özal 90'lı yılların başında Zonguldak'taki madenlerin kapatılmasını gündeme getirmişti. Türkiye Kömür İşletmesi zaten büyük zarar ediyordu. Öyle ki, devlet bütün işçilerin maaşlarını yıllarca evlerine yollayıp madenleri kapatsa daha kârlı çıkacaktı. Tabii bu geçici bir çözümdü. Orta vade için de birtakım projeler geliştirilmişti. Bölge için alternatif ekonomik faaliyet alanlarının, yeni geçim kaynaklarının yaratılması düşünülüyordu. "Somon çiftlikleri kuralım"deniyordu mesela. Somon olmazdı da başka bir şey olurdu. Önemli olan, ana fikirde anlaşmaktı. Ama tartışılmadı bile. En başta sendikalar karşı çıktı. Özal'ın iyi niyetli çabası "Çankaya'nın şişmanı-işçi düşmanı" sloganıyla bastırıldı ve işçiler kurbanlık koyun gibi madenlere inmeye devam ettiler.
Bugün, tarihimizin en büyük maden kazasıyla karşı karşıyayız ama değişen bir şey yok. Mevcut paradigmanın dışında düşünmeye çalışan kimse yok etrafta. Gürültücü bir azınlık sebep veya sorumlular daha ortaya çıkmamışken hesap kesme peşine düşmüş. Büyük bir facia küçücük bir siyasi hesabın aracı haline getirilmiş utanmazca kullanılıyor.
Ve bu duyarsızlık, bu fırsatçılık benim midemi bulandırıyor.
Bugün