CHP ve sol-Kemalistlerde "Atatürk" tartışması sürüyor. Canan Kaftancıoğlu'nun hayatında söylediği belki de en doğru söz üzerinden yaşanan tartışma sadece CHP ve sol kesimle sınırlı değil elbet. İktidar partisi ve onun güdümündeki medya da ilkesiz bir şekilde güya CHP'yi köşeye sıkıştırma adına Kemalist tapınç ritüellerinin en önemli sembollerinden birini köpürtme yarışında. Kaftancıoğlu’na gösterilen tepkileri öne çıkarmaya çalışıyorlar. Örneğin bu tartışmada öne çıkan Muharrem İnce gibi… Muharrem İnce şimdi de; “Benim adım Muharrem İnce. Benden küçük biri bana 'Muharrem' diyebilir mi, diyemez. Çünkü babası yaşındayım. Muharrem benim ön adım. Bir soyadım var. Benden bahsederken Muharrem İnce diyebilirsin, Muharrem Amca diyebilirsin, Muharrem Bey diyebilirsin. Mustafa Kemal, ön addır. Atatürk soyadıdır. Kimin haddine Mustafa Kemal demek. Soyadını söylemeye mecbursun. Muharrem İnce'ye bile Muharrem diyemezken, Mustafa Kemal Atatürk'e Mustafa Kemal demek kimin haddine. Bu ülkenin kurucusunun adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'tür. Kimse bu lafları etmemelidir, edemez. Ederse, cahillikten öte bir şey olur.” Aman da aman, İnce Muharrem hem mantıklı hem de güzel konuşurmuş, raconu da kesermiş üstelik… Hayır! ‘Atatürk’ bir soyadı değildir. Bilinçli, tasarlanmış, inşa edilmeye çalışılan bir ideolojinin ve bütün bir topluma kabul ettirilmek istenen kimliğin mührüdür. Bunu tarih ve siyaset bilgisine sahip herkes bilir. İslamcılar, dindarlar, Müslümanlar zaten bildiği gibi genel anlamda sol-sosyalist geleneğe ya da liberal düşünce çizgisine mensup insanlar da bilir.
Nitekim Kaftancıoğlu sol çizgi içerisinde 1970'lerde başlayan Kemalizm eleştirisinin yansıması bir bilinçle "Atatürk" konusunda refleks gösterirken zayıf da olsa doğru bir noktaya temas etti.
Her ne kadar bugün itibariyle sol unsurların kahir ekseriyeti özellikle Müslümanların kamusal alanda görünürlüğünden duyulan rahatsızlıkla yeniden Kemalist aydınlanmanın müminleri haline gelmiş iken bu çıkışın yapılması önemli. Esasen Sol ve Kemalizm arasında modern paradigmanın ürünü olmaları hasebiyle ideolojik ve kültürel yakınlık bulunmakta. Özellikle Türkiye Solu’nun tıpkı Kemalizm gibi kaba pozitivist düşünce yapısı ve hassaseten de halk boyutu itibariyle toplumun değerlerine, İslam’a olan düşmanlık noktasında bir aynılık söz konusu. Nitekim solun önderlik konumundaki Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’in yazı ve eylemleri bunu açık bir şekilde göstermekte. Bu noktada İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm’e getirdiği eleştiriler, süreç içerisinde resmi ideolojiden alınan mesafeler Müslümanların siyasal-sosyal alanda görünürlüklerinin artmasıyla farklı bir noktaya evrildi. Bugün sol medyada M. Kemal hakkında olumsuz cümleye rastlanmadığı gibi aksine onun devrimlerinin korunması adına mücadele verildiği iddia edilir.
Tağuti Sistemin Kemalist Amentü İnşa Yılları
Muharrem İnce ve diğer bütün Kemalist unsurların anlamamazlıktan geldiği, aslında bal gibi de bildikleri bir gerçek var. “Atatürk” bir soyadı değildir sadece… Bütün bir topluma zorla benimsetilmeye çalışılan resmi ideolojinin, Kemalist tapınma ritüelinin momenti olması için mana ve mefhum olarak bilinçli bir şekilde üretildi. Meşruiyetin yegâne kaynağı ve zeminini göstermek için üretildi bu isim. Seküler, İslam dışı ve modern paradigma çerçevesinde üretilen bu “Türk”ün kurucu atası payesi biçildi.
Zaten ‘Atatürk’ imgesinin her yerde hazır ve nazır oluşu da bu seküler kutsal görünümü sağlamak içindir. Buradaki gözden kaçmaması gereken husus bütün bu kutsallaştırma çabalarının M. Kemal’in bizzat yaşarken ve onun yönlendiriciliğinde yapılmasıdır. Özellikle 1930’lu yıllarda M. Kemal’in adına iliştirilen sıfatlar, soyadındaki gibi onun üzerinde seküler bir kutsallık halesi oluşturmaya matuftur. Örneğin Ankara milletvekili Şeref Aykut 1936’da yazdığı “Kamâlizm” adlı kitabında sistemli olarak Kamâlizm’den “Yalnız yaşamak dinini aşılayan ve bütün prensiplerini ekonomik temeller üzerine kuran bir din.” diye söz eder. Kemalettin Kamu ise dine rakip konumlandırma ile yazdığı meşhur şiirinde “Ne örümcek ne yosun / Ne mucize ne füsun / Kâbe Arap’ın olsun / Bize Çankaya yeter.” der.
M. Kemal’i ve sembollerini dinin, tanrının, peygamberin yerine koymak 1930’ların politik edebiyatında neredeyse adettendir. Aka Gündüz; “Her şey O’dur / O her şeydir (…) Elimize yüzümüze / Gönlümüzü özümüze kapıyoruz / Biz sana tapıyoruz!” diye zırvalarken, Faruk Nafız Çamlıbel ise “Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden / Taptığımız ne varsa, hepsi ondan şekil aldı.” küfrünü izhar eder. Tabasbus edebiyatının en mahir şairi Behçet Kemal ise M. Kemal için ‘mevlid’ yazar: “Gök kubbenin altında birden dize gelerek / Gel ey 19 Mayıs, eşsiz sabah, merhaba! / Ey Samsun’da karaya çıkan ilah, merhaba!” derken başka yerde ise “Fena-fil Gazi olmak… Kartal olsam köşkünü her akşam tavaf etsem… Doğrudan doğruya dönüp senin kâbene… Tam sustuğun gün kıyamet oldu. Tam konuştuğun günse mahşerdi. Rab, gökte ‘dinleyin’ dedi meleklerine…” ‘Andımız’ yazarı Reşit Galib ise M. Kemal’in makamını ‘Milli Kâbe’ diye tanımlar.
Elbette bu açık bir şekilde İslam’a muğayir düzeni bizatihi oluşturan M. Kemal, 1930’da Afet İnan’a yazdırdığı “Medeni Bilgiler” kitabı notlarında “Arapların dini”, “Muhammed’in kurduğu din” diye zikrettiği İslam’ın, milli hisleri uyuşturduğunu söyler: “Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir etkide bulunmadı. Aksine, Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün fevkinde kapsayıcı bir Arap milliyeti siyasetine indirgeniyordu. Bu Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesini, her yerde yükseltilmesine hasretmeğe mecburdular…” Nitekim iktidarın MHP ile kurduğu ittifak sonrasında estirdiği abartılı milliyetçi siyasal-sosyal rüzgar sonrasında özellikle gençler arasında yükselişe geçen İslam’a ve Müslümanlara düşman ırkçı, şovenist, Atsızcı, Şamanist, göktengrici, faşist dalgaların ruh ve mana kökü de burada yatmakta.
Sürecin hemen başlarında Türk Dil Kurumunun Cumhuriyet Matbaasında basılı 1944 tarihli Türkçe Sözlüğünde sayfa 153’te ‘din’ maddesinin tanımı ‘İnanılıp çok bağlanılan fikir veya ülkü.’ diye yapılır ve örnek olarak da “Kemalizm, Türk’ün dinidir!” yazar. Sözlüğün 1959 tarihli basımında ise ‘inanılıp çok bağlanılan fikir veya ülkü’ tanımı aynen muhafaza edilirken örnek olarak ise “Atatürkçülük, Türk’ün dinidir!” ifadesi yer alır. Zaten Falih Rıfkı da “Çankaya” kitabında “Kemalizm aslında büyük ve esaslı bir din reformudur... Kemalizm ibadetler dışındaki bütün ayet hükümlerini kaldırmıştır.”derken M. Kemal’e ilişkin yapılan bu seküler kutsallaştırma girişimlerinin mantıksal çerçevesini ortaya koymakta.
‘Atatürk’ merkezli bu inşada Anıtkabir, yurdun dört bir yanındaki heykeller, bütün devlet daireleri, kamu kurumlarındaki M. Kemal’e özel köşeler, afişler, posterler, vecizeler, kanunlardaki referanslar, bütün ders kitaplarının onun resmi ve sözleri ile başlaması, hayatın belli gün ve zamanlarının özel semboller ve seremonilerle ona tanzim edilmesi ve bunun tam bir huşu ile gerçekleştirilmesi gibi sayısız örnek de 1930’larda inşa edilmek istenen sosyo-politik inancın, kültürün, felsefenin ne derece başarılı olduğunu göstermekte. “Peçesini Atan Türkiye” başlığıyla 5 Ağustos 1935 tarihli Cumhuriyet gazetesinde heykellere nasıl anlam yüklendiği şu ifadelerle anlatılır: “Atatürk yarım bir ilahtır; Türklerin babasıdır. Hiçbir devlet şefi için hayatında bu kadar heykel dikilmemiştir. Ne Mussolini’nin ne Hitler’in ne de Lenin’in anıtları onunkilerle ölçülemez.”
Bunu birazcık tarih hafızası olan her Müslüman bilir iken özellikle tabanı dindarlardan oluşan AK Parti’nin oportünist karakterdeki yöneticileri ve bütün karakter öğelerine alerji duyan kalemşörleri bu duyarlılığı hiçe sayarcasına hareket ediyorlar. Oysa mesele açıktır; Kemalist unsurlar ve onların eksenine girme yolunda çaba sarf edenler şunu kabul etmek zorundalar: Kanunla korunma altına alınan ve zorla benimsetilmeye çalışılan resmi ideoloji sembollerini insanlara dayatamazsınız. İnsanların kimi sevip sevmeyeceğine karar verecek kudrette de değilsiniz. Müslüman ahlakı gereği küfür etmez, hakaret etmez. Çünkü küfür insan şahsiyetini zayıflatan amellerdendir. Ama Müslüman inancına,akaidine aykırı hiçbir şeye de müsamaha göstermez. Hiçbir tağuti sembol ve işleyişi de meşrulaştırmadığı gibi eleştirmekten de geri durmaz.
Kuran-ı Mubin’de Ahkaf Suresi 5-6 ayetlerinde “Allah’ı bırakıp da -yakarmasından habersiz olduğundan- kıyamete kadar kendisine cevap veremeyecek olan şeylere ibadet ve dua eden kimseden daha şaşkın kim vardır? Kıyamet sonrası insanlar toplanınca taptıkları şeyler kendilerine düşman olacak ve (onlara yaptıkları) ibadetlerini de inkâr edeceklerdir.” buyurulduğu gibi kendisine bile yardım etmekten aciz durumda olanlara başka bir mana vehm edenler derin bir yanılgı içindedirler. “Vatan kurtarıcısı”, “Cumhuriyet’in kurucusu” argümanlarıyla resmi ideolojinin oluşturduğu statükonun güya korunaklı alanlarına nüfuz etmeye çalışan dindar, muhafazakar unsurlar ise daha derin bir yanılgı içindedirler elbet. CHP İstanbul İl Başkanı Kaftancıoğlu kadar bile kimliğe ilişkin söz söyleme noktasından aciz olanlar belki bugün itibariyle bazı makam ve imkanlara sahip olabilirler ama keşke bunun “geçici” olduğunu unutmasaydılar.