Ömür bitmeden ertelediklerini yap!

Gökhan Özcan, hayatın yoğunluğu içerisinde bazı şeylerin ertelenmemesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Gökhan Özcan / Yeni Şafak

Yaşamayı kaçırdığımız şeyler

İnsan bir şeyin değerini ancak onu kaybettiğinde tam olarak anlayabiliyor. Büyüklerimizi kaybettiğimizde hayatlarımızda kapladıkları yerin genişliğini çok da iyi kestireme-diğimizi fark ediyoruz mesela. Başımızı yaslaya-bileceğimiz bir yer aradığımızda… Hatalarımızı onarmak, yanlışlarımızı düzeltmek istediğimizde ve fakat bunu yapacak gücü, çareyi kendimizde bulamadığımızda… Geriye dönüp bizi, hayatımızı, kişiliğimizi tamamlayacak bir şeyler aradığımızda… Bir anne, bir baba, nasıl büyük bir dayanak, ne kadar büyük bir sığınak insan için! Bir gün artık yanımızda olmadıklarında geride bıraktıkları boşluk, hayatımızda kapladıkları yer hakkında ne kadar eksik düşündüğümüzü vuruyor yüzümüze.

“Resmime bakıyorum, kendisinden kaçıyor/ taş merdivene doğru, annemin mendilini taşıyor/ çalkalıyor rüzgârda: Ne olacak yeniden/ çocuk olsam?” diyor ‘Atı Neden Yalnız Bıraktın’ kitabında Filistin’in iç sesi Mahmud Derviş.

Zaman da böyle biraz. Geçip gittiğinde anlıyoruz zamanın kıymetini. Dünya çocukluğunu, genç zamanlarını özleyen insanlarla dolu. Sanki her şey bitmiş, hayatın onlara sunduğu imkanlar tükenmiş gibi… Oysa genç zamanlarına hayıflanmakla geçirecekleri zamanı da bir gün özlemle hatırlayacak, yaşayamadıkları şeylerin pişmanlığını hissedecekler. Böyle bir görme bozukluğu var insanın. Varken, bizimleyken, yanımızdayken bilemiyoruz hiçbir şeyin değerini. Çünkü hayatın hep başka bir yerde, başka bir zamanda olduğuna inandırmışlar bizi. Ya geçip gitmiş her şey ya da henüz gelmemiş zamanı. Bulunduğumuz anın insanı olamıyoruz yani pek; gözümüz ya geçmişte ya gelecekte ya da bizim olmayan başka bir hikâyede. Bir şeyleri yaşamayı kaçırıyoruz hep bu sebeple. Öyle değil mi; keşkelerimiz, yaşamayı kaçırdığımız şeylerin pişmanlıklarından türetmiyor mu çoğu zaman kendilerini?

“Sonra gittin…/ Beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi./ Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı./ Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı./ Söz dedim söz verdim./ Yüzüme bir daha çiçekli masa örtüleri sermeyeceğim./ Sokakta kuş oluşu bulmuş çocuk gibi ağladım./ Söz dedim söz verdim./ Ruhunu gömdüğün yer hala belli./ Güneşi özledim, sonra seni/ Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım” diyor Grapon Kâğıtları’ndaki şiirlerinden birinde Didem Madak.

Fesleğen, güzel kokusunu hiç kimseden sakınmaz, kendisine dokunan herkesle dostça bölüşür. Başka ne doldurabilir hayatın içini bundan daha iyi bir şeyle?

Belki razı olmalıyız olduğumuz şeye. Belki barışmalıyız şimdiki zamanın hikayesiyle. Sandığımızdan geniştir söylenenlere göre. Umman olur içinde yüzmek isteyenlere. Bulut olur, yeryüzünün dağına taşına yağmak isteyenlere. Sükût olur, sükûnet giyinir, kulak verir fısıldayana ve fısıltısını haykırana. Yol olur yürüyene, yoldaş olur dileyene. Koca bir valiz olur, ne koysan yaşadıklarından, sığar içine. Hayal olur, kanat çırpar gidemediğin yerlere. Çiçek olur, bürünür bürünemediğin nice renklere. Belki razı olmalıyız olduğumuz şeye. Belki o da razı olur, muhabbetle dokunur can evimize.

“Bir şeylerin pişmanlığıyla harcadığımız her ânı” diye mırıldandı beyaz saçlı adam, “yapmadığımız için pişman olacağımız başka şeylerden çalıyoruz!”

Bir ömür sabırla, sesinin yankısının karşı dağdan dönüp gelmesini bekleyen insanlar da var.

Yorum Analiz Haberleri

Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?