Ölü can alışverişi

Mustafa Özel, Gogol'un hikayesinden yola çıkarak kahraman/anti-kahraman sarkacında kapitalist piyasa 'ahlakını' sorguluyor.

Mustafa Özel / NİHAYET 

Ölü can alışverişi

Ürperdiniz! Bugünlerde sayıları azalmış da olsa, hangimiz “Eskiler alırımmm!” diye bağırarak neredeyse gün aşırı sokağımızdan geçen eskiciyi hatırlamaz? Aynı adamın “Ölü can alırımmm!” diyerek geçmesi çok mu tuhaf olurdu? Böylesi ancak romanlara mı yakışır? Kesinlikle haklısınız! Nitekim Gogol, Ölü Canlar başlıklı fantastik hikâyesiyle 19. yüzyıl gerçekçi Rus romanını başlatmakla (Belinsky) kalmadı, feodal anlayıştan kapitalist zihniyete geçişin (geçmeye çalışıp bir türlü geçemeyişin!) de en gerçekçi tarihini yazdı. En iyi Rus tarihçiler, Gogol'ün şakirtleri olsa gerek. Tarih önce kurgulanır, sonra araştırılır!

Çiçikov'un acayip sergüzeştine dair bu “epik şiir”, ilk dört sayfasıyla son sekiz sayfasında bize hem bir roman felsefesi sunuyor hem de bir erken kapitalizm sosyolojisi. Aradaki 290 sayfa ise eğlendirici bir hikâye içinde hikâye, oyun içinde oyun. Romantik bir realistin yazdığı komik bir trajedi! Sırf bu trajediyi daha iyi hissetmek için Rusça öğrenmeye değerdi!

Şimdi sıkı durun: Ölü Canlar, bir alçağın hikâyesi. Alçak ama yenilikçi ve girişimci. Bunlarsız koca Rusya, kapitalist geleceğe nasıl kanatlanabilirdi ki? Ve roman bu kanatlanışın tarihi olmayacaksa, başka neye yarardı? Alçak mı? Kahramanının erdemli ve mükemmel bir insan, yani bir kahraman olmadığını kabul eden Gogol, bizi öncelikle sükûnete davet ediyor: “İlle de böyle sert mi olmalı insanlara karşı yargılarımız? Galiba en doğrusu ona efendi ya da sahip demek. Çünkü bütün suç sahiplenmede. Temiz bulunmayan işler hep sahip olma arzusundan kaynaklanıyor.”

Gogol'den 48 yıl sonra, adında efendi kelimesi bulunan bir Osmanlı, ilk girişim romanımızı yazdığında, 'seyit' sıfatlı yenilikçi kahramanını bir ahlak ve erdem abidesi olarak resmediyordu.

Turfandacılık dâhil birçok ticaret alanında hakiki inovasyonlar yapan Seyit Mehmet Numan, Çiçikov'un aksine hem piyasada hem de toplum içinde son derece itibarlı, güvenilir ve müşfik bir insandır. Bu yüzden, “poliçeleri her piyasada gayet muteberdir. Pek zengin bir adam olduğu için değil. Seyit Mehmet Numan zengin unvanına ol kadar müstehak bile değildir. Midilli zeytin bahçelerinin kendisine ettikleri kredi ile İzmir'deki kuru üzümcü veyahut meşe palamutçusunun hesabını görür veyahut Fiyome'den İskenderiye'ye irsal ettirdiği kâğıt ve mukavvanın bedelini Akka, Ladikya, Antakya taraflarından toplayıp Triyeste'ye sevk ettirdiği yapağı esmanıyla tediye ettirtir. Bir mübadeledir gidiyor, bir dolaptır dönüyor ki değme metanet-i efkâr sahibi gençlerin bile apışacakları derkâr iken, Seyit Mehmet Numan o ihtiyar kafası ile bu işlerin kâffesini hüsn-i idareye muktedir oluyor.” (Ahmet Midhat Efendi, Müşahedat)

Çiçikov da bir dolap döndürüyor ki, değme metanet-i efkâr sahibi büyüklerin bile apışıp kalacakları derkârdır. Peki, Dostoyevskileri, Tolstoyları “Palto”sundan çıkaran bir yazar, kendine kahraman olarak niçin erdemli birini seçmedi? “Çünkü bırakalım da şu zavallı erdemli insan bir rahat soluk alsın artık. Olur olmaz herkesin ağzında bir erdemli insandır gidiyor. Âdeta bir beygire döndürüldü erdemli insan: Üzerine binip, kıçına sopayı basmayan yazar kalmadı... Yeter artık! Sıra alçakları arabaya koşmada! Öyleyse biz de bizim alçağımızı koşalım arabaya!”

Erdemli değil, alçak kahraman!

  • Gogol şunu kavramıştır: Kapitalistleşme yoluna giren topluma ayna tutacak olan romanın, kahramanı değil, anti-kahramanı olabilir ancak. Daha ilk sayfada, kitabını “Rus insanının eksiklerini, ayıplarını göstermek için” yazdığını söylüyor; “üstünlüklerini, erdemlerini göstermek için değil.” Erdemli insanın, ufukta beliren yeni toplumda tutunamayacağını sezmiştir ve erdemsizin “destansı şiirini” yazmak istemektedir. Çiçikov’a ilk ciddi hayat dersini babası üzerinden verirken, yazarımız paragöz bir tefeciden farksızdır: “Derslerine çalış, yaramazlık yapma, öğretmenlerinin ve okul yönetiminin gözüne gir; ille arkadaş olacaksan zengin çocuklarıyla arkadaş ol, gerektiğinde sana bir yardımı dokunsun. Paranın değerini bil, her meteliğin üzerine titre: Para dünyada en güvenilir şeydir… Dünyada parayla aşamayacağın engel yoktur.”

Alçak kahramanımız pratik ve yenilikçidir. Arkadaşlarının ikramlarını bazen saklıyor, hatta zaman zaman bunlardan arta kalanları onlara satıyor. Nefsine gem vurmuştur; babasının giderayak eline sıkıştırdığı elli kuruşu bile harcamadığı gibi, inanılmaz bir beceriyle parasını çoğaltıyor. “Pazardan yiyecek ufak tefek şeyler alıyor, sonra sınıfta zengin çocuklarının yanına oturup, yemek saatine doğru, iyice acıktıkları bir sırada, sanki tesadüfenmiş gibi sıranın altından böreğin ya da çöreğin ucunu gösteriyor, açlığını iyice kızıştırdığı çocuktan açlık durumuna göre para alıyordu.” O denli inovatiftir ki, evde eğittiği, yatıp kalkmayı öğrettiği bir fareyi bile iyi bir fiyata sattı. “Parası beş rubleye ulaşınca, bunları kendi eliyle diktiği bir keseye koyup kaldırdı, ardından ikinci bir kese doldurmaya çalıştı.” Wallerstein'ın kapitalizm analizinin kalbinde yer alan “sermayenin sınırsız birikimi” süreci başlamıştır artık. Rus toplumunda hâlâ tam meyvelerini verememiş bir süreç!..

Acayip bir kredi sistemi

Çocukluğumda son derece uyanık bir “Kör Abdurrahman” vardı, Karaköse’nin Cimikân köyünde. Başkalarına ait koyun sürülerini Ziraat Bankası yöneticilerine kendisininmiş gibi gösterip, kredi aldığı, sonra da aldığı parayı bir zaman afiyetle yediği, geri ödeme zamanında da “sır olduğu” söylenirdi. Çiçikov kör değil, dörtgöz Abdurrahman! Önce birtakım ince numaralarla orta dereceden bir memur olmayı başarıyor. Bir inşa projesinde diğer komisyon üyeleriyle beraber şahane bir eve sahip oluyor. Fakat devlet, sonunda bu “ganimete” el koyuyor. Derken gümrük müfettişi oluyor Çiçikov, uzun zaman rüşvete bulaşmıyor. Fakat bu imsakın daha büyük bir stratejinin parçası olduğunu anlıyoruz. Nihayet vakti geldiğinde, diğer bir memurla beraber asıl büyük vurgunu planlıyor:

“Sınırdan iki koyun postu arasında Brabant dantellerinin geçirilmesiyle gerçekleştirilen milyonluk vurgun. Dünyada hiç kimsenin, hatta yeryüzünün bütün Yahudileri bir araya gelseler onların bile beceremeyeceği bir işti bu. Çift postlu koyunların sınırdan üç dört kez geçirilmesiyle her ikisinin dörder yüz bin ruble dolayında servetleri oldu.”

Fakat iki memur kendi aralarında kavgaya tutuşunca “devlet” uyanır ve kazançlar bir defa daha müsadere edilir. Çiçikov bu badireden kurtarabildiği “anasının ak sütü gibi helal” on bin ruble ile yeni girişimlere hazırlanır. “Zihni sürekli yeni işler üzerine çalışıyor, boyuna planlar yapıyordu.” Hesapsızlığı yüzünden çiftliğini rehin vermek zorunda kalan bir çiftçinin vekilliğini yaparken, rehin bırakılacak canların yarısının ölü olduğu anlaşılır. Bu durum “kahramanımızın kafasında, bugüne dek insanoğlunun gördüğü göreceği en yaratıcı düşüncenin doğmasına” yol açar. Devletin bedava toprak verdiği Herson gibi uzak yörelerde, bu hakkı koparabilmek için kâğıt üzerinde şu kadar can sahibi olduğunuzu kanıtlamanız gerek. Köyünün adını bile hayal eder: Çiçikova! Her can için hazineden 200 ruble borç istese, bir anda 200 bin dolarlık bir “yatırım sermayesi” olacaktır. “Bu tuhaf düşünce kahramanımızın zihninde işte böyle doğup gelişti. Okurlar bu düşünceyi nasıl buldular, beğendiler mi, beğenmediler mi, bilemem; ama yazar kahramanına karşı gönül borcu duymaktadır, çünkü onun bu tasarısı olmasaydı, elinizdeki roman da olmazdı.”

Gogol'un kitabına çizdiği eskizlerden... 

Feodal cömertlikten piyasacı cimriliğe

Çiçikov'un ölü can alımı yolunda ilk uğradığı toprak beyi Manilov, “ağanın eli tutulmaz” sözünü ete kemiğe büründüren bir safderun. Kendini bir hiç olarak gören mütevazı bir köy beyi; paradan çok dostluğa önem veriyor. Sofrası pek zengin sayılmaz. “Basittir bizim yemeklerimiz, Rus işi lahana çorbası, ama tertemiz bir kalple pişirilmiştir.” Bunlar elbette modern insanı gülümsetecek ifadelerdir. Ne demektir temiz kalple pişirilmiş yemek? Altı üstü bir lahana değil mi? Yemek için kullanılan malzemenin zenginlik ve kalitesine bir de aşçının ustalığı ilave edilmişse, daha ne isteriz? Yemeği pişirenin, hatta yemekte kullanılacak soğanı doğrayacak kişinin mesela huysuz biri olup olmadığı, asla meselemiz değildir. Adamların huysuzluğu yemeğe sinecek değil ya!

Siner kardeşim, hem de öyle bir siner ki, zaman içinde huyunun suyunun nasıl değişmiş olduğunu anlayamazsın bile! Ne yazık ki, günümüzde bu tür inceliklerin izini süren fazla sayıda insan kalmadı. Ama hamd olsun ki, gene de bu kelaynaklar büsbütün yok değil! Nihayet’in Haziran 2016 sayısında Nazife Şişman’ın Zeynep C. hanımefendiyle yaptığı söyleşiyi okuyun lütfen: Lokmacı Dede ramazan sofrası hazırlanırken, mutfağa herkes alınmıyor, bir anlamda kalp temizliği ön-denetimi yapılıyor: “Cimri bir insan mısın, kötü huyların var mı? Belki dedikodu seversin, tencereyi karıştırırken bütün bunları içine katmadığını nerden bileyim?”

Manilov’un gelenekçiliği “sayısal alanda” daha belirgindir. Çiçikov'un, “Son sayımdan sonra acaba kaç canınız ölmüştür?” sorusuna verdiği cevap serapa hesapsızlığını yansıtıyor: “Çok köylü ölmüştür.” Sayı peşindedir Çiçikov, fakat ne yazık ki Manilov’un mülkünde ölenleri kimse saymıyor. Misafirinin kendisinden ölü canları (öldükleri halde devlet sicilinden henüz düşülmemiş köylüleri) satın almak istediğini işittiğinde, heyecan ve şaşkınlıktan piposunu yere düşürüyor... Nihayet, “Rus Yurttaşlar Yasası'na ve Rusya'nın geleceğe dönük amaçlarına aykırı düşmeyecekse,” söz konusu alışverişe razı olacağını söylüyor. Çiçikov sözü fiyata getirince ikinci şaşkınlığı yaşıyor eli açık ağamız: “Siz yoksa varlıklarını bir şekilde sona erdirmiş canlar için para isteyebileceğimi mi düşünüyorsunuz? Sizin aklınıza madem böylesine fantastik bir alışveriş yapmak düşmüş, o zaman ben de size bunları karşılıksız olarak verdiğim gibi, bu alışverişten doğacak vergi ve harçları da üzerime alıyorum.” Ağalık, vermekle!

İkinci durak, Koroboçka. Menfaatin uyanık kıldığı yaşlı ve mütereddit kadın. Defterden düşürülmediğinden ölü canlar için devlete boş yere vergi ödemekte olduğunu kendisine hatırlatan Çiçikov, onları bana sat der. “İyi ama onlar ölü!” Koroboçka bir ölünün nasıl ve niçin satılabileceğini düşünüp dururken, Çiçikov bu işteki avantajlarını sıralar: “Ben hem sizi bu gereksiz maddi yükten hem de onun telaşından kurtarmakla kalmayacak, size can başına on beş ruble vereceğim. Bütün vergi ve harçları ödeyerek onları kendi adıma kaydettireceğim.”

Mantıken son derece kazançlı gözüken bir alışveriş. Koroboçka’nın tereddüdü birkaç sebebe dayanıyor: 1. Şimdiye kadar hiç ölü satmamıştır! 2. Kârlı da gözükse bu iş hem çok yenidir hem de duyulup görülmüş bir iş değildir. 3. Dolayısıyla bu tüccar acaba beni aldatır mı diye korkmaktadır. Korku ve tereddütten gayet ince bir hesap çıkarır sonunda: “Belki de sen beni kandırıyorsundur anam babam, ölü canlar belki de daha çok ediyordur?... Doğrusu, benim gibi deneyimsiz bir dula göre işler değil bunlar! Hele biraz daha bekleyeyim, bakarsın başka tüccarlar da gelir, ben de kim ne fiyat veriyor öğrenir, fiyatlara alışırım." Eh, Adam Smith de olsa, ancak bu kadar derine inerdi…

Nozdrev, kumarbaz uyanık. Kendisi de sahtekâr olduğu için, Çiçikov'u çabuk çözer. Ölü canlarını piyasaya değil, kumar masasına sürmeye heveslidir. Çiçikov, üçkâğıtçı ve kumarbaz Nozdrev’den uzak durmaya çalışır; çünkü kendisi sadece üçkâğıtçıdır, kumarbazlar gibi hesapsız riske girmek istemez! İlk elde yakasını zar zor kurtarır Nozdrev’den, ama bu 'melun' ileride gene karşısına geçecek ve bütün ipliğini pazara çıkaracaktır.

Sobakeviç ise tutumlu, daha doğrusu cimri bey. Piyasa süreçlerine oldukça duyarlı. Ölü can satışına hemen intibak eder. Çiçikov daha satış kelimesini ağzına almadan, “Hay hay”, der, “satayım size ölü canları!” Kahramanımız şaşkınlık içinde kekeler: Peki nasıl bir fiyat düşünürdünüz? Sizin için tanesi yüz ruble! Çiçikov’un şaşkınlık ve aşırı tepkisine karşı, Sobakeviç talep ettiği yüksek fiyatı ayaküstü bir reklam kampanyasıyla haklılaştırmaya çalışır: “İnanın istediğim fiyat çok değil. Yarın bir üçkâğıtçıya çatarsınız, aldatır sizi: Can yerine birtakım döküntüleri kakalar. Oysa benim vereceklerimde tek çürük bulamazsınız, hepsi seçme: Ya sanatkâr ya da sağlıklı köylü. Örneğin, arabacı Miheyev. Hep yaylı araba yapmıştır.. Hem de ne yaylılar! Öyle Moskova işi arabalar gibi bir saatte bozulan cinsten değil!”

Dikkat ederseniz, Manilov’dan Koroboçka’ya, ondan Sobakeviç’e doğru ilerlemek, eli açık feodal beyden, piyasa sinyallerine alışmaya çalışan mütereddit orta hâlli yurttaşa, ondan da son derece kararlı ve pazarlıkçı piyasa aktörüne “yükselmek” demektir. Tanıtımda sergilenen şu ikna becerisine bakar mısınız: “Ya Mantar Stepan? Öyle dülgeri bugün ara ki bulasın. Stepan gibi bir köylü bulun, kellemi keserim. Tam bir pehlivandı. Tuğlacı Miluşkin'i ele alalım: İstediğin evin, istediğin duvarına ocağı örerdi. Çizmeci Maksim Telyatnikov! İğneyi eline aldı mı çizmen hazır demektir. Ve de ağzına içki koymazdı! Yeremey Sorokoplhin'e hiç girmeyelim! Tek başına bunların hepsine bedeldi…”

Çiçikov, açıkgöz Sobakeviç’in yüz rublelik fiyat talebine, “elini vicdanına koyarak” seksen kopek ile karşılık verir; bir ruble bile değil! Bunu gerçekçilikten uzak bulanlara, Hacı Ömer Sabancı pazarlık modelinin de farklı olmadığını hatırlatmak isterim. Sakıp Bey az çok İngilizce öğrenince, babası, “Haydi İtalya’ya gidip tekstil makinası alalım” der. Satın almak istedikleri makinaya İtalyanlar 100 bin dolar isteyince, genç Sakıp, “Eyvah, hacı babam şimdi 50 bin olmaz mı diye tutturup bizi rezil eder, bari 70-80 bin dese!” diye aklından geçirir. Hacı Ömer’in tepkisi görülmeye değerdir: “Oğlum, şunlara de ki, fabrikayı değil, şu kötü makinayı istiyoruz. On binden fazla işlemez.” Gel de tercüme et şimdi! Fakat genç Sakıp kızarıp bozarsa da, makinayı yirmi bin dolara alıp dönerler!

Çiçikov, olanca maharetiyle mal sahibinin pazarlık gücünü kırmaya çalışır. İkili arasındaki çekişme, pazarlama derslerinde örnek vaka olarak okutulmaya değerdir:

  • - Eğitimli, zeki bir insansınız. Neyin alışverişini yapıyoruz biz? Olmayan bir şeyin, bir hayalin. Ölü bir şeyin ne değeri olabilir? Ve kimin işine yarar?
  • - İşte siz satın alıyorsunuz… demek ki birilerinin işine yarıyor! Size can gerekmiş, ben de size can satıyorum; almazsanız pişman olursunuz!
  • - Madem öyle, iki ruble!
  • - Tutturmuşsunuz iki ruble diye, şunun olacağını söyleyin!
  • - Pekâlâ, elli kopek daha veriyorum size.
  • - Ben de size son sözümü söylüyorum: Elli ruble! Zararına veriyorum. Böyle malı hiçbir yerde daha ucuza bulamazsınız!

Her şeye rağmen, tecrübe inadı yener ve Çiçikov ile Sobakeviç arasındaki pazarlık ölü can başına iki buçuk ruble ile noktalanır. Umduğunu bulamasa da, havadan az çok bir kazancı olan Sobakeviç, kendini şöyle teselli eder: “Zarar ediyorum gerçi, ama köpeksi bir huyum vardır: Sevdiğim insanlar ille de sevinsinler, mutlu olsunlar isterim.”

Hastaydı Gogol ve bir kriz anında, tamamlamış olduğu Ölü Canlar’ın ikinci kitabını ateşe attı. Gene de ilk müsveddelerden toparlanan kitapta bu sefer Çiçikov’un yanı sıra Tentetnikov ve Kostanjoglo gibi iki olumlu kahraman var. Onlar üzerinden enfes bir ekonomi politik dersi için Ocak ayını bekleyin. Ha, arada Tolstoy’a uğrayıp Anna Karenina’daki Gogol esintilerini ve Mısır Çarşısı’ndan geçerken A. Midhat Efendi’den keskin bir Adam Smith eleştirisini de dinleyeceğiz, haberiniz olsun.

Kültür Sanat Haberleri

Bilgi, inanç ve eyleme yönelik bir ömür çaba: Sezai Karakoç
Genç Birikim dergisinin Kasım 2024 sayısı çıktı
Umran dergisinin 363. sayısı çıktı!
Dava ahlakına sahip bir Müslüman: Sezai Karakoç
Genç Birikim dergisinin Ekim 2024 (268'inci) sayısı çıktı