“Olmasaydın Olmazdık!” diyenlere M. Kemal cevap veriyor:
“Nihayet bende bir insanım be birader, kutsi bir kuvvetim yoktur ki!..”
Bu söz Mustafa Kemale ait. Onu bize nakleden ise uzun yıllar M. Kemal’in yanından ayrılmayan ve ona genel sekreterlik de dahil bir çok hizmette bulunmuş meşhur Kemalist Hasan Rıza Soyak.
Bu yazı Suriye merkezli gündemi (önemine binaen) takip etmemden dolayı belki biraz gecikmeli oldu. Lakin gelişmelerin seyri gösteriyor ki Kemalist meczuplar her gün yeni bir fetiş üreterek ATA mitini aklın sınırlarını da zorlayarak zihinlere enjekte etmekte son derece kararlılar.
“Olmasaydın Olmazdık”la zirve yapan fatalizm (kadercilik) kokan ifadeleri çok matah bir söylemmiş gibi kamuoyunun gündemine sokan güruhun en ileri ‘sekülerizm’ savunucuları olması, sergilenen rezaletin ve tutarsızlığın ilk basamağı. Bununla birlikte, Kemalizm tarikatının iflah olmaz tabiileri, dozajı her geçen gün artan Anıtkabir’de tapınma seremonilerine imanlarını daha da artıracak onlarca yeni figür eklediler.
İslam dinine alenen savaş açan M. Kemal’in icraatlarını konuşmaktan korkanlar Anıtkabir’de mozole başında başörtülü kadın ve genç kızların ellerini açarak yaptığı duaları bolca ekrana taşıyarak ‘Müslüman M.Kemal’ tezine ucuz mesned arayışlarını da sürdürdüler...
1930’ların başında gittiği Antalya’da ortaya çıkan yokluk ve sefalet manzarası karşısında:
“Bunalıyorum çocuk, büyük bir ızdırap içerisinde bunalıyorum. Görüyorsun ya her gittiğimiz yerde sürekli olarak dert, şikayet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddi ve manevi bir perişanlık içinde. Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; maateessüf memleketin hakiki durumu bu işte... Ancak nihayet bende bir insanım be birader, kutsi bir kuvvetim yoktur ki.” (Hasan Rıza Soyak. Atatürkten Hatıralar. Yapı Kredi yayınları. Cilt 2. S.f 405,406)
Olumsuz her gelişmede geçmişi suçlayan M. Kemal yokluk içerisinde inleyen bir halkın çığlığını ne oranda duydu diye merak edenler onun Dolmabahçe ve Çankaya giderlerini devletin resmi arşivlerinden tetkik edebilirler.
Bu konuyla ilgili o günlerin canlı tanığı olan emekli paşalardan ve sofranın daimi müdavimlerinden Fahrettin Altay Paşa’ya ve Kemalist yazar Şevket Süreyya Aydemir’e ait Çankaya sofra menüsünde yer alanlara dair iki liste vermekle yetinelim.
“Çorba, külbastı, ogaten, patlıcan, krema, kavun, yemek arasında şarap ve sonunda şampanya…
Pirinçli et suyu, pirzola, kuşkonmaz, börek, kremalı elma kompostosu.
Terbiyeli çorba, but köfte, ıspanak, püre, kıymalı patlıcan, peynirli börek, armut kompostosu.” (Fahrettin Altay, Görüp Geçirdiklerim On Yıl Savaş - 1912-1922 ve sonrası. İnsel yayınları. istanbul.1970. s.f. 392-416)
Menüden birkaç örnek: Salamlar jambonlar, konserveler, etler, bol bol buz.. Gazi’nin seyahat esnasındaki sofrasında bulunanların bir kısmı. (Tek Adam cilt 2 s.f 234)
Yukarıda geçen hadiselerin vuku bulduğu zaman dilimi 1931 yılıdır. Yani 8 yıllık M. Kemal iktidarının hüküm sürdüğü yıllar. Bir yığın asalakla sofra alemlerine devam eden Kurtarıcı(!)nın görmediği duymadığı yığınların gerçek çığlığı idi Anadolu’dan yükselen feryatlar.
Türkiye Cumhuriyeti M. Kemal yönetiminde birisi 1929 büyük buhranı olmak üzere, 3 kez iflasa sürüklendi. Olur olmaz sebeplerle M. Kemal’i inadına ilahlaştırmaktan vazgeçmeyenler elbette bu bilgileri yazmayacaklar ve söylemeyecekler.
Yolu olmayan köylerden yol vergisi alan Rahman olan Allah’ın bir lutfü olan güneşi bile ‘Tenviriye’ adıyla vergiye bağlayıp Anadolu’yu yoklukla boğuşan bir belde haline getirenlerde yine M. Kemal ve arkadaşları idi.
İşte tüm bu olup bitenler karşısında ortaya çıkan manzara karşısında: “Nihayet bende bir insanım be birader, kutsi bir kuvvetim yoktur ki!..” diyerek aczini dile getiren M. Kemal gerçeğini gemi azıya alan Fundamentalist Kemalistlere hatırlatmakta yarar var.