"Onca Birikim’e Ne Oldu?"

Yasin Aktay, Yeni Şafak'ta kaleme aldığı bugünkü yazısında Gezi hadiselerinden sonra Birikim dergisindeki "şiddet destekli devrim arzuları"nın bilinçaltına çıkışı hakkında değerlendirmelerde bulunuyor.

Yasin Aktay - Onca Birikim'e Ne Oldu? / Yeni Şafak

 

Epey zamandır Aylık Sosyalist Kültür Dergisi Birikim'in Gezi hadiselerinden itibaren savrulduğu noktalara dair etraflıca yazmayı düşünüyordum. Gezi ile birlikte başı dumanlı bir ruh hâline savrulmuştu bütün Birikim yazarları. Handiyse Gezi ile birlikte daha önce bilinçaltına gömmüş oldukları bütün şiddet destekli devrim arzuları bilinç üstüne çıkıvermişti. O anlayan, çözümleyen, diyaloğa pek teşne yazarların hepsi Gezi'ye çıkıvermiş, sosyalist devrimin müjdesini işitmiş şakirtler gibi şen ve coşku içinde, tabî eylemlerin arasından buldukları fırsatlar ölçüsünde yazılar döşendiler. İnanılır gibi değildi benim açımdan o yüzden safça sordum ben de: “Solun beklediği Mesih Taksim'de mi inecek?” diye.

Aslına bakarsanız, AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan Birikim'in şimdiye kadar özlemini duyduğu, hayalini kurduğu, ama kendisinin aktörü olamadığı Türkiye ile ilgili fazlasıyla şey yapmıştı. O yüzden belki AK Parti Türkiye'de milliyetçiliğin alanını kapattığı kadar solun alanını da kapatmıştı. Hatta bir bakıma sadece solun alanını değil, bütün muhalefetin alanını da kapatmıştı. Sağcı deseniz tam uymuyordu, neo-liberal deseniz yine uymuyordu. Uyguladığı sağlık politikalarıyla, sosyal yardım politikalarıyla hiçbir liberal veya neo-liberal kalıba da uymuyordu. Neyse, bunlar uzun konular. Birikim'in sol kimliğin icabını yerine getirmesi ve mutlaka muhalif olması gerekiyordu, ama nereden tutturabilecekti muhalefetin gerekçesini?

12 Eylül gibi küçük çaplı bir demokratik devrime “yetmez ama evet” koşuluyla katılmışlardı ama bu “yetmez” ihtiyatının altında yatan rezervde nasıl bir nazar olduğunu da hissettiriyorlardı. Kahrolası, bu devrimi muhafazakârlar mı yapmalıydı?

Buna rağmen Gezi Parkı'nda bir bardağın içinde kopartmayı başardıkları fırtına ile devrime doğru yelkenlerini şişirmeye başladılar. O fırtınayla şişen yelkenler devrimin gemisini istenen miktarda sürükleyemedi, imdada 17 Aralık darbe teşebbüsünün hazırlık rüzgârları yetişti. Üç-beş ağaç bahanesi yolsuzluk bahanesine eklendi. Doksanlı yıllarda Fethullah Gülen ve örgütüne karşı en sıkı eleştiri ve analizi okumuş olduğumuz Ömer Laçiner bile o yapı hakkında bütün derinlikli analizlerini ve Birikim'ini unutup, malum yapının ortaya koyduğu en yüzeysel mücadele programına eklemleniverdi. Onların mutfağında hazırlanan “aydın bildirileri”ne bütün ekibiyle birlikte imzalar attı, Erdoğan nefretini körüklemek üzere F tipi diye aşağıladığı mutfaklarında hazırladıkları bütün malzemeleri servis etme yarışına girdi. Ne oldu şimdi? Gülen, örgütüyle birlikte mücadelelerin çoğulluğu kapsamında sol mücadelenin stratejik ortaklarından biri hâline mi geldi? Anlamlandırabilene aşkolsun.

Aynı tutum Kürt meselesinde de devam ediyor. Birikim'de doksanlı ve iki binli yıllarda PKK'nın temsil ettiği sol anlayışa, şiddet ve milliyetçi kültürüne dair okuduğum derinlikli ciddi analizlerin sayısını hatırlamıyorum. Kürtlere bir haksızlık yapıldığı açıktı ve bu haksızlığa karşı solun veya İslâmcılığın her zaman bir ilgi duyması kaçınılmazdı. Ama PKK'nın Kürt meselesinde sorun çözücü, çözüm ortaklarıyla bir dayanışma içinde olmak bir yana onları yok etmek üzere hareket eden ve sol bir tutumla hiçbir alakası olmayan bir örgüttü. Arkası karanlık, eylem tarzı vahşi ve şiddet kutsamasına dayanan, hiçbir demokratik veçhesi olmayan bir hareketti.

Son zamanlarda BDP'den HDP'ye giden süreçte Birikim Gülen hakkındaki bakışı gibi PKK hakkındaki görüşünü de yenilemiş görünüyor. Son sayıda HDP'nin 7 Haziran seçim başarısını solun saadetli 1965 seçimlerindeki TİP başarısı ile heyecanlı karşılaştırmalara yer verilmiş. Bu saadet devrinin bir tekrarı, belki tam tamına devrim olmasa bile, neden olmasın?

Bu arada HDP'nin PKK ile ilişkisi kimin umurunda? PKK'nın HDP için alenen yürüttüğü seçim kampanyası bizzat Cemil Bayık tarafından cümle aleme duyurulmuşken, buna nasıl demokratik bir seçim başarısı denilebiliyor? Bir kenarda tutulması lazım gelen bir soru. Birikim'in bu aralar şiddet ve siyaset, zor ve demokrasi arasındaki ilişkiye dair hiçbir hassasiyet izhar etmiyor olması bu konuda 317 sayıya vasıl olmuş onca Birikim’e yazık etmiş olmuyor mu? Yoksa 1969 seçiminde 1965'teki başarının tekrarlanamaması ve milletvekili sayısının 15'ten 2'ye düşmesi üzerine sosyalist kesimlerin demokrasiye dair yaşadıkları hayal kırıklığı o gün olduğu gibi bugün de şiddet kutsamasını mı beraberinde getirecek? Devrimin demokrasi yoluyla olmadığı yönündeki değerlendirmelerine bugün verilecek cevap PKK'nın şiddeti ve “kurtarılmış bölge” veya kanton tarzı faşizan toplum örgütlemesi mi olacak?

Derginin internet sayfasında Yahya B. Adil HDP'nin demokratik özerklik ilanlarını, savaşa karşı siyasetin restorasyonu olarak tanımlıyor ve böyle bir tanımlama neredeyse Birikim'in resmî görüşü hâline gelebiliyor. Allah aşkına, PKK'nın silahlarının gölgesi, baskısı ve kasveti altında herkesi zorla itaat ettirmeye, herkesi zorla örgütlendirilmiş toplumun kayıtsız şartsız itaatli üyesi hâline getirmeye azmetmiş bir yapının neresinde demokrasi, neresinde özerklik buldunuz? Paramiliter bir örgütün faşizan uygulamalarıyla bir toplum üzerinde ancak faşizan tahakküm arzuları ilan edilebilir. Böyle bir yapı da ancak üst düzey militanlarına hoş görünebilir. Bu örgütün zulmü altında yaşamak zorunda kalanlara sorun bir de, demokratik mi görünüyor, özerk mi, yoksa tam bir haydut güruhu mu?

Adil'in yazısı, benzer birçok yazıyla birlikte, doğrusu Birikim'in nereye savrulduğuna dair hayal kırıcı bir basitlikte ve maddî yanlışlarla dolu. PKK'nın veya HDP'nin tek taraflı ilan ettiği ve bütün toplumda silahlı örgüt vesayetini hâkim kılan “demokratik özerklik” kavramını çocuksu bir coşkuyla ciddiye alıyor ve içeriğine bakmaksızın bunu “savaşa karşı siyasetin restorasyonu” olarak nitelendiriyor. HÂle bakınca bu başlık tam bir şaka gibi. Veya siyasetin yolunu şaşırmış gibi bir hâli var. Bak ortada duruyor, 80 milletvekilinin parlamentoya girmesine imkân verecek ve istediği her şeyi demokratik ifade özgürlüğü zemininde söylemeye imkân verecek kadar da açık. Bu yolu da bulamıyorsanız, onca birikimin üstüne size siyaset mi öğretelim? Tövbe tövbe!

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!