Gökhan Ergöçün / Haksöz Haber
15 Temmuz 2016 gecesi içinde bulunduğum nesil muhtemelen ilk kez bir darbeye bu kadar yakından tanık oldu. Her ne kadar püskürtülmüş, çöplüğe atılmış olsa da televizyonlara bakan gözlerimiz, rengi atmış bir sıfattan okunan o darbe bildirisine şahit oldu. Soğuk namlular halka çevrildiğinde, kimse “Mehmet”inden beklemiyordu böylesi alçaklık, böylesi hıyanet!
Bununla birlikte, abi ve abla olarak andığımız nesiller de ilk defa bir direniş gördüler yakın coğrafyamız dahilinde. Miskin, uyuşuk sayılan; defaatle horlanan; ibretlik ithamlara muhatap kılınan; sürü psikolojisi ile anılan; cahil, aymaz, kara yobaz halk, cansiperane bir şekilde attı kendini sokaklara atabildiği en hızlı şekilde. Başta ihanet şebekesini şaşırtarak ve bütün dünyanın büyüyen gözleri önünde büyük bir cevvaliyet içinde her türlü silaha karşı direndi halk.
Ağıtlara uyanan bir sabahı beklerken ihanet, marşlar yazdık biz geceden. Dopdolu, zengin kafiyelerle alevlendik, çığır açtık rediflerle dolu uyuşuk tarihte. Mısralar doldurduk heybemize, Halil dedik, Mustafa dedik adına, Yasin oldu adı, Uhud oldu; güncemize direniş kızılırenkler kattı. Oklavaların, budaklı odunların, göğüs kafeslerinin, imanlı ağabey ve ablaların, tezgâhtan bozma barikatın, egzoza direnen esvabın tanka galebe çalmasıdır bu direniş. Bir nidadır gecenin karanlığında çınlayıp duran, halkın avazıdır duyulmakta olan.