Ölüme sarılmak

Kurtuluş Tayiz

Çığlıkları daha havada asılıyken siyaset araya girdi; biz daha adlarını bile öğrenemeden, yaslarını tutamadan bu çocuklardan rol çaldı. Yaşarken varlıklarından bihaber olduğumuz bu 35 genç yürek hayattan çekilirken çıkmayı hak ettikleri sahnede yine söz sahibi olamadılar. Cenaze törenlerinde siyasetçilerin çıkardığı gürültüden başlarına gelen felaketi anlatamadılar geride kalanlara, yüreğimizde biraz olsun suçluluk duygusu uyandıramadan sonsuzluğa gömüldüler.

Yaşar görünen siyasetçilerin varlığı ancak bu ölümler sayesinde fark edildi.

Oysa o güne kadar yoktular.

Sesleri defnedilmeyi bekleyen cenazelerin başında yükseldi.

Daha iyi hayatlar kurmak için varlıklarına ihtiyaç duyulan bu siyasetçiler nedense hep ölümden sonra hazır bulunuyorlar halkın yanında ve yaşatmaya ise hep geç kalıyorlar.

Varlıkları ölümü, ölüm ise daima onları hatırlatıyor. Hayata ve yaşatmaya dair pek ketumlar, çok az şey söylüyorlar; ölüme dair ise çok şey...

Uludere katliamında Kürt hareketinin sergilediği tutum maalesef bundan öteye gidemedi.

Tek başına onları suçlamıyorum tabii ki; PKK merkezli Kürt hareketinde başka türlü siyaset tecrübesi yoktu zaten.

Devlet, Kürt meselesini şiddetten uzak yöntemlerle ifade etme şansını onlara yıllarca tanımadı.

Aynı katılığı PKK da sergileyince şiddet/ölüm demokratik Kürt hareketinin düşünme ve ifade biçimine sindi.

Her birinin bu çocukların cenazeleri başında nasıl gözyaşı döktüğünü ve derin bir üzüntü duyduğunu izleyerek görüyoruz elbet.

İsyan etmemek elde değil.

Ama Kürt siyasetinden bundan daha fazlasını beklemek onlara gönül veren Kürtlerin hakkı değil mi?

Ölümleri fırsat bilip PKK’nın köhnemiş ölüm siyasetine davetiye çıkarmanın Kürtlere, Türklere veya bu topraklar üzerinde yaşayan insanlara ne yararı var.

Yaşamaya ve yaşatmaya dair bir dilden bahsediyorum, başka ölümleri çağırmayan bir siyasetten...

Yakın tarihimiz bu kısırdöngünün etrafında şekillendi; devlet şiddeti karşı şiddeti körükledi; PKK meşruiyetini bu zeminden devşirdi; koskoca bir ülke bu yüzden ölüm tarlasına döndü. Demokratik Kürt hareketinin meşruiyetini bu ölümlerde aramasına hiç ihtiyacı yok; ölümler siyasetçilere güç veremez/vermemeli; Kürt siyaseti zaten haklı toplumsal taleplere sahip; Kürt halkının temel insani hakları bile henüz karşılanmış değil. Bir partinin yelkenini sadece ölümlerin ardından esen rüzgârlar şişiriyorsa, o parti özgür ve eşit bir toplum idealini sürdüremez.

Geçen bir kaç aylık sürede şunu öğrendik; devlet kendine çekidüzen verdiğinde, meşruiyet sınırlarını zorlamadığında Kürt siyaseti sudan çıkmış balığa dönüyor. Oysa Kürt hareketinin varlık gerekçesi olan Kürt sorunu, bütün boyutlarıyla öylece ortada duruyor. İktidar tüm vaatlerine karşın bu sorunun çözümüne yönelik köklü adımları atmaktan hâlâ uzak. Kürt hareketi siyasetini bu zeminde toplumsal bir güce dönüştürme arayışı ve çabası içinde olmalı. Silah veya şiddet, bugüne kadar Kürt hareketinin Türkiye’yi değiştirecek siyasal bir güce dönüşmesini engellemekten başka bir işe yaramadı. Silahlar bugüne kadar sadece statükonun yeniden üretilmesine hizmet etti.

Uludere katliamından kuşkusuz Kürt siyaseti sorumlu değil, asıl sorumlu olan devlettir. İster “operasyon kazası”, ister “tuzak” olsun, iktidar öldürülenlerin yakınlarından, Kürtlerden, Türkiye’den özür dilemelidir. “Terörle mücadele” hevesinin nasıl telafi edilemez sonuçlar doğurduğunu anlamak zorundadır hükümet; bu olay Kürtleri Türkiye ile olan bağlarını sorgulama noktasına getirdi. Kürtler cenazelerini kaldırırken yalnız bırakıldı. Ben bundan daha büyük bir “bölünmüşlük” görüntüsünü yakın tarihte görmedim. Henüz olayın sıcaklığı yüzünden Ankara henüz farkedememiş olabilir; ama Uludere katliamının toplumsal ve siyasal sonuçları ağır olacak, bunu görmek için kahin olmaya da ihtiyaç yok, devlet ile Kürtlere arasındaki makas daha fazla açılacak, maalesef. Bu ölümlere son verecek tek anlamlı gelişme ancak silahların tümden susturulması olabilir. Bu acıları ancak iç barış unutturabilir. Bunun için hükümete büyük görev düşüyor. Kulislerde devlet ve PKK arasında gizli görüşmelerin sürdüğü ve anlaşma sağlandığı iddiaları dolaşıyor. 2012 yazından önce silahların susacağı söyleniyor. Bunlar ümit verici haberler. Umarım karşılığı vardır. Aksi taktirde Uludere’de parçalanan o çocukların yüreklerinden kopan son çığlıkları, siyasetçilerin kulaklarında çınlamaya daha uzun süre devam edecek.

kurtulustayiz@gmail.com

TARAF