Öldüren illüzyon: “En büyük medya grubu arkamda, bu iş tamamdır!”

Alper Görmüş

Medyanın Türkiye’deki iktidar oyununun en önemli figürlerinden biri olduğunu sanırım hepimiz kabul ederiz. Fakat aynı medyanın seçimleri kazanması için desteklediği siyasi güçlerle, seçimi kazanan siyasi güçlerin çoğu durumda aynı olmadığını hesaba kattığımızda, işler biraz karışır. Mesela şu soru öne çıkar: Bu durumda, “medyanın Türkiye’deki iktidar oyununun en önemli figürlerinden biri olduğu”nu neye dayanarak öne sürüyoruz?

Bence bu sorunun cevabı, Türkiye’deki iki temel siyaset yapma anlayışından birinin çaresizliğinde gizli. Halkla birebir-yüzyüze ilişki kurma yeteneğinden mahrum olan bu siyasi pratiğin sahipleri, kendilerine güç vehmetmek ve moral bulmak için yüzlerini çaresizce büyük medya organlarına dönüyorlar. “İyi de” diyebilirsiniz, “bunun bir yanılsama olduğunu seçimden hemen sonra anladıkları halde neden bir daha, bir daha aynı şeyi yapıyorlar?”

Dedim ya, çaresizlikten... Siyaset yapma pratiklerini değiştirmedikleri sürece mecburlar buna; ve her defasında, “bu defa olacak” diye inanmaya... İllüzyon dediğiniz şey zaten bu değil midir? İllüzyon nesneniz sizi her defasında çarpar ve fakat siz yine de her defasında ondan medet umarsınız...

Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’da özel bir oy potansiyelinin olduğu açık. Fakat şu da var: Bu potansiyel, hiç değilse şimdilik onu İstanbul belediye başkanı yapmaya yetmiyor. Bu gerçeği böylece kabullense, kampanyanın bundan sonrasını bu gerçeğin taleplerine göre yürütecek ve belki de bu sayede seçimi kazanacak. Fakat belli ki o da, en büyük medya grubunun her seçimde yarattığı illüzyonun etkisi altında gerçeklik duygusunu kaybetmek üzere; işte bu ona seçimi de kaybettirebilir.

İsmail Cem’e de “yüzde 60’sın” demişlerdi...


Her seçim döneminin mütemmim cüzü olan büyük medya illüzyonu 22 Temmuz 2007 seçimlerinde de devredeydi, fakat orada asıl etki cumhuriyet mitingleri marifetiyle sağlandığı için tartıştığımız mesele açısından son seçimler iyi bir örnek teşkil etmez. Buna mukabil 2002 seçimleri öncesinde, ebeliğini iki büyük medya grubunun yaptığı İsmail Cem önderliğindeki “Yeni Oluşum”cuların seçimlerde yaşadığı hüsran, meselemize cuk oturur. Gaza gelmekte olduğunun bütün emarelerini gözlemlediğim Kemal Kılıçdaroğlu’nun da okuması dileğiyle, bugün size o tuhaf tecrübeyi aktaracağım.

Beni böyle bir hafıza tazelemeye, Milliyet gazetesi yazarı Abbas Güçlü’nün sunduğu, Kanal D’de yayımlanan Genç Bakış programında yapılan anket kışkırttı. SMS marifetiyle yapılan ankette Kılıçdaroğlu oyların yüzde 87’sini almış!

Bunu duyunca, zihnim derhal Milliyet’in 14 Temmuz 2002 tarihli sayısına kaydı. Gazetenin o sayısında yer alan habere göre, Milliyet’in internet sitesinde yapılan bir ankette, Yeni Oluşumcular, verilen oyların yüzde 56’sını toplamıştı. “Programlarını görelimci” yüzde 13 dağıtıldığında, bu oran yüzde 60’a çıkıyordu. (Yeni Oluşumcular’ı destekliyor musunuz sorusuna ise katılanların yüzde 75’i “evet” cevabı veriyordu.)

Durum, CNN Türk’te yayımlanan Kafe Siyaset programına katılan Cem’e sorulmuş, o da şöyle konuşmuştu:

“Havaya girmek gibi bir durumum yok ama Milliyet’in internet sitesinde yapılan ve 36 bin kişinin katıldığı ankette bizi destekleyenlerin oranı yüzde 75 olarak gözüküyor. Ölçü almıyorum. Fakat bu çok önemli bir gösterge. Sokakta yürüyemez hale geldim.”

Halkla direkt teması olmayan politikacıların büyük basın tarafından nasıl gaza getirilip havaya sokulduğunu gösteren bu traji-komik öyküyü, iki büyük medya grubunun (Doğan ve Sabah) gazetelerinin manşetlerinden özetlemeye çalışacağım...

Bir ay içinde başlattılar ve bitirdiler!


Hikâyenin ana fikrini hatırlarsınız: Bülent Ecevit’in DSP’sinden kopartılacak milletvekilleriyle, İsmail Cem-Kemal Derviş-Hüsamettin Özkan (büyük basın gazeteleri onlara “Troyka” demeyi pek seviyorlardı) önderliğinde bir parti kurmak ve büyümekte olan tehlikeyi (Tayyip Erdoğan ve partisi) bu yolla önlemek... Operasyon 2002 temmuzunun 11’inde başladı ve daha ay sona ermeden hüsranla bitti.

İşaret fişeği 11 temmuz tarihli Hürriyet’in sürmanşetinden atıldı: “Yeni partiye ilk adım...” O gün Hürriyet’in yan manşeti de Hüsamettin Özkan’a ayrılmıştı: “Partiyi kuran özveri cümlesi: Neferiniz olurum...” Genel Yayın Yönetmeni’nin yazısı da “özveri kültürü” üzerineydi: “Türkiye’de ilk defa bir siyasi parti, özveri kültürü üzerine kuruluyor. Her üçü de lider olmayı haketmiş siyasetçiden ikisi, ikinci adam olmayı kabul ediyor. Gerekçeleri şu: Türkiye’nin önünü açmak. Anlamı şu: İlk defa bir parti, demokrasi kültürü ile doğuyor.”

Aynı anda Sabah da tıpkı Hürriyet gibi habermiş gibi yapan manşetlere başvurmaya başlamıştı: “Yeniden umutlandık...”

Bir gün sonra Hürriyet “Bunu halk istedi” manşetiyle çıktı, Sabah’ın birinci sayfasında ise işadamlarının yeni oluşumla ilgili düşüncelerinin toparlandığı hayli manipülatif bir başlık vardı: “İktidar alternatifi doğuyor...” Sabah’tan iki birinci sayfa haberi daha: “Cem’in istifası dünyada birinci haber oldu...” Ve: “Batı’nın OR-AN yorumu: Eşinin siyasi hayatını bitirdi.” (Bir anti-Rahşan haberi; o günlerde çok modaydı.)

Fakat Kemal Derviş’in bir türlü üçlü fotoğraf karesine alınamaması, büyük basında yavaş yavaş tedirginliğe yol açmaya başlamıştı. Bunu ilk dile getiren gazete Milliyet oldu ve 12 temmuzda bir tür karanlıkta ıslık çalma manşetiyle çıkageldi: “Kemal Derviş, yeni oluşumdan kopmuyor... Sözünü tutacak... Derviş, Cem ve Özkan’la çıktığı yoldan dönmeyeceğini, ‘Cem’e söz verdim’ sözleriyle açıkladı....”

Haber, “Kemal Derviş’e çok yakın ve güvenilir bir kaynak”a dayandırılmıştı. (Size ev ödevi: Hafızanızı yoklayın, Kemal Derviş’in sonraki tavrını düşünün ve bu “kaynak”la ilgili bir düşünce geliştirin.)

Sabah
, 13 temmuzda, İsmail Cem’in bir konuşmasında kullandığı sıradan bir sözden manşet imal etmeyi göze alabildi: “Yeni Oluşumcular yepyeni bir kavramla yola çıktı: Çağdaş çoğunluk...”

Ne var ki günler geçiyor, “Yeni Oluşum” beklenen patlamayı gerçekleştiremiyordu. Gene de partinin kurulduğu 21 temmuza kadar durum idare edildi. Partinin kuruluşuyla birlikte ilan edilen “vitrin”in yarattığı hayal kırıklığı Sabah’ın birinci sayfasında, “Asıl vitrin ay başında” müjdesiyle dengeleniyordu. Habere göre, “Derviş, ABD dönüşü Yeni Türkiye’ye katılacak, ardından İzmir ve Gaziantep gibi bazı büyükşehir belediye başkanları, sendikacılar, profesörler ve iş dünyasından bazı sembol isimlerle yeni vitrin şekillendirilecek”ti.

Benzer bir haber iki gün sonra (26 temmuz) Milliyet’in manşetinde göründü: “Yeni yüz harekâtı... Kemal Derviş hükümetten istifa edip toplumun tüm kesimlerini temsil edecek uzun bir listeyle Yeni Türkiye Partisi’ne katılacak....”

Ne var ki bunların hiçbirisi gerçekleşmedi, çünkü gerçek değillerdi, “arzu-haber”den ve palavradan ibarettiler.

Temmuzun son birkaç gününde artık “Troyka” haberleri birinci sayfalarda görülmemeye başladı. Sabah’ın 27 temmuzda tuttuğu “seçmen nabzı” da sanki, bu işten umut kesildiğinin ve bir “yamama faaliyeti”ne girişileceğinin işareti gibiydi: “Keşke sağ ve sol birleşse” başlığını taşıyan “nabız tutma”nın ilk spotu aynen şöyleydi: “Etiler, Bebek, Ataköy gibi İstanbul’un seçkin semtlerinde en büyük parti kararsızlar. ‘Yeni Türkiye ANAP ya da CHP ile işbirliği yapsa’ diyen çoğunlukta.”

Öyle oldu nitekim. Derviş CHP’ye geçti. 3 Kasım 2002 seçimlerinde Yeni Türkiye Partisi sadece yüzde 1 oy aldı.

Bu sonucu, daha üç ay önceki (temmuz 2002) sözde yüzde 60’larla, yüzde 75’lerle kıyaslayın.

Aynı grup şimdi de yüzde 87 gazı veriyormuş. Ne diyelim, Allah Kemal Abi’ye dayanma gücü versin!

TARAF