Önce kışkırt, sonra sükûnet çağrısıyla işin içinden sıyrılmaya çalış!

Yasin Aktay, Altındağ’da Suriyeli muhacirlere yönelik işlenen Vandallığı değerlendirdiği yazısında, bunun arkasındaki kışkırtıcı siyasetçilerin sükûnet çağrılarına dikkati çekerek bu sorumsuzluğun telafisinin bu kadar basit olmaması gerektiğini söylüyor.

Ankara Altındağ’da yaşanan utanç verici hadiseyi değerlendiren Yasin Aktay, başından bu yana iftira ve yalanlarla kamuoyunu sığınmacılara karşı kışkırtmaktan geri kalmayanların rolüne dikkat çekerek “Maalesef hiçbir rasyonalitesi, hukuki ve sosyolojik temeli olmayan ifadelerle başlatılan tartışmalar siyasilerin dilinde kısa süre içinde tehlikeli bir sığınmacı düşmanlığına dönüşebiliyor. Bu düşmanlığın neticede varıp ortaya çıkardığı görüntüyü kim sahiplenebilir? Küçücük bir çocuğun kanlar içinde kalmış o yüzüne kim bakıp yaptığını marifetmiş gibi savunabilir? Orada aklını, şuurunu, izanını kaybetmiş ellerindeki taşları birbirlerinin kalabalığından aldıkları cesaretle savunmasız, kendilerine hiçbir karşılık veremeyecek, çoluk çocuğa fırlatan vandallarla kendini kim bir tutabilir?.. Böyle işte ey ırkçı-sorumsuz siyasetçi! Kışkırtırsın, sonra kışkırttıklarının yaptıklarını bile sahiplenmezsin, yapılanlara karşı öyle sus pus olursun. Sonra utanmadan sükûnet çağrısı yaparak işin içinden sıyrılacağını sanırsın.” diyor.

Yasin Aktay’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısı (16 Ağustos 2021) şöyle:

MİLLİ HARİCİLER GÖRÜNÜMÜNDE TÜRK DÜŞMANLARI

Göçmenlere karşı son zamanlarda özellikle bazı siyasi figürler tarafından tırmandırılan gerilimin ulaşabileceği korkunç boyutlara dair Altındağ’da geçtiğimiz hafta yaşananlar yeterince uyarıcı olmuş olmalı.

Maalesef hiçbir rasyonalitesi, hukuki ve sosyolojik temeli olmayan ifadelerle başlatılan tartışmalar siyasilerin dilinde kısa süre içinde tehlikeli bir sığınmacı düşmanlığına dönüşebiliyor. Bu düşmanlığın neticede varıp ortaya çıkardığı görüntüyü kim sahiplenebilir? Küçücük bir çocuğun kanlar içinde kalmış o yüzüne kim bakıp yaptığını marifetmiş gibi savunabilir? Orada aklını, şuurunu, izanını kaybetmiş ellerindeki taşları birbirlerinin kalabalığından aldıkları cesaretle savunmasız, kendilerine hiçbir karşılık veremeyecek, çoluk çocuğa fırlatan vandallarla kendini kim bir tutabilir?

Böyle işte ey ırkçı-sorumsuz siyasetçi! Kışkırtırsın, sonra kışkırttıklarının yaptıklarını bile sahiplenmezsin, yapılanlara karşı öyle sus pus olursun. Sonra utanmadan sükûnet çağrısı yaparak işin içinden sıyrılacağını sanırsın.

Bir siyasi partinin lideri o kadarlık bir şey söylediğinde bunun toplumdaki karşılığının çok daha ileri boyutlara varabileceğini hesaba katmalı. Bunun sorumluluğunu duymadan bir insan grubunu hedef gösteren açıklamaların toplumda yol açacağı tek şey halkın bir kesiminin başka bir kesimine düşman edilmesinde başka bir şey olmaz.

Hatırlarsak, son zamanlarda tırmanmış olan sığınmacı ve göçmen tartışması Kılıçdaroğlu’nun iktidara geldiğinde Suriyelileri göndereceğini ilan etmesiyle başladı. Onun bu açıklaması ülkeyi bu noktaya getirdi, kabul edelim ki bir gündem belirlemiş oldu.

Bu noktada Kılıçdaroğlu’nun Suriyelileri gönderirken kullanacağı aparatın davul zurna olacağını söylemesinin ne önemi var? Onun sözleriyle kışkırtılarak harekete geçen kitlelerin sözlerinden sadece “gönderme” kısmını anlayacağı ve bu esnada kullanacakları aparatın vandal bir şiddet, taş, sopa ve insan yakma olacağını öngörmesi gerekmez mi? Böyle bir zeminde davul ve zurnanın Kılıçdaroğlu’nun ağzında durduğu gibi durmayacağı, hayvanca bir linçe dönüşmesinin mukadder olacağı besbelli değil mi?

Ne yazık ki bir kişinin bir kişiyi öldürmesi, suçların bireyselliği çerçevesinde ve Türkiye’de hergün emsaline rastlanan cinsten bir olayken bu bolca gaz verilmiş atmosferde öldürenin bir kişi yerine bir “Suriyeli”, öldürülenin de yine bir kişi olmak yerine bir “Türk” vasfının öne çıkarılması bir sosyal patlamaya tehlikeli bir kıvılcım oluşturdu.

Bu kıvılcımı yakmak için o gün olay yerinde kadrolu sığınmacı-Suriyeli düşmanı siyasetçilerin sabahtan akşama kadar yaptıkları kışkırtmalar kayda geçmiştir. Bu olaydaki rolleri bazı HDP’li siyasilerin 6-8 Ekim olaylarındakinden çok daha beter. Halkın bir kısmını başka bir kısmına karşı kin ve nefret duygularını tahrik ederek kışkırtmanın karşılığı olmalı. Üstelik bunu yaparken özellikle ülkenin milli duygularını suiistimal etmenin ayrı bir cezası olmalı.

Sığınmacılara karşı sergilediği düşmanlığa katılmayanları, itiraz edenleri kolaylıkla “Türk Düşmanı” ilan etme fırıldaklığını sergileyince daha iyi bir Türk olmuyorlar elbet. Kendi kinleriyle, gizli gündemleriyle Türk milletine en büyük düşmanlığı yapmış oluyorlar. Haberleri yok diyemeyeceğim, bunların haberleri olmayan hiçbir şey yok, ne yapıyorlarsa, bilerek, isteyerek taammüden yapıyorlar.

Daha önce söyledim, bu insanların önemli bir kısmı etnik olarak Türk bile değil, ama Türk ırkçılığı yapıyorlar. Kendileri bu ülkeye çok yakın zamanda gelmiş insanlar ama göçmenlere karşı bu halkı kışkırtarak toplumu birbirine düşürmeye çalışıyorlar. Kendi kışkırtmalarına, provokasyonlarına kapılmayanları da Türk düşmanı ilan etmekte de sıradışı bir holiganlık sergiliyorlar. Oysa yaptıkları şeyle Türklüğe de bu millete de en büyük düşmanlığı bunlar sergiliyorlar.

Türklüğe yapılacak en büyük hizmet bu milleti 85 milyon insanıyla birarada tutacak bir duygu, fikir ve ideal ikliminin oluşmasına çalışmaktır. Toplumu bir arada birlik ve beraberlik içinde tutacak bir söylem, dil ve siyaset izlemektir. Toplumun bir kısmını bir kısmına karşı kin ve nefret duygularıyla kışkırtmak Türklere yapılacak en büyük düşmanlıktır.

Bunlardan bu düşmanlığı hep gördük. Dillerinden şimdiye kadar bu toplumun farklı kesimlerine en ufak bir sevgi, anlayış, dostluk, diğerkamlık sözü duymadık. Buna mukabil sürekli bir nefret ve düşmanlık dili. Konuşurken herkese kızgın, herkese öfkeli, herkese düşman. Bu galiz kin, nefret ve düşmanlık duygularını paylaşmayanlara da en kolay yaftaları da “Türk düşmanı” ithamı.

Tam bir milli haricilik refleksi. Belki milli tekfircilik. Yıllarca Türk Müslümanlığı için bir dizi arayış yapıldı, Maturidilik, Hanefilik, Protestanlık derken karar kıldıkları şeye bakın siz: Milli haricilik!

Müslümanlığımıza tan eden bari Müslüman, Türklüğümüze söven bari Türk olsa.

Oysa Türkiye’de Türk düşmanını Türk dostundan ayırt etmenin tek ve en net ölçüsü bellidir: Bu milletin bir kesimini bir kesimine karşı kışkırtan açıkça bu millete karşı bölücülük ve ayırımcılık yapan Türk düşmanıdır, açık ve net. Çünkü bir milletin dokusunu bozan tek şey birliğine, bütünlüğüne kast etmek.

Konuşurken sürekli alacaklı, sürekli hırçın ve öfkeli gibi davrandıklarına bakmayın. O alacaklılık tribi, o hınç ve öfke sadece bu millete karşı düşmanlığı gizliyor.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!