Darbeye teşebbüs edenlerin ideolojisi ve hayat tarzı birbirinden ne kadar farklı olursa olsun özde karakterleri ve suçları aynıdır: Korkaktırlar, işledikleri cürümleri inkâr ederler çünkü halka karşı silah çekmişler, halkın üzerine tank sürmüşlerdir. Sadece 15 Temmuz darbesine iştirak eden askerler, siyasiler, yargı mensupları, gazeteciler, akademisyenler değil 28 Şubat darbe sürecine iştirak eden askerler, siyasiler, yargı mensupları, gazeteciler, akademisyenler de inkâr ediyorlar suçlarını. Mahkeme salonlarının dünün halka karşı kudretli, hukuka karşı buyurgan komutanları tarafından nasıl bir çadır tiyatrosuna döndürüldüğünü hep birlikte izledik.
Hatırlayacak olursak Kenan Evren’le birlikte yargılanan 12 Eylül generalleri de en saçma ve ahlaksızca tevillere girişerek suçlarını inkâra yeltenmişlerdi. Eğer bir fırsat yakalanıp mahkeme salonuna getirilebilseydiler, bir biçimde sanık sandalyesine oturtulabilseydiler 12 Mart’ı, 27 Mayıs’ı tertipleyen cuntacılar da muhtemelen 28 Şubat ve 15 Temmuz darbecileri gibi bunamış rolleri yapacaklar, suçlarını inkâra yelteneceklerdi. 22 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963’te iki askeri darbe girişimi akamete uğrayan Albay Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan gibi idamı göze alarak “evet ben bir darbeciyim, darbe yapmak için cunta kurdum” diye ifade verebilecek tutarlı bir kimse çıkmaz herhalde bu ordu, siyaset ve bürokrasinin içinden.
Şikâyet Bol, Hukuki Takip Yok
Şikâyet etmeyi daha doğrusu yakınmayı, sızlanmayı seven bir toplumuz. Bireysel ve ailevi sorunlarda olduğu gibi toplumsal-siyasal ve ahlaki-hukuki sorunlarda da bolca şikâyetler ediyoruz, yakınıp sızlanıyoruz. Ancak sorunun köklerini sorgulamak, failleriyle hesaplaşmak noktasında bir tembellik, bir ertelemecilik hatta sapkın ve yıkıcı bir kadere teslimiyet anlayışı bütün hayatımıza yön veriyor. 28 Şubat’ın ideolojisi, kadro ve kurumları üzerine kapsamlı ve derin bir biçimde tartışmadan tek tek bazı olayları hatırlatıp durmanın son derece yüzeysel ve basit bir pansuman işlevi gördüğünü ifade edelim. 28 Şubat süreci çok boyutlu bir saldırıydı ve toplumsal yapıda derin travmatik hasarlar oluşturdu.
Siyasal, ekonomik, bürokratik, kültürel, eğitim hayatına dair tertiplenen tipik Kemalist bir kuşatma ve saldırıydı 28 Şubat. 28 Şubat’ı Kemalist darbe süreçlerinin doğal ve zaruri bir silsilesi içerisinde görmemek, göstermemek için sarf edilen çabalar ahmaklıktan çok çok öteye anlamlar taşır. Hele hele muhafazakâr-demokrat cepheye sirayet eden “28 Şubatçılara karşıyız ancak Gazi Mustafa Kemal’e bağlıyız” veya “Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık yoluna herkesten çok biz hizmet ederiz” tarzı söylemler takıyye ve reel politik adına düpedüz kendini inkâr etmektir. Oysa bu inkâr ne Kemalist ideolojiyi yumuşatır, ne darbe heveslisi Kemalist kadroları hukuka saygılı bir çizgiye çeker ne de toplumun temel hak ve özgürlüklerini teminat altına almaya yarar. Bırakın hukuki açıdan mevcut kanunlar açısından dahi kabul edilemez bir biçimde sonuçlanan 28 Şubat davasını birkaç küçük kazanımı ifade ediyor olsa da esasında çok daha büyük kayıpları işaretlemektedir.
Brifingler Hobi, Muhtıralar Tavsiye
Hala kamuoyu farkında değil ama bir bütün olarak darbecilik, cuntacılık bütün bileşenleriyle yargılanamadı. Görülen dava en dar haliyle Batı Çalışma Grubu davasıydı ve ağırlaştırılmış müebbed cezası alanlar dâhil bu davanın hiçbir tutuklusu yok. Bu mudur hukukun hesap sorması? Böyle midir askeri darbelerle ve cuntacılarla mücadele yöntemi? En küçük bir şiddet olayı tespit edilememişken sadece Hilafet istemine bağlı olarak oluşturulan Hizbut Tahrir davasında bile onlarca insan terör örgütü üyeliği ve yöneticiliği suçlamasıyla yıllardır cezaevinde tutuluyor. Mahkemelerin böyle işlediği bir ülkede kimi mantıksız kimi bağlamından koparılıp servis edilmiş konuşmaları dolayısıyla Alparslan Kuytul ve çevresinin cezalandırılmasındaki aşırı tuhaflıkları konuşmaya bile hacet kalmıyor tabii ki.
Topyekûn Savaş kime karşı ilan edildi? 28 Şubat’ı bin yıl sürdürecek olanlar kimdi? Meşru hükümete karşı gerekirse silah bile kullanacak olanlar hangi ordunun subaylarıydı? Genç Subaylar Tedirgin olunca ülkenin başına hangi belaları açarlardı? MGK’nın tavsiye kararlarına uymayan hükümetin çekilmesi hangi kanunda yazıyordu? Tankları Sincan’a laiklik uyarısı yapması için çıkaran ordu TSK değil miydi? Bu gibi soruların cevabını bulmak üzere yeterince hassas değiliz, gereğince mesai harcamıyoruz ve dahası cesaret ve feraset eksikliğimiz var.
28 Şubat ve Balyoz sürecinin en başat isimlerinden Org. Çetin Doğan’ın dün BBC Türkçe’ye verdiği mülakatı iyice okumakta fayda var. Çetin bey güzel bir masal gibi anlatmış 28 Şubat sürecini. Adeta mazide kalan çok hoş bir dönemin merhametli prensi olarak takdim ediyor kendini ve ekibini. Sadece siyasete değil yargıya, üniversitelere, medyaya da asla müdahale anlamına gelebilecek bir harekette bulunmadıklarını ifade ediyor. Merhum Erbakan’ı nezaketli, centilmen, çağdaş ve milli bir isim olarak saygıyla anıyor gibi yaparken AKP’yi gayrı-milli misyonun temsilcisi olarak tescilleyecek fırsatı kaçırmıyor elbette. Çetin bey diğer arkadaşları gibi hiç bir şeyden pişman değil tabii ki. Zaten neden pişman olsunlar bir hokus-pokusla bütün darbe davaları Fetö kumpasına indirgendi ve hiçbir ciddi yargılama yapılmadan davalar çökertildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade ettiği üzere “Bu ülkenin tarihindeki her darbe, her cunta, her vesayet girişiminin bizatihi kendisi bir beka sorunudur.” Ancak 28 Şubat ile 15 Temmuz arasında, Mustafa Kemal’in Askerleri veya Fethullah’ın Fedaileri tarafından girişilen darbeler arasında hiçbir fark gözetmemek şartıyla. Darbeler, cuntalar ve vesayet sistemi Anayasa’nın değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk dört maddesi ve teamüllere yaslanmaktadır.
Siz ne anlam yüklerseniz yükleyin, Kemalizm her durumda bir ihtilal kanunu ve teamülü üzerine işlemektedir. Onların şimdilerde bunamış gibi hareket etmesinin bir anlamı var lakin bizim hesap soruyormuş gibi rol keserek bürokratik oligarşiyi çökertebilmemize imkân yok. Şunu akıldan çıkarmayalım: Konjonktüre endekslenmiş siyaset, askeri vesayetin ne hukuk düşmanı ideolojisini teşhir edebilir ne de kadrolarının birer kahraman gibi ortalıkta poz vererek boy göstermesini engelleyebilir.
Ne bankalar ve KİT’ler üzerinde ülkeyi soyup soğana çevirenlere ne ikna odaları kurup psikolojik işkenceleri üniversitelere taşıyanlara hesap sorduk. Darbeye zemin hazırlamak üzere sokaklara salınan sivil makyajlı cunta uzantısı dernek, parti ve sendikalara hiç ilişmedik bile. Post-modern darbenin sahip ve temsilcilerini sandığa gömdük, uygulanma zeminini ortadan kaldırdık ama pusuda yeni bir fırsat kolladıklarını unutmayalım hiç değilse.
Yeni Akit