Omurgasızlığın Kısa Tarihi ve “Atatürk Bizim” Çığlıkları Atan Türedi Tipler

"Atatürk de bizim” çığlıkları içinde, tvlerde yaşa-paşa marşı söyleyen, aynı marş eşliğinde sema yapan, Atatürk suretli tişörtlerinin rengine başörtülerinin rengini uydurarak 10 Kasım’da kabir ziyaretine koşan yeni türedi tipler bir parodi oynuyorlar.

Ömer Lekesiz, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısında AK Parti iktidarı döneminde yaşanan savrulmaları ve ortaya çıkan türedi tipleri yazdı.

Yazının Tamamı:

Kuruluşunda, AK Parti’nin dört eğilimi kucaklayan bir parti olma iddiasına kimsenin itiraz ettiğini hatırlamıyorum. Aksine, cami-kışla çatışması içinde enerjisini tüketmiş olan sistemin (kimi sosyolojistlere göre toplumumuzun), kendi güvencesini (bekasını) sağlamak adına, böylesi bir partiye acilen ihtiyaç duyulduğu dile getirilmişti çoğunlukla.

AK Parti, girdiği ilk seçimle, iktidar koltuğuna oturduğunda ise, hâlâ dört eğiliminden bahsetmenin gereği pek kalmamıştı artık; el birliğiyle (toplumsal mutabakatla) erişilmiş bulunulan iktidarın sağlayacağı nimetleri gözetmek, hak etmek ve ham etmek öncelikli mesele haline gelmişti çünkü.

İktidar koltuğuna oturuşundan kısa bir süre sonra herkesçe anlaşıldı ki, AK Parti de iktidar yarışına katılan diğer partiler gibi, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti’nin partisiydi.

Gündelik pratiklere göre bunun tercümesi şöyleydi: AK Parti’nin (ve dolayısıyla devletin yeni) yöneticileri, tartışma kabul etmeyecek bir kesinlikle Müslüman kimliğine sahip olsalar da, karar ve uygulamalarında partiyi oluşturan dört eğilimi (devletin bekasını bunların da önüne alarak) gözeteceklerdi.

Nitekim böyle de oldu. Ancak bu olurken, iktidarın halkın dini hassasiyetlerini gözetmedeki (mütedeyyin kesimlerle, sistemi barıştırmadaki= dindar muhafazakarlıktaki) ısrarına binaen Sol-Kemalistler, devletin devamlılığına mahsus idari teamülleri gözetmesine binaen liberaller, yeni iktidardan umduklarını bulamama sızlanışları içinde kendilerini iktidarın dışına çektiler. Bunların yokluğu ise AK Parti’ye oy planında fazla bir şey kaybettirmedi, çünkü onlar zaten sınırlı sayıdaki mutlu azınlığa (hatta beyaz kesime) mensuptular.

Gerek iktidarın, gerekse bu iki kesimin zikrettiğimiz tutumları (ve kendilerine ne olacağı) bilinebilir bir şeydi. Zor olan, her üçünün karşısında Müslümanlara ne olacağının bilinmemesiydi ki, bu manada yeni süreç şöyle işledi:

1. AK Parti’nin bir devlet partisi olması, parti yöneticilerinin karar ve uygulamalarında toplumun genelini gözetmeleri, Müslümanlar tarafından iyice anlaşıldığında, buna bağlı olarak parti ile aralarına makul bir mesafe koymayı gerekli görenler, “ne yapacakları belli olmayan kararsızlar cümlesinden muhalif” olarak işaretlendiler.

2. FETÖ’ünün eskiden İslâmcı olan kimi elemanlarını, mevcut medyatik gücüyle birlikte iyi kullanan Sol-Kemalistler ve liberaller, iktidara (ve hassaten Recep Tayyip Erdoğan’a) destek verenleri, önce İslâmcı tanımı altında kategorize etmek suretiyle bir sınıfa indirgeme çalışmasını gerçekleştirdiler ve hemen ardından da iktidar içinde erime (sekülerleşme, devleşçileşme) suçlamasıyla İslâmcılığı hem öldürmeye hem de bizzat defnetmeye yeltendiler.

3. İktidarın “Tekkeye mürit aramadığı” sabit hale geldiğinde ise, o zamana kadar, salt zikrettiğim kategorizasyona tabi tutulmayı hazmederek, (çıkarları gereğince) İslâmcı postuna bürünenlere gün doğmuş oldu.

İslâmcılığı zerre kadar mesele edinmemiş, ondan olma yönüyle diz kırıp tek satır bir şey okumamış, o gayret doğrultusunda tek damla ter akıtmamış, küçük de olsa hiçbir bedel ödememiş olan, sözüm ona o İslâmcılar, kraldan daha fazla kralcı, devletçiden daha fazla devletçi, laikçiden daha fazla laikçi, Müslümandan daha fazla Müslüman, Kemalistten daha fazla Kemalist olarak, yeni kültürel ve siyasi omurgasızlığı müesses bir duruma dönüştürme çabasına giriştiler.

Dolayısıyla, “Türbeye mürit aramıyoruz” dendiğinde de en çok bunlar sevindiler; medyadakileri başta gelmek üzere, İslâmi kimlikleri ve eylemleri sabit olan Müslüman münevverleri, (AK Parti dahil) bulundukları yapılardan tasfiye etme işini de yine bunlar üstlendiler.

Omurgasızlığın kısa tarihi böyle başladı ve en son “Atatürk de bizim” çığlıkları içinde, tv ekranlarında yaşa-paşa marşı söyleyen, aynı marş eşliğinde sema (zikir/sufi dansı) yapan, Atatürk suretli tişörtlerinin rengine başörtülerinin rengini uydurarak 10 Kasım’da kabir ziyaretine koşan yeni türedi tipler eşliğinde var olma parodisini oynadılar.

Bizim Kemal Öztürk’ün dünkü yazısında yer alan “Bunalıma giren hanımlar saçını kestirip rengini değiştirirmiş derler. En başta liberal, sonra Kürtçü, sonra İslâmcı, sonra milliyetçi ve şimdi de Atatürkçü olan ama hep ‘Reisçi’ olduğunu söyleyen bu tayfanın bunalımı, sanırım patolojik bir hale döndü. Yakında şizofren olup kim olduğunu unutacaklar” şeklindeki tespitine katılmakla birlikte, kendi adıma mezkur omurgasızlığın kısa tarihinin uzayabileceğine inanıyorum.

Çünkü kültürsüz ve kimliksiz bir Türkiye’de ancak omurgasızlar revaçta olabilirler.

Yorum Analiz Haberleri

Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm