“Ölü Kuş Toplar Gibi Çocuk Cenazesi Topladık”

İsrail işgalinden kaçarak Halep'teki kamplara yerleşen Filistinli mülteciler rejim saflarından savaşmak için kurulan Kudüs Tugayı'na yarı-gönüllü asker olarak yazıldıklarında ne hissediyordu.

Melek Gedik / Karar.Com

Suriye düşmanlığının arttığı hatta bazı belediye başkanlarının talimatları ile daha da körüklenen 'sığınmacı' tartışmalarına farklı bir bakış açışı sunan gazeteci Cihat Arpacık, kitabına dikkat çeken şu cümlelerle giriş yapıyor: 

Cevabını bulamadığım çok soru var? Bütün bu siyasi süreçlerin arkasında, TV ve gazetelerde takip ederken kaçırdığımız öyle bir mefhum var ki... İnsan. Nasıl insanlar? Bu ateş topundan kaçarak Türkiye'ye sığınan milyonca mülteci hep geldikleri yerlerle anılıyor. Dokuyu bozmakla, huzursuzluk çıkarmakla, kiraları yükseltmekle ya da Türk ve Kürt Türkiyelilerin hakkı olan işleri (ne gariptir ki hep daha ucuz iş gücü olarak kullanılarak) onların elinden almakla suçlanan kalabalıklar mesela. Şimdi dünya bu soruna bir çözüm arıyormuş gibi duruyor ancak kimsenin gerçekten hiçbir şey yaptığı yok. İnsanlar ölüyor, bu kitapta okuyacağınız gibi insanlar hepsi..."

Belki de Suriye/Suriyeliler meselesine bakarken ya da tartışırken en çok unutulan mefhumu 'insanı' kaleme alan Arpacık, Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) kuruluşundan Suriye'deki Kürtlere, Esad rejimin paralı askerlerinden Rusya-İran destekli 'savaş ekonomisi'ne kadar pek çok noktaya değiniyor kitabında.

Cihat Arpacık'ın Suriye savaşını, insanı bir bakış açısıyla ele aldığı Savaşın İnsanları, Çıra Yayınları'ndan çıktı.

ÖLÜ BEDENLER ÜZERİNDE PAZARLIK

Yıllardır lüks otellerde yapılan uluslararası müzakere toplantılarının krizi çözmediğini aksine daha da tırmandırdığını savunan Arpacık, savaş notlarında 'İslamcı Kürt' olarak tanımladığı Abdullah El Kürdi'nin müzakere süreçleri ile ilgili sözlerine yer veriyor: Cenevre'de insan hayatıyla, insan ekmeğiyle siyaset yapılıyor. Hayatlarının kurtarılmasını istediğimiz insanlar yaşlı, kadın ve çocuklar. Hepsi sivil Suriyeliler, savaşta taraf bile değiller ama bu insanların ölümleri üzerinden bizimle masaya oturmak istiyorlar.

Kürdi'nin de oturtulmak istendiği müzakere masaları sürekli devrilse de Suriye'deki iç savaş tüm olağanlığı ile devam ediyor. 2011'de sivil gösteriler ile başlayan daha sonra rejim güçlerinin kanlı müdahaleleri ile adeta kangrene dönen savaşta Esad ordusu şiddetini her geçen gün artırdı. Esad'ın kendi halkına dönük giriştiği katliamları, orta-sınıf muhaliflerin kalesi olarak bilinen Halep'in Askeri Konsey Başkanı Abdulcebbar Ageydi şu sözlerle anlatıyor: 

İRAN DESTEK VERMESEYDİ, BAAS REJİMİ YIKILIRDI

"Savaşın ilk günü Suriye Ordusu'nda 400 bin personel bulunuyordu. Onlardan geriye sadece 60 bin kişi kaldı. Bunlardan rütbeli olanları kana susamış, insanı öldürmekten zevk duyan, psikolojik sorunlu tipler. Savaşacak ve ölecek adamlara ihtiyaç var. Sayı bu şekilde azalınca devreye İran girdi. Lübnan, Afganistan, Pakistan ve Irak'tan Suriye'ye savaşçı ithal etti. Rejime İran ve Hizbullah'tan asker desteği gelmemiş olsaydı şu an bir Baas rejiminden bahsetmemiz mümkün değildi..."

Ageydi'nin bu sözleri 2014 yılına ait. Fakat rejim güçleri şu an muhaliflerin kontrolündeki Halep'i ele geçirdi ve özellikle ateşkese rağmen sivillerin yoğun yaşadığı İdlib ateş çemberinin tam ortasında. 

Suriye'ye her gün peş peşe bombalar düşerken, 'Çocuklarının bedenlerini ölü kuşlar gibi Halep sokaklarından toplamak zorunda olanlar' katliamların vahşi yüzünü bir kez Arpacık'ın kitabında anlatıyor. Savaştan önce sadece 17 yaşında olduğunu belirterek sözlerine başlayan sivil savunma görevlisi Hamid Kuteyni "Saldırıdan sonra ölü kuş toplar gibi çocuk cenazesi topladık. Bazı çocuklar öylesine hareketsiz ki, sadece gözlerini hareket ettirebiliyordu. Sanırım hiç bir zaman bunun etkisinden çıkamayacağız."

VAHŞET İÇİNDE SAVAŞ EKONOMİSİ

Halepli Ebu Bekri ise Halep'in uluslararası bir anlaşma nedeniyle düştüğünü belirterek, kuşatma altında oluşan 'savaş ekonomisi' için şunları söylüyor: 

"Halep için Batı'nın yardım dernekleri çok yaygındı. Neredeyse her ilçede bu derneklerden görürdünüz. Bunlar 400-500 dolara Batı’ya ajanslık yapan Suriyelilerdi! Büyük bir vahşet içinde savaş ekonomisi oluşmuştu."

Savaşta iki bacağını ve 3 parmağını kaybeden Bekri, savaşın acı yüzündeki 'ihanet noktaları'nı böyle dile getiriyor. Suriye'de bunca yaşanan dramla birlikte insanoğlundan ümit kesmemek gerektiğini anlatan bir kahramanlık hikâyesi de var. İşte onlar 'Beyaz Baretliler'. Arpacık'ın konuştuğu Beyaz Baretliler'den biri şöyle aktarıyor: Bu savaştan önce ne bir ceset gördüm ne de herhangi bir cesede dokundum. Bu 2012'nin yaz aylarına kadar sürdü. Bu tarihten sonra gördüğüm, dokunduğum cesedin sayısını bilmiyorum. Sadece birkaç önce yaşayan insanları ceset torbalarına koyup götürdüm. İnsan böyle bir iş yapınca bu savaşın aslında ne kadar vahşi olduğunu da anlıyor."

2013'de Şam'a bağlı Guta'da yaşanan kimyasal silahlı katliamı ise Arpacık'ın kitabında yer alan en kanlı satırlar: 

"Kasyun Dağı'ndan gönderilen kimyasal başlıklı füzeler yerleşim yerlerinin ortasında patladıktan sonra hava salınan kimyasal yavaş yavaş insanların ciğerlerine yapışmaya başlıyordu. Guta'da insanlar nefessiz kalarak boğulmaya, ölmeye başladı... Kısa sürede bini aşkın sivil bu silahlar nedeniyle hayatını kaybetti. Dünya şok halindeydi... O günlerde, kimyasal silah kullanımı kırmızı çizgi olarak ilan etmiş olan ABD bir askeri hareketlilik başlattı. Aslında ne kadar iki yüzlü bir politika! Konvansiyonel silahlarla günde binlerce kişiyi zaten öldüren bir rejimin kimyasal silah kullanınca durdurulması için harekete geçmek! Aslında harekete de geçmedi ABD. Operasyon söylemleri hep lafta kaldı. Daha sonra da çok konuştu dünya. Cenevre'de, Riyad, New York'ta, Viyana'da, Astana'da..."

"Lüks otellere doldurulan sözümona Suriye direnişinin siyasi temsilcileri, başka ülkelerin diplomatları ve gizli servis elemanları tarafından çembere alınıp yemekler yenilirken, hiçbir toplantıda sorunun çözümüne adam akıllı tek satır çözüm bulunamazken Suriyeli çocuklar ölmeye devam etti."

'Savaşın insanları' ölmeye devam ederken, kaçan milyonlarca Suriyeli de kamplarda yaşama tutunmaya çalıştı. Kitabında kampların korkunç şartlarını dile getirmekten çekinmeyen Arpacık "Suriye’deki en büyük mülteci kamplarından biri olan Atme Kampı, Bangladeş'te gördüklerimi bana unutturmayı başarmıştı. Suriye'nin sınır kasabası olan bu çadır kamp, herhangi bir uluslararası kurum veya kuruluşun himayesinde değil. Her çadırın içinde yaşamaya çalışan en az 5 kişi var. Çadır bulamayanlar ise ağaç kovuklarında uyumaya çalışıyor. Yazın belki bir nebze daha kolay fakat çetin kış mevsimlerinde soğuktan donan bebeklerin artık çetelesi dahi tutulmamaya başlanmış."

NEDEN KAMPLARDA YAŞAMAK İSTEMİYORLAR?

Suriyelilerin bu kamplarda neden yaşamak istemediklerini, kampları gezdikten sonra bir kez daha iyi anladığı ifade eden Arpacık, kampta bir Türkiyeli geline rastladığını da dile getiriyor: 1972 yılında Gaziantep'ten Suriye'ye gelin olarak gelmiş. 30 yıl boyunca Halep'te yaşamış, çocukları, torunları olmuş 70 yaşında bir kadın o. 30 yıldan fazla süredir Suriye'de olduğunu söyleyen Hatice Hanım, "Bir tek gün bile Antep aklımdan çıkmadı" diyor. Vefat eden anne ve babasının cenazesine gidememiş. Yıllar var ki kardeşlerini de görmemiş. Onların fotoğraflarını bulup çıkarıyor. Kampın kapısına kadar arkamızdan geliyor Hatice Hanım. Arkamızdan "Selam söyle" diye bağırıyor. Kime söyleyeyim Hatice Teyze?/ Türkiye’ye.

Kültür Sanat Haberleri

Genç Birikim dergisinin Aralık 2024 sayısı çıktı
Vatanına dönerken yaşadıkları kadar ağır değildi yükü
“Made in Gaza: From Ground Zero” Savaş bölgesinde mahsur kalan film yapımcılarının sesi oluyor
Taksim Camii Filistin Kitap ve Kültür Günlerine ev sahipliği yapacak
Ümraniye Kitap Fuarı cumartesi günü başlıyor