Evvelki gece Habertürk kanalında yayınlanan Taraf ’ın eski yazarlarından Sevan Nişanyan ve Türk Tarih Kurumu eski başkanlarından Yusuf Halaçoğlu’nun katıldıkları Teke Tek programını izledim. Umarım siz de izlemişsinizdir. Eğer izlemediyseniz bulun seyredin mutlaka...
Konu malum, Ermeni soykırımı yasa tasarısının ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu’ndan geçmesinin üzerine alevlenen 1915 büyük felaketi.
Sevan, Yusuf Halaçoğlu’nun küflü iddiaları karşısında şu bizim Petrol Ofisi reklamındaki Yaban gibi sürekli “Yalan söylüyorsun, yalaann!” diye bağrındı durdu. Soykırım ihtilafı siyasi bir müsabakaya döndüğü için, bu program da o minvalde gelişti tabii. Elindeki belgeyi okurken bile Halaçoğlu’nun konuyu nasıl çarpıttığını Sevan canlı canlı ebeledi ve deşifre etti. Biraz daha sakin olabilse, konuyu belki ilk defa bu programdan öğrenecek insanlar için daha aydınlatıcı olabilirdi.
Ama Sevan bu, bu tip adamları böyle kabul edeceksiniz. O da eleştirilmeyi hazmedecek. Resmî tezin en önemli sembollerinden Halaçoğlu’nun mahzunluğu, Sevan’ın bilgisi ve cinliği kadar, o hep arkasında hissettiği gücün yokluğundan da kaynaklanıyordu. Halaçoğlu, eski Türkiye’nin gittikçe silikleşen bir kontürü gibi kaldı.
1915 felaketi, ülkenin tarihindeki en önemli karadeliklerden birisi ve artık o da aydınlanıyor. Belki bu gazetenin çoğu okuru için bile hazmetmesi zor bir konu Ermeni tabusu. 95 yıl öncesinden gelen bir hortlakla, yüklenilmiş bunca önyargı ile yüzleşmek kolay değil gerçekten.
Vesayeti terbiye ederken, her konuda şeffaflık vs. derken 1915 trajedisinin de tüm gerçekleriyle ortaya çıkmasına razı olunacak. Bu tarih sofrası à la carte değil, fiks mönü, seçmece yok.
Sadece Türkler için değil, Ermeniler için de durum böyle. İşin nihayetinde iki tarafın da keskinlerinin savunduğu tezlerin orta yerinde durduğu anlaşılacak tarihî gerçeklerin.
Bana gelen maillerde “Tamam böyle gitmez, anladık. Peki, çözüm öneriniz nedir” deniyor. Aslında cevabı yukarıda verdim, hep veriyorum. Duymak isteyen duyuyor; başka bir sihirli formül yok açıkçası.
Devlet önce inkârdan vazgeçecek. Resmî tezde yıllardır işlenen iddiaların bizzat soykırımın devamı olduğunu görecek, bir halkın yok oluşunun mesuliyetini, yok edilmiş halkın sırtına yükleyen, “Gerekirse yeniden yapılır”, “Hadi Balkanlarda, Kafkasya’da 1. Dünya Savaşı’nda katledilen Müslümanlarla Ermeni tehcirinde ölenlerin sayısını fitleyelim, hesap kapansın” diyen zihniyet için utanç duyulacak. İttihatçı katillere “Atalarım”, soykırım ihtilafına “Milli onur” deme saçmalığına “one minute” denecek.
AKP, bu konuda da ortaya bir fark koymak istiyorsa, bu önerileri ciddiye alır. Şu an 1915 konusundaki inkârcı devlet mantığını AKP de devralmış gibi görünüyor. Sayın Erdoğan da, Davutoğlu da, konuyu popülist bir milliyetçilik boyutunda değerlendirdi. Hatta Davutoğlu “1915 onlar için tehcir yılı olabilir ama, bizim için Çanakkale yılı” diyerek Ermenilere ve büyük bir insani trajediye hangi açıdan baktığını gösterdi.
Ancak bu tavrın onların da içine sindiğini zannetmiyorum. Konu çok siyasallaştığı için AKP de oyunu realpolitik, yani stratejik ve ekonomik önemi üzerinden dünyaya şantaj yaparak devam ettirmeye zorunlu hissediyor kendini. Eh içeride bir de yaklaşan seçimler var. Kürt açılımında kendini yıpranmış hisseden milliyetçi tabana yaslı bir parti, iç dinamiği olmayan Ermeni konusunda niye onurlu, cesur adımlar atsın ki!
Asıl komedi, hadi Sayın Arınç’ın deyimiyle yumuşatalım, trajikomik vaziyet de bu.
Konunun halklar boyutunda ise bence her şey çok müspet gidiyor. Devlet düşünce ve ifade özgürlüğünden elini ayağını çeksin yeter. Öyle tarih komisyonları gibi cinliklerle değil, sivil dinamiklerin özgürce yapacakları çalışmalarla halk tarafsız, yetkin kaynaklara ulaşacak, kendi vicdani kararını verecek. Bu süreç çoktan başladı zaten.
Özgürleşmiş bir Türkiye’nin bir on senede gerçekleri yakalayacağını düşünüyorum. Ölüler usulüne uygun gömülmezse geri gelirler. Öldürülen yüz binlerce Ermeniyi saygın bir biçimde gömmenin ve 1915’i gerçekten ardımızda bırakmanın tek yolu bu vicdani aydınlanmadır.
TARAF