CHP'li medya telâşta. Nasıl telâşta olmasınlar? Aylar öncesinden başlayarak kendilerine “CHP'li medya” diye takıldığımızda işitmezden gelebilirken, şimdi bu sıfatın üzerlerine yapışacağından endişeliler. Endişelerinde haklılar: Suçüstü yakalandılar çünkü...
“Ne yapalım” çaresizliği sergilemelerine bakmayın, ne yapmaları gerektiğini en az bizim kadar kendileri de biliyor. Önder Sav'la ilgili 'dinleme' iddiası ortaya ilk atıldığında, bunun gerçeklere dayalı bir iddia mı, yoksa dince kutsal değerleri ve dindarları aşağılarken kameralara yakalanmış bir parti büyüğünü korumak için ortaya atılan bir sis bombası mı olduğu kuşkusunu duymaları gerekirdi. En azından bu kadar bir kuşku duymalıydılar. Onlar ne yaptılar? Doğal bir gazetecilik ihtiyatı sergilemek yerine CHP'den yapılan açıklamaları sayfalarına ve köşelerine taşıdılar.
“CHP medyası” olmak böyle bir şey işte...
Önder Sav'a ön ismiyle hitap edecek, günde on kez arasa on kez ulaşacak kadar yakın meslektaşlar var aramızda; bunlardan birinin bile “Telefonunun görüşme kaydına bakabilir miyim?” diye sormaması, sorduysa sonucu bizlerin de merakımızı giderecek biçimde kamuoyuyla paylaşmaması nasıl bir duygu acaba? Cep telefonlarının yapılan bütün görüşmeleri ve kaç dakika sürdüğünü kayıtta tutma özelliği var çünkü.
Suçüstü yakalanmaları Türkiye'de nispeten tek seslilikten uzak bir medya düzeninin varlığı sayesindedir.
27 Mayıs öncesinin yaygaralarını hatırlayınız: “Celal Bayar'ın bankada 103 milyonu var” diye yazmışlardı... Utanmadılar işi çok daha vahim bir noktaya taşıdılar: “Gösteriler sırasında ölen Harp Okulu öğrencileri kıyma makinelerinden geçirildi ve bu şekilde ortadan kaldırılan cesetleri asfalta karıştırılarak kullanıldı...”
27 Mayıs 1960 öncesinde de gazetecilik yapan 60 yıllık gazeteci Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi o günleri hatırlayınca, “Bunun da tamamen yalan olduğu iş işten geçtikten sonra anlaşıldı” itirafında bulunuyor. (Halit Eserdir, Babıali'nin Meşhurları, s. 28).
İktidarın ve polisin herkesi dinlediği tezine kanıt olsun diye, muhalefetin bir bölümünün 'Korku Devleti' yaygaraları eşliğinde Önder Sav'ın konuşmalarının dinlendiği yalanına sarılmak ile DP iktidarının Harp Okulu öğrencilerini kıyma makinelerinden geçirdiği yavesi arasında niteliksel bir fark yok. Tek fark, “CHP'li medya” sıfatını taşımaya lâyık gazeteler ile TV kanallarının karşısına dikilecek, yalanlarını yüzlerine vuracak basın-yayın organları bulunması bugün...
Basının olağanüstü durumlara zemin hazırlama işlevinden habersiz birileri olabilir, ama şimdilerde kendilerinden “CHP'li basın” sözü edildiğinde kaçacak delik arayanlara bu konuda cehalet yakışmıyor. Bu sebeple itibar edecekleri iki ismin kendi gazetelerinde yer alan açıklamalarına birlikte bakmakta yarar var.
Önce şu satırları okuyalım: “Dünyada basın için 'beş büyük kuvvetten biri, dördüncü kuvvettir' denir. Bu söz Türkiye için geçerli değildir... Hâkimiyet elbette kayıtsız şartsız milletindir... O başka... Ama birinci kuvvet Türkiye'de ordu mu? Hayır. Basındır. İkincisi ordudur. Çünkü orduyu ihtilallere basın hazırlar. (..) Milli Birlik Komitesi üyesi Orhan Erkanlı'nın bir sözü vardı: 'Bizi Akis dergisiyle, Ulus gazetesi mahvetti' derdi. Akis'le Ulus'u okuya okuya sonunda ihtilal yapmışlar.”
Yukarıdaki görüşler 3 ve 4 Mayıs 1988 tarihli Hürriyet gazetesinde yer aldı. 40. kuruluş yıldönümü vesilesiyle kendi gazetesinin yazarı Emin Çölaşan'a konuşan Hürriyet'in patronu Erol Simavi'ye ait bu görüşler. Bu tanıklara ve tanıklıklarına itiraz edecek CHP'li bir medya organı veya yazar var mı acaba?
Bugün Akis ve Ulus yok, daha renklileri onların yerini aldı.
Türkiye bu kargaşada partizanlığını bugüne kadar gizlemeyi başarmış medyanın gerçek kimliğiyle yüzleşiyor. İyi de oluyor. CHP Genel Sekreteri Önder Sav'ın telefonu bu işe yaradı işte.
Yeni Şafak gazetesi