Ölüm, yıllar yılı kafaları kurcalayan, adı geçtiğinde çoğunlukla insanın tüylerini ürperten, varlığı inkâr olunamaz olsa da, kendimizden hep uzak saydığımız bir nefestir. Kiracı olduğumuz bir mekândan, başka bir konaklama mekânına geçişte aldığımız ilk soluktur.
Ölüm, rûhun bedene olan bağlılığının,
Sona ermesi olup, vukû bulur ansızın.
Ölüm, kulun bir hâlden bir hâle dönmesidir.
Bir evden, başka eve göç etmesi demektir.
Zîrâ buyuruyor ki Rabbimiz bir âyette:
Her bir canlı, ölümü tadacaktır elbette.
Bir şeyi tatmak ise, “Hayat”la mümkün olur.
Öyleyse kul ölmekle, yok olmaz, hayat bulur.
Ölüm ile bu hayat sona eriyorsa da,
Başka hayat başlıyor bu sefer de mezarda.
Âhiret’e nazaran, bu dünyâ bir hayâldir.
Âhiret asıl olup, dünyâ gölge gibidir.” (İmam Gazali)
En iyi akıl hocamızdır ölüm.
“Ne zaman hayatımızda her şey kötüye gitmeye başladığında ve “pes artık bundan daha kötü bir durum olamaz” diye düşündüğümüzde, ölüme sor.
Gerçektende o kadar umutsuz ve kötü durumda mıyım diye.
Ve Ölüm sana cevap verecek: Hayır bu en kötüsü değil, çünkü ben sana daha dokunmadım, bak.” (Kızılderili Don Huan)
Ölüm, sabahın beklendiği, hasret kalınan sevgilinin yâd edildiği gibi hatırlanmak ister daima. Çünkü o, geleceğin garantisinin habercisidir. Yatırım yapılan bir banka kasasının anahtarıdır adeta. Ölüm, gelinlik kızın tamamlanmış çeyiz sandığıdır, kurtuluşun yahut felaketin hiç dinmeyen sesidir.
Herkesin ölümü kendi rengindedir. Kimileyin mutluluğun timsali tatlı bir pembe, kimileyin hüznün sembolü kuru yaprak sarısı, bazen boğucu bir gri, bazense titreten bir zifiri kara. Ölümün gayesi, daha yaşarken belirleyelim kendi rengimizi. Aldığımız solukla, yanaklarımızda açan güllerle, ellerimizin ve ayaklarımızın ettikleriyle, beynimizin hasat ettiği ürünlerle ve en önemlisi yüreklerimizde ekip biçtiklerimizle.
“Herkese kendi rengindedir ölüm…
İyi de görünür parlak bir aynada, kötü de!...
Aynada güzeldir güzelse yüz, çirkin yüz de çirkin elbet!
Ölümden korkup kaçıyorsan eğer, kendi çirkinliğindir seni korkutan…
Ölümün yüzü değil çünkü çirkin olan,
Belki kendi yüzündür aynada yansıyan ve görüntüsüyle canını ürküten.
İyinin de sende büyümüştür fidanı, kötünün de.
Kendi elinde kazandığındır güzel de, hem çirkin de…” (Mevlana)
Ölüm adı, belleklerde ‘hep ötelemek, hep kaçmak, hep akla getirmemek ve hep kendine yakıştırmamak’ olarak kazınmıştır.
Oysaki o her zaman bizimle, nefesi ensemizdedir. Göz açıp kapamak kadar anlık sürede yapışır yakamıza. Vakti belirlenmiş, hiçbir şeyin engel olamayacağı bir gerçekliktir ölüm.
“Ecelleri geldiği zaman da, onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de ileri geçebilirler.” (Nahl; 61)
Kaçmak ve hatırlamamaya çalışmak bir çözüm veya kurtuluş değildir. Biz istemesek de, o kavrayacaktır yüreğimizi.
“De ki; Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da hem gizliyi hem de aşikârı bilen Allah'a döndürüleceksiniz.” (Cuma; 8)
Ölüm bir son değildir. O bir yol, o bir köprüdür, anayla bebek arasındaki kordon bağı gibi. Sanal âlem olan dünyadan, gerçek âlem âhirete… Cennetimiz veya cehennemimiz için geçiş bileti olacaktır kendi ellerimizle işlediklerimizle.
Dünü bugüne, bugünü yarına savuştururken gamsız, kedersiz, umursuz, tuvale dökülen geçmişin tozlu resmidir ölüm. Doldurmak yerine habire boşaltırken heybemizi, sırtlanırken boş çuvalları avare omuzlarımıza, ezilirken heva ve heveslerin ağırlığı altında, genizleri yakan keskin kokunun kendisidir ölüm.
Bir bilinmezlik, bir yok oluş değildir o. Yeniden doğuşun ilk adımıdır. Âşıkların, sevdalıların buluşma şifresidir. Asiye’nin, Sümeyye’nin duvağı, âlimlerin duası, zalimlerin azabıdır ölüm.
“Yoksa günah işleyip de kendisine ölüm gelince: "İşte ben şimdi tevbe ettim." diyen kimselerin tevbesi kabul edilmez. Kâfir olarak ölenlerin de tevbeleri kabul edilmez. İşte bunlara ahirette can yakıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa/18)
Balık gördüğünde Yunus’u, karga öttüğünde Habil’i hatırlamaktır. Filistinli çocuğun attığı taş, Ali’nin salladığı kılıç, Resul’e edilen biattır ölüm. Hüseyin’e gönderilen mektup, Kerbela’yı kızıla boyayan kandır. Ahde vefa, İsmailce iman, Hacerce sabırdır ölüm.
Kuru toprağa düşen tohumun filizlenmesi, gecenin gündüze bürünmesi, kışın yazla yer değiştirmesidir. Azıkları biriktirip Hakka hazırlanmaktır. Bir daha veda etmemek üzere buluşmak, hemhal olmaktır sevgiliyle. Sonsuz yaşamda, karlı alışverişe ant içmektir. Kavuşmak için maşuka, Müslümanca ölmeyi dilemektir.
“ …Ey gökleri ve yeri yoktan var eden Rabbim! Benim velim sensin, benim canımı Müslüman olarak al ve beni salih kulların arasına kat!” (Yusuf/101)
Ölüm, esrarı silen şifrenin ta kendisi,
Ölüm, gerçeğin, veche soğuk esintisi.
Ölüm, bedendeki hayatın kesintisi,
Ölüm, lahzada ki gerçeğin tecellisi.
Ölüm, suretin aslı ile birleşmesi,
Ölüm, toprağın can ile yeşermesi.
Ölüm, ruhunun terk-i diyar etmesi,
Ölüm, mananın madde’den de ötesi.
Ölüm, zamanın sekte edip düşmesi,
Ölüm, mekânın emir ile göçmesi.
Ölüm, varlığın tezahür edip gelmesi,
Ölüm, yokluğun zihindeki sekmesi. (Refik Recep Pelit)
“Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada azablandırmak ve canlarının, onlar inkâr içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor. (Tevbe/ 85)
“Hayır; can, köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman, "Son müdahaleyi yapacak kim" denir. Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu anlamıştır.” (Kıyamet/26-28)
Hayat, doğum ve ölümler dizisidir. Her insan, doğduğu anda yapım süreci devam eden bir eserdir. Hep bir yanının, bir şeylerin eksikliğini hissedip durur. Boşlukta sallanan adam misalidir. Ecel gelip kendini bulduğunda, noksanlığını hissettiği son halkayı da tamamlamaktır ölüm.
“Her nefis ölüm tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Al-i İmran/ 185 )
Güzel ve hayırlı ölümle şereflenmek, her mü’minin dudaklarında tespih olmalı, bu gözle bakmalı dünyaya.
Selam ve dua ile.