Bu konuyu yazmak bir bakıma çok kolay, çünkü öncesi ve sonrasıyla, bütün “devrimci” hava ve pozlarıyla, internette hâlâ süren kof iddiacılıkları, sanal âlemlerinde “aslında biz kazandık”ı ispatlamaya yönelik gülünç hesapları, üstüne bir de saldırganlıkları ve kullandıkları şiddet diliyle, hattâ yer yer başvurdukları ve savundukları fiziksel şiddetle, her şey olanca çıplaklığıyla ortada.
Öte yandan, çok da zor : Malûmu ilâmdan öte, nasıl yeni bir şey söyleyebilirsin ki bu tablo karşısında ? TKP, ÖDP, Birgün, Ertuğrul Kürkçü, (Alevi Derneklerinden) Turan Eser, Fikret Başkaya. Eleştiren herkese karşı bir “geleneklerimize küfür ve hakaret” zırhı (oysa küfür ve hakaret eden sadece kendileri). Bu mealde, Ümit Kıvanç’a, Doğan Tarkan’a, Roni Margulies’e, Taner Akçam’a sözde “cevap”lar. Şurada burada bir yığın başka yazı... Sanki malzeme üretmek için yarışmışlar, bir tükenişi kanıtlarcasına. Referandum boyunca hepsini “kes-yapıştır”mış; tek tek alıntılarla, sakin sakin yazarım demişim, ortalık yatıştığında. Ne mümkün ? Şimdi okumaya bile sıkılıyorum. O kadar banal ki. Ve nasıl olsa anlamayacaklar.
EDP’nin 4 Eylül forumunda söylediğim gibi, ben çoktandır Leninist değilim ve “Lenin [veya Atatürk, veya Aristo, veya Arşimed] bugün hayatta olsaydı” gibi varsayımlardan da hiç hoşlanmam. Öte yandan, geçmişte ve bugün, hep dikkatli bir Lenin okuyucusu oldum. Açık söyleyeyim : herhangi bir devrimci krizin söz konusu olmadığı, yani legal ve yarı-legal bütün olanakları sonuna kadar kullanarak siyaset yapmak gereken koşullarda Lenin’in aldığı tavırlardan hareketle “hayır”cı sol için konacak ilk teşhis ekonomizm ve uvriyerizm olur(du) –çünkü bu “sınıfsal”lığın talepleri ve politika anlayışı, hemen tamamen işçilerin dar günlük çıkarlarıyla sınırlı. Ülke çapında bir vizyon hiç yok; nasıl olsun ki, demokratik mücadeleyi “burjuva” diye karalayıp yadsıdıkça ?
Lenin’in pratik yaklaşımı uzantısında bir üçüncü teşhis de maksimalizm olur(du), çünkü CHP’nin sahte maksimalizminin daha bile abartılı biçimi, bu “sol” için söz konusu. Tabii her ikisi de kendi söylemi ve üslubu çerçevesinde yürüttü bu maksimalizmi. CHP bir ulusal refah ve kalkınma paradigmasına başvurdu, anayasa değişikliğinin neler getirmediğini sıralamak için. ÖDP-TKP türü “sol” ise devrim ve sosyalizm paradigmasına.
Ama ikisi de absürd bir maksimalizmde buluştu, eninde sonunda. İşte size bir fikir seçkisi : * “Gerçek demokrasi”yi getirmiyor, dolayısıyla hayır. * Devrimci Hareket HQ : “Ya gerçek demokrasi, ya hiç.” [Gerçek demokrasi nedir; ne zaman gelecek; AKP mi getirecekti; öyle bir şey hiç olacak mı –orası meçhul tabii.] * Referandumdan sonra düzen aynen devam edecek, hattâ iyice pekişecek, kötüleşecek. [Elli, yüz, yüz elli yıldır da hep “kötüleştiği” gibi mi ?] * “Bizi kandırıyorlar. Ben elma şekerini yutmam.” [Kandırmaca neydi, bir anlasam.] *
Belki en güzeli : “Devrimciler yenilir, ama ütülmez” (Birgün’de Melih Pekdemir). [İnsanın gözünün önüne, altmışını geçmiş, ama hâlâ kısa pantolonlu bir çocuk geliyor. Cebinde kalan beş on bilyesinin “ütülmemesi” uğruna, “oynamamaya” razı. Bu yüzden, ilelebet yenilmeye mahkûm (ve asıl böyle ütülüyor), ama farkında değil. Pardon, umurunda değil, beklediği bir tekkesi oldukça.]
Ne olsun istiyorlardı –bu veya herhangi bir anayasa değişikliği, sosyalizm mi getirsin ? Getirebilir mi ? Ya da, 4 Eylül EDP forumunda Rober Koptaş’ın dikkat çektiği gibi, 13 Eylül’de “hayır” çıkarsa mı ülkeye sosyalizm geleceğini hayal ediyorlardı ? Değişikliğe “evet” demek sosyalizmi yaklaştırmıyordu da, “hayır” demek (veya boykot etmek) mi yaklaştıracaktı ? Akıl sır erdirmek olanaksız.
Koç ve Hakiki Koç vardır ya. Bunun gibi, geçmişin süper-radikalizm yarışlarında da pek çok sol örgüte proleterlik, sosyalistlik, komünistlik yetmemiş; yanına illâ M(arksist) veya M(arksist)-L(eninist) veya R(evolüsyoner) gibi sıfat ve rumuzlar eklemeleri gerekmiş; böylece, fraksiyonlaşıp küçülme sürecine paralel bir kısaltmalar enflasyonu doğmuştu.
Buradan hareketle, Melih Altınok nefis bir gözlem daha yapmıştı, “CHP-ML’liler” yazısıyla (30 Temmuz). Somutta, Ertuğrul Kürkçü ve benzerlerine takılıyordu, bütün hâkim sınıf partilerinden şüphe ilkesini asla CHP’ye uygulamadıkları için. Benimse şöyle küçük, pedantik bir tereddüdüm var : Bu ufacık “sol” mahfiller mi CHP-ML (yani CHP kafalı ama güya Marksist-Leninist havalı), yoksa bizzat CHP mi (militan ML’ler kadar aşırılaştığı için) ? Azamîciliğin böylesini ML’ler mi CHP’den öğrendi, CHP mi ML’lerden ? Sanırım ben Kılıçdaroğlu CHP’sinin sahte radikalizm pozörlüğüne CHP-ML demeyi tercih ederdim, bir kısım “sol” içinse ML-CHP deyimini kullanmayı. Rosencrantz ve Guildenstern. Rosenstern ve Guildencrantz.
Üstelik onlar öldü de. Rosencrantz and Guildenstern are dead (1966, 1990). Espri daha komple olurdu.
TARAF