HAKSÖZ-HABER
Sunumuna “dünya” kavramının Arapçadaki karşılıklarını anlatarak başlayan Musa Üzer, kavramın semantik alanını kapsayan basit, iğreti, âdi, alçak anlamlarını hatırlatarak Kur’an-ı Kerim’in dünya hayatına yüklediği anlamı özetledi.
Daha sonra “Dünyevileşme” konusuna değinen Musa Üzer, meselenin öncelikle insanın yaratılışı, ontolojik bağlamda ele alınması gerektiğini kaydetti. Bu bağlamda Rabbu’l Alemin’in dünyayı insanın içerisinde imtihan edileceği geçici bir yurt olarak yarattığını belirten Musa Üzer, bu yurdu çekici ve insan için yaşanılır kılan birçok güzelliğin var olduğunu, dünyanın sayısız nimetlerle donatıldığını, ondaki tüm canlı ve cansız varlıklarıyla ilahi plan gereği insana müsahhar, amade kılındığını ve mahlukattaki her bir canlı-cansız varlığın sünnetullah gereği Allah’a karşı müthiş bir teslimiyet içerisinde olduğunu söyledi. Bu kaidenin dışında sadece insanın yer aldığını belirten Üzer, insandan beklenenin de kendisine biçilen misyon gereği kulluk bilinciyle dünya hayatını ebedi görmeden ondan istifade etmek, onu ıslah edip imarına çalışmak ve Allah’a teslimiyet temelinde ebedi yurt olan ahiret bilinciyle hareket etmek ve şükretmek olduğunu kaydetti.
Varlık âleminde kendisine biçilen bu muazzam misyona rağmen insanın yine de dünya nimetlerine tamah göstererek Yaradan’ın yolundan sapma eğilimi gösterdiğini belirten Musa Üzer, bunun insanın fıtrat dengesi boyutuyla üzerinde titizlikle durulması gerektiğini ifade etti. Bu meyanda insanın çift boyutlu yapıda olduğunu vurgulayan Üzer, insanın fücur boyutunun tezahürü olarak hırs, tamahkarlık, cimrilik, nankörlük, cahillik gibi unsurları devreye girdiğinde ortaya çıkacak yıkıcı sonuçlara dikkat çekti. “Ölümsüzlük” veya “ebediyet” duygusunun insan benliğine nakşedildiğini belirten konuşmacı, ebedi ahiret yurdu unutulduğunda dünya hayatının insanın gözünde aldatıcı bir yurt haline geldiğine dikkat çekerek “’Dünyevileşme’ olarak tabir edilen kavram da tam olarak bu durumu ifade ediyor. Bu nedenle her ne kadar menfi bir duruma tekabül etse de meselenin özünü açığa çıkarmada müthiş bir kavram. Dünyevileşme kavramını her kim üretmişse Allah ondan razı olsun!” dedi.
Dünyevileşmenin panzehiri olarak ölüm ve ahiret şuuruna dikkat çeken Musa Üzer, varlık âleminde her canlının fani olduğunu, günün birinde vadesi dolduğunda mutlaka ölümü tadacağını ve bu mukadder durumun herkesçe bilinen en büyük ve somut hakikatlerden biri olduğunu söyledi. Bu bağlamda tarihte ve günümüzde sahip olduklarıyla şımaran, tuğyan eden nice Karun’un varlığına dikkat çeken Musa Üzer, günün birinde sahip olunan tüm mal, mülkün geride bırakılarak bir kefen ile gitmenin üzerinde tekrar tekrar düşünülmesi gereken dehşetengiz bir olay olduğunu belirterek insan için uyarıcı bir musibet olarak her an müşahede edilen ölüm ayetinin kafi olduğunu ifade etti.
İkinci olarak dünyevileşme meselesinin bir de çağdaş/modern boyutu bulunduğunu belirten Musa Üzer, modern dönemin öncesi ile kıyaslandığında bambaşka bir dünya olduğunu, insanın fücur boyutundan neşet eden birçok olumsuzluğun sistematik şekilde bilhassa bu modern dönemde fiili karşılık bulduğunu ve hayatı gerek insan gerekse de diğer canlılar için yaşanılamaz hale getirdiğini kaydetti.
Bu meyanda modern dünyanın oluşum serüveni ve buna etki eden felsefi-ideolojik düşünceleri özetleyen Musa Üzer, hakim kapitalist tüketim tarzı ve ahlak biçiminin eğitimden siyasete, sanattan kültüre, ekonomiden eğlence anlayışına değin hayatın hemen hemen tüm alanlarını kasıp kavurduğunu, artık giyim ve kuşam, zevk beğenilere değin birçok alanda herkesin herkese benzediği bir durumun oluştuğunu ifade etti. Batıda Kilise ile yaşadığı kavgayı genelleştirerek modernist paradigmanın merkeze “Tanrı ile topyekûn hesaplaşma”yı koyduğuna dikkat çeken Musa Üzer, bu bağlamda modernizmin sadece bilim ve teknolojide, araç gereçte ilerleme olarak algılanamayacağını belirterek “Asıl amaç Tanrı’yı hayattan kovmak; sosyal, siyasal, ekonomik, sanatsal, sportif vb. yönleriyle hayatın tüm ünitelerini Tanrı, melek, ahiret, peygamberlik gibi metafizik/gaybi değerleri mündemiç dinden arındırmak ve cenneti yeryüzünde, bu dünyada inşa etmektir.” dedi.
Bu bağlamda bir Suudi Arabistan’ın Türkiye’den, Nikaragua’nın ABD’den çok da farklı olmadığını belirten Musa Üzer, giyim kuşam, zevk ve beğeniler, üretim ve tüketim, toplumsal ilişkiler, siyasal yönetim, uluslararası ilişkiler gibi alanlarda modernist paradigmanın tezahürlerine örnekler verdi. Türkiye’deki ulus-devletin de bu paradigma temelinde örgütlendiğini hatırlatan Musa Üzer, kurucu ebedi şef olarak algılanan Mustafa Kemal Atatürk’ün de “ilim en hakiki mürşiddir” derken “metafizik olanı dışlayan pozitif bilim”i kastettiğini ve nitekim onun dini ve onun temel kaynağı Kitab-ı Kerim’i “gökten indiği sanılan kitabın dogmaları” olarak tanımlamasının da bunun kanıtı olduğunu ifade etti.
Öbür yandan modern dönemde bu materyalist paradigmanın metafizik/gaybi olana karşı topyekun düşmanlık temelinde konumlandığını belirten Musa Üzer, Post-Modern addedilen dönemde ise bunun biraz daha yumuşatıldığını, işin içerisine artık dinin de konulmaya başlandığını kaydetti. İlk bakışta bir olumluluk olarak görünse de aslında bunun daha sinsi ve tehlikeli bir durumu ifade ettiğini belirten Musa Üzer, çünkü rölâtivist özellikteki Post-Modern paradigmanın hakikat namına tüm iddiaları yok saydığını, her şey gibi dine dair olarak da adamına göre hakikat tasavvurunu oturtmaya çalıştığını söyledi. Bunun ise “herkesin doğrusu kendisine” algısını oturttuğunu kaydeden Üzer, uyarıya, nasihate, öğüte, Müslümanların en temel vazifesi olan emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünkere kapalı bir “özgür birey” tipi ve ikili ilişki modelinin ikame edilmek istendiğini kaydetti.
Modern ve aslında birçok temelde ondan farkı olmayan Post-Modern paradigmanın bugün itibariyle istese de istemese de herkesin gündelik pratiklerinde belirli ölçülerde etkili olduğuna dikkat çeken Musa Üzer, nasıl bir dünyada yaşanıldığı ve bu dünyayı oluşturan temel dinamiklerin neler olduğu sorusunun derinlemesine muhasebe edilmesi, çağdaş hayatı kuşatan modernist ve post-modernist paradigmaların doğru kavranması, “Lâ” derken neye niçin “hayır” denildiği şuuruna sahip olunması, cemaat bilinci ve disiplini içerisinde yer alınması, Asr Sûresi’nin öne çıkardığı uyarıcı ve dönüştürücü ilişki zemininin tesis edilmesiyle ancak kuşatıcı dünyevileşme hastalığından kısmen de olsa arınılıp korunabileceği vurgularıyla konuşmasını tamamladı.
Program dinleyicilerden gelen soru ve katkıların konuşmacı tarafından cevaplandırılmasını müteakip sona erdi.