Ön yargıları örselemeyi amaçlayan dizinin ön yargılara teslim olması...

Ali Osman Aydın, Kızılcık Şerbeti isimli diziden hareketle var olan tartışmaları ele aldığı yazısında dindarlara düşen gerçek sorumluluğu vurguluyor.

Ali Osman Aydın / Yeni Akit

Kızılcık Şerbeti ve o malum tartışma

Hakkında yığınla polemik yapıldığı için Kızılcık Şerbeti adlı dizinin birkaç bölümünü izledim. İzledim çünkü, sağlı sollu yapılan eleştirilerin yerinde olup olmadığını anlamak istedim.

Yani hakikaten muhafazakarları karalamaya çalışan kötü niyetli bir dizi mi yapmışlardı?

Bu dizi yayından kaldırılsın diyenler haklı mıydı?

Sadece birkaç bölüm izleyerek genel bir değerlendirme yapmak ne kadar doğru bilmiyorum ama dizinin tamamını izlemeyi psikolojik olarak kaldırabileceğimi de düşünmüyorum.

Yapımcı, Türkiye’nin “dindar” ve “laik” çevrelerde en çok tartışılan, hatta tartışıla tartışıla cılkı çıkarılan, ne kadar belirgin kavram ve sembol varsa, hepsini doldurmuş dizinin içine. Dizinin ana karakterinin camdan atılmasını sağlayarak güncel 6284 tartışmalarını da boca etmiş. Diziyi izlediğinizde, bir Ertuğrul Özkök ya da Fatih Altaylı yazısı okumuş gibi oluyorsunuz!

Eve girerken ayakkabı çıkarmaktan başlayarak kadının erkeksiz ortamda çalışmasına kadar hayatın bir çok alanında doğal olarak ayrışan birkaç aile tipi var dizinin odağında.

Mesela dindar babanın türbanlı kızı, bir kafede otururken köpeği gürültü yapan bir modern kadınla sözlü tartışmaya giriyor. Tartışma komik bir şekilde kavgaya dönüşünce mesele karakola intikal ediyor. Baba olgunlukla köpeğin sahibinden özür diliyor.

Köpeğin sahibi seküler kadın da, “Sizin bu uzlaşmacı tavrınız olmasa ben davadan vazgeçmezdim.” diyor.

Baba kızına da “Madem kedi köpekten hoşlanmıyorsun oraya gitmeyiver” diyerek kendisi gibi olmayan insanların yaşam tarzlarına saygı duymanın gereğini vurguluyor. Fakat aynı olgun baba kızını istemediği biri ile evlendirecek kadar da dayatmacı. Ayrıca kendisinin de karısı dışında bir başka kadınla ilişkisi var.

Seküler tarafta da işler farklı değil. Gördüğü başörtülü kadınlara öcü gibi bakan seküler bir kadın var. Bu kadın, iznini almadan dindar aileden bir gençle ilişki kuran kızına çok sert tepki gösterirken, aynı aileden bir adamla ilişki yaşıyor. Kızı ve damadı durumu öğrendiklerinde “Bize bu kadar zorluk çıkaran annemizin kendisinin de aynı şeyi yapması çok tuhaf” diyor.

Mesela dindar ailede gördüğünüz hurafelerin bir benzeri seküler tarafta da var. İki tarafta da çocukları üzerinde otorite kurarak onların hayatlarını şekillendirmek isteyen baskıcı ebeveyn tipleri var. Şu Müge Anlı’ya çıkanlara benziyorlar.

****

Böyle yapımlarda en sorunlu olan, yönetmen ve senaristlerin belli bir toplum kesimine karşı yargılayıcı, küçümseyici bir nazarla bakmalarıdır. 1939 yapımı meşhur “Rüzgar Gibi Geçti” filminde evin hizmetçileri tamamen siyahilerden oluşuyordu. Hatta filmdeki siyahilerin hepsi köleydi. Köleler, Güneyli pamuk kralı beyaz efendilerin idaresi altında yaşayan hallerinden memnun insanlar olarak tasvir ediliyorlardı. Hatta köleciliği romantize eden yaklaşımından dolayı film sonradan protesto da edildi.

Alan Parker “Gece Yarısı Ekspresi” filminde açıkça Türk düşmanlığına soyunmuştu.

Yine Yeşilçam’da sık sık karşılaşılan “dindar” ya da “din adamı” tipi de belli bir ideolojik düşmanlığın yansımasıydı. Çünkü dindar ya da din adamı tipi istisnaları hariç çıkarcı, güvenilmez, hain, hiçbir iyi özelliğe sahip olmayan insanlar olarak resmediliyorlardı.

Gördüğüm kadarıyla, Kızılcık Şerbeti’nin bu tarzda bir ideolojik düşmanlığa soyunduğunu söylemem zor.

Dizi, karakterlerin çelişkilerini gözler önüne sermeye çalışıyor. Söz konusu karakterler kendi inanç ve değerleriyle, toplumsal konumlarıyla çelişen şeyler de yapıyorlar. Özellikle başroller için söylemek gerekirse kimse tamamen iyi ya da kötü değil.

Bence bu iyi bir şey. Hatırlarsanız, Türk televizyon tarihinin en uzun soluklu, en çok izlenen dizilerinden Bizimkiler’de hemen hiçbir dindar “komşuya” yer verilmemişti. Apartman üzerinden sundukları toplum panoramasında “alkoliğe, katile” bile yer vardı ama dindar insanlara yer yoktu. Dindar insanları görmezlikten gelerek, kentli değerleri kimlikleştirmiş aile yapılarını ön plana çıkarmışlardı.

Bu nedenle Fatih Altaylı’nın bir programda Kızılcık Şerbeti oyuncularına söylediği “80’lerin sonuna kadar şimdiki gibi bir ötekileştirme yoktu” sözü gerçeği yansıtmıyor. Bizimkiler’de ya da klasik Yeşilçam’da yapılan şey ötekileştirmenin benzersiz örnekleriydi. Üstelik bu siyasetteki ötekileştirmeyle de at başı gidiyordu. Toplumun bir kesiminin kültürel kimliği ya yok sayılıyor yahut düşmanlaştırılıyordu.

****

Ben şahsen, toplumdaki kültürel ve düşünsel farklılıkların kitaplar, diziler ve filmler yoluyla incelenmesi, gerekiyorsa eleştirilmesi taraftarıyım. Tabii bu yapılırken hiçbir toplum kesimine ön yargı ile bakmamak, karikatürize etmemek, değer ve inançlarını hafife almamak, bir kesimi hedef haline getirmemek gerekiyor. Toplum olarak birbirimizi anlama konusunda bu usulün faydalı olacağını düşünüyorum.

İnsan böyle bir yapımı izlerken kendisini gözlemleme fırsatı bulur. Bazı davranışlarının ne kadar rahatsız edici olduğunu insan çoğu kez bu şekilde öğrenir. Zaten sanat kendimizi ve ötekini anlamamızı, empati kurmamızı sağlar. Yeri geldiğinde siyasal bir sorunu insani düzeye indirerek anlaşılır kılar.

Bunun için de senaristin ele aldığı toplum yapılarını, insan tiplerini, kültürleri, sembolleri ve inançları, yüzeysel değil derinlemesine tanıması gerekir. Bu dizi de bunu gördüğümü söyleyemem.

Aksine, karakterler ve içinde yaşadıkları ultra lüks dünya bana biraz fazla plastik ve klişe geldi. Dizi daha çok, muhafazakarları gazetelerden, haberlerden yüzeysel olarak tanıyan birilerinin yazdığı bir şeymiş gibi göründü bana. Ön yargıları örselemeyi amaçlayan dizinin ön yargılara teslim olması yanlış olur. Kaldı ki, artık sanıldığı gibi tek tip kimlikler de mevcut değil. Tek tip bir dindarlık yok. Tek tip bir sekülerlik yok. Çoğul kimlikler var. Mesela bugün muhafazakarların ama az ama çok seküler olmadığını nasıl söyleyebiliriz?

Adam, la-dini sahalarda eğitim almış, seküler bir sektörde çalışıyor, laik karakterde bir çevrede yaşıyor ama geleneksel olarak, anne babasından gördüğü kadarıyla dindarlığın kavram ve sembollerine kendini yakın hissediyor. Din ile ilişkisi bundan ibaret. Yani bir bilgiye, tedrisata dayanmıyor. Ama kendini, aile referansından dolayı “dindar” olarak tanımlıyor.

Aynı şey seküler kimlikler için de geçerli.

Kızılcık Şerbeti’nin klişelerden, yüzeysellikten kurtulması, kültürel kimliklerin sunumunda olabildiği kadar sahici olması gerekir. Klişelere teslim olmuş bir dizi sözünü ettiğimiz tartışmaya hiçbir müspet katkı yapamaz.

Ayrıca bu tür dizilere verilebilecek en iyi karşılık diziden rahatsız olanların kendilerinin bir dizi yapmasıdır. Öyle ya, dindar insanların son 40 yıldır yaşadığı değişimi en iyi bilebilecek kişi yine bir dindardır. O halde “Bizi yanlış anlatıyorlar” diye dertlenmek yerine, işe koyulmak, sanata daha fazla eğilmek gerekiyor. Siyaset bir yere kadar!

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!