“Ölüye İkram, Onu Defnetmektir; Yeniden Seçmek Değil!”

Yazısında Buteflika ile arkasındaki askeri cuntanın kirli geçmişi üzerinden Cezayir’deki olayları tahlil eden Taha Kılınç, bugün meydanlarda yankılanan “Ölüye ikram, onu defnetmektir; yeniden seçmek değil!” sloganını değerlendiriyor.

Taha Kılınç’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan konuyla alakalı köşe yazısı (09 Mart 2019) şöyle:

Ölüye İkram

Cezayir devlet televizyonu, Cumhurbaşkanı Huari Bumedyen’in ölümcül bir hastalıkla boğuştuğunu halka ilk kez duyurduğunda, tarihler 18 Kasım 1978’i gösteriyordu. Haberde Cumhurbaşkanı Bumedyen’in haftalık kabine toplantılarına başkanlık edemediği ve hâlen tedavi altında tutulduğu belirtiliyordu. Bu aslında Cezayir’de aylardır herkesin bildiği bir ‘sır’dı. Uzun süredir halkın karşısına çıkmayan Bumedyen’deki rahatsızlık, kendisini ilk olarak ciddi bir kilo kaybıyla göstermişti. Henüz 46 yaşındaki Cumhurbaşkanı haftalar içinde aniden zayıflamış, adeta hayalete dönmüştü. Saçları hızla dökülüyor, en ufak bir çarpmada vücudundaki kemikler kırılmaya başlıyordu.

Fransız doktorların uzun tetkikleri sonucunda, Bumedyen’in çok nadir görülen bir kan hastalığına -Waldenström Sendromu- yakalandığı ve günlerinin de sayılı olduğu ortaya çıkmıştı. Sovyetler Birliği’nin başkenti Moskova’da beş hafta süren bir tedavi de sonuç vermeyince, Bumedyen 1978’in kasımında Cezayir’e getirildi. Eş zamanlı olarak Batı Almanya’daki bir ABD üssünden davet edilen Amerikalı askerî doktorlar da Fransız meslektaşlarıyla aynı teşhiste birleşiyordu: Huari Bumedyen’in ölümü an meselesiydi.

Cezayir’in ilk cumhurbaşkanı Ahmed Bin Bella’yı 1965’te kansız bir darbeyle devirerek koltuğa oturan Huari Bumedyen, selefinin karizmasına sahip olmamasına rağmen, halkla kurduğu direkt diyalog sayesinde kısa sürede kendisini kabul ettirmişti. Petrolün de yardımıyla ülkede başlatılan endüstrileşme hamleleri ve kurulan hükümetlerde teknokrat ve uzmanlara ağırlık verilmesi, Bumedyen döneminde Cezayir’in büyük bir atılım yapmasını sağladı. İktidarı boyunca başbakan veya cumhurbaşkanı yardımcısı tayin etmeden, hükümeti bizzat yöneten Huari Bumedyen, savunma bakanlığı makamını da uhdesinde tutuyordu. Bu, ona ordu üzerinde doğrudan kontrol imkânı sağlarken, devletin yapılanması hızlı bir şekilde “tek adam rejimi”ne dönüşmüştü. Gücü böylesine tekeline alan birinin aniden ölümle pençeleşmeye başlaması, doğal olarak, kendisinden sonrasının planlanması noktasında perde arkasında ciddi pazarlıkları gündeme getirecekti.

Sekiz yıllık uzun bir savaşın ardından 1962’de Fransa’dan bağımsızlığını kazanan Cezayir, başlangıçtan beri hep ordunun denetiminde olmuştu. Ordu, ülkenin tek partisi “Ulusal Kurtuluş Cephesi” üzerinden sadece siyaseti değil ekonomiyi, bürokrasiyi, akademiyi ve medyayı da kontrolü altında tutuyordu. 27 Aralık 1978’de ölen Bumedyen’den sonra kimin işbaşına geçeceği konusunda da ordunun üst düzey generallerinin kararı etkili oldu. 1963’ten bu yana kesintisiz olarak dışişleri bakanlığı görevini sürdüren Abdulaziz Buteflika, en güçlü aday gibi görünürken, generaller “daha düşük profilli” bir isimde karar kıldılar: Bumedyen’in ölmeden hemen önce savunma bakanı olarak atadığı Şazlî Bincedîd. Dünyanın da yakından tanıdığı Buteflika, cumhurbaşkanlığı makamı için “fazla liberal” bulunmuştu.

41 yaşındaki Abdulaziz Buteflika, yeni cumhurbaşkanı Şazlî Bincedîd tarafından dışişleri bakanlığı görevden alındı. Hakkında yolsuzluk suçlamasıyla dava açılan Buteflika, bu işin sonunun pek de iyi görünmediğini sezerek, kendi isteğiyle yurtdışına sürgüne gitti. 1987’de ‘aklanarak’ ülkeye dönene kadar Birleşik Arap Emirlikleri, İsviçre ve Fransa’da yaşayan Buteflika, Cumhurbaşkanı Şazlî Bincedîd’in uygulamaya koyduğu kısıtlı reformların doğurduğu rahatsızlıklar arasında Cezayir’e ayak basmıştı. Bumedyen’in ev hapsine aldırdığı Ahmed Bin Bella’yı serbest bırakarak işe başlayan Bincedîd, ülkeye nispî bir rahatlama getirirken ordu yönetimiyle ilişkileri de bıçak sırtındaydı. 1991 genel seçimlerinde Abbâsî Medenî liderliğindeki İslâmî Selamet Cephesi’nin kazandığı zaferden sonra Cezayir ordusunun duruma müdahalesi ve seçimlerin ikinci turunu iptal etmesi, Bincedîd için de yolun sonuydu. Ülkede patlak veren iç savaşın ardından, Bincedîd de görevinden istifa ettirildi. Buteflika, tüm bunlar olurken yeniden Ulusal Kurtuluş Cephesi yönetimine dâhil olmuştu.

Şazlî Bincedîd’in yerine ordunun düşündüğü isim, Ahmed Bin Bella’nın ekibinden Muhammed Budiyaf’tı. 1964’ten bu yana Fas’ta sürgünde yaşayan Budiyaf, kendisine verilen garantilerin ardından Cezayir’e dönerek, 1992’de cumhurbaşkanlığı makamına oturdu. Reform sözüyle dikkatleri çeken Budiyaf, birkaç ay sonra, 29 Haziran’da korumalarından biri tarafından öldürüldü. Suikastı ordunun organize ettiği, bugün adeta kesinleşmiş bir kanaattir.

Ordu yönetimi, bu defa artık kendisine güven duyulan Abdulaziz Buteflika’yı sahneye sürmek istedi. Önceki cumhurbaşkanlarının başına gelenleri yakından izleyen Buteflika, görevi kabul etmeyince, koltuğa 1994 başında Elyemîn Zerval oturtuldu. İç savaşın şiddetlendiği bir evrede görevi kabul eden Zerval, üç yıl sonra “sağlık sorunları nedeniyle” cumhurbaşkanlığından ayrılmak durumunda kaldı. Hem partide hem de orduda gücünü pekiştiren Abdulaziz Buteflika, bu defa kendiliğinden görevi devraldı; 1999’dan günümüze kadar kesintisiz bir şekilde cumhurbaşkanlığını sürdürerek ülke tarihinde bir rekorun da sahibi oldu.

Artık tekerlekli sandalyeye mahkûm yaşayan Abdulaziz Buteflika, şu günlerde, beşinci kez yeniden seçilmemesi için düzenlenen protesto gösterilerine muhatap oluyor. Yurtdışında tedavi altında tutulan Buteflika’nın, Cezayir sokaklarında aleyhine atılan sloganlardan -örneğin: “Ölüye ikram, onu defnetmektir; yeniden seçmek değil!”- haberdar olup olmadığı bile meçhul.

Önemine ve güncelliğine binaen, Cezayir’i konuşmaya çarşamba günü devam edelim.

Yorum Analiz Haberleri

Siyonistlerden dost olmaz, ne Kürtlere ne de bir başkasına
“AB İsrail’i daha ne kadar koruyacak?”
“BM Siyonizm'i ırkçılık saysın”
Gazze katliamında ABD'nin rolü
Endonezya’da “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” madde: Filistin davası