Öldüren benzerlik...

Ahmet Altan

Koca bir ülkeyi, milyonlarca insanı, hatta Ortadoğu’yu etkileyecek bir barış süreci, sanırım siyaset tarihine geçecek bir tuhaflıkla tıkandı.

Apo’nun hücresi bilmem kaç santimetre küçüldü diye, Apo da dahil bizim kuşağın tümü öldükten sonra daha uzun yıllar hayatlarını sürdürecek olan gençler kendi hayatlarından vazgeçiyorlar.

Kendilerini, kendi iradeleriyle bir “kul” haline getiriyorlar, kendi hayatlarını, kendi varlıklarını “önemsiz” buluyorlar.

Sadece bu satırları okumak bile çoğunu öfkeden delirtmeye yeter.

Onlara göre “Apo “hakkında bir söz söylenemez, Apo eleştirilemez.

“Ahmet efendi kendine gel, sen kimsin Apo hakkında konuşacak” tarzından mektupları yazmaya başlamışlardır bile.

Türkler için bu durum hiç yabancı değil.

Atatürk’le ilgili bir eleştiri yazıldığında da “Ahmet efendi kendine gel” mektuplarını Türkler yazmaya koyuluyor.

İnsanları, liderleri “tabulaştırmak” onlara tuhaf gelmiyor.

Şimdi Apo’nun hücresinin on beş santim küçülmesi nedeniyle gençlerin ölmesini anlamsız bulan birçok Türk, Anıtkabir’in dış bahçe duvarı on beş santim içeri çekilsin dendiğinde buna karşı çıkmak için ölmeye razı olur.

Hele o duvarı on beş santim geri çekecek olan Kürtler olursa, aynı bugün sokaklara fırlayan Kürt gençler gibi Türk gençler de sokaklara fırlar.

Birbirlerine inanılmaz derecede benziyorlar.

Zaten tehlikeli olan da bu benzerlikleri.

Üstelik benzerlikleri bu kadar da değil.

Türk ordusunu eleştirdiğimizde “sen hainsin” diye ayağa kalkan Türk gençleri gibi PKK’yı eleştiren biri olduğunda “hain” diye bağıran çok Kürt genci var.

Silahlı güçler de “eleştiri dışı” onlara göre.

Bu çocuklar için eleştirilemez liderler ve örgütler var.

Şimdi iki tarafın çocukları da bu satırları okuduklarında, “sen bizim liderimizi ve ordumuzu nasıl öbürlerinin lideri ve ordusuyla bir tutabilirsin” diyecekler ve bunu derken birbirlerine benzediklerini bilmeyecekler.

Onlar için en önemli şey, onların ırkları.

Bir Kürt gencine sorarsan Kürt olmaktan daha önemli bir şey yok, bir Türk gencine sorarsan Türk olmaktan daha önemli bir şey yok.

Yirmi beş yıl süren bir savaş sonucunda, karşılıklı olarak birbirinden nefret eden, birbirini öldürmek isteyen, kendilerini “kul” haline getirmiş, kendi varlığından vazgeçmiş, sorgulamayan, eleştirmeyen, şiddete yatkın büyük bir kalabalık yarattık.

Bizim Türk ve Kürt çocuklarımızın yaşıtları, dünyanın gelişmiş bölgelerinde felsefeyle, hukukla, tarihle, edebiyatla, sinemayla ilgilenip, iyi üniversitelerde ders görürken bizim çocuklarımız “ırklarının ve ırkçılığın” esiri olmuş durumda.

Her an kışkırtılabilirler, her an sokakları ateşe verebilirler.

Onları iyileştirebilecek tek şey barış.

Barışı bugün yaparsak bu çocukları “normal” bir dünyaya hazırlayabiliriz, onlara “insanın” ırktan önemli olduğunu anlatabiliriz, “kul” olmanın övünülebilecek bir şey olmadığını gösterebiliriz.

Biraz daha geciktiğimizde, bu çocukları barıştırmamız mümkün olmayacak.

Yaşları altmışa, yetmişe gelmiş adamlar bu gerçeğe hiç aldırmıyorlar, şu andaki siyasi hesapları için bu gençlerin bütün geleceğini insafsızca yakıyorlar.

Onların düşünmelerini değil, “itaat” etmelerini istiyorlar.

Kürtlerin arasında da Türklerin arasında da “iktidarlarını sürdürebilmek” için savaştan medet umanlar var ve özellikle şu son günlerde yaşadığımız olaylar, “savaştan medet umanların” birbirlerine düşman gibi gözükseler de “işbirliği” yapabileceklerini düşündürüyor insana.

Bingöl’de “33 askerin” öldürülmesinde ve barışın önünün kesilmesinde işbirliği yapanlar, bugün neden yapmasınlar?

Tokattaki alçakça katliamı, Kürt ve Türk birçok siyasetçi boşuna “33 asker olayına” benzetmiyor.

Ben bu çocuklar ölmesinler, iyi bir hayatları olsun, Türk ya da Kürt olmaktan daha önemli “kimlikler” olduğunu ve o “kimlikleri” insanın ancak kendisinin bir iş yaparak kazandığını öğrensinler, gelişmiş dünyadaki yaşıtları gibi mutlu yaşasınlar istiyorum.

Ve, çok acıklı bir biçimde bu isteğime ilk itirazın gene o gençlerden geleceğini biliyorum.

Onlar öfkelenmeye ve suçlamaya şartlandılar.

Ezberledikleri sözlerin dışında bir söz söyleyen herkesten nefret ediyorlar.

Onların “kul” olmasından yararlananlar da bu nefreti besliyor zaten.

Bu çocukları kurtarmak isteyen herkes, Kürt ya da Türk, elele verip barışı sağlamak zorunda.

Bunu şimdi yapamazsak, arkamızda bir cehennem ve o cehennemde yanmak için can veren “kullar” bırakacağız.

TARAF