Olağanüstü Mahkemeler

Asım Öz, Ahmet Turan Alkan’ın ‘İstiklal Mahkemeleri’ adlı kitabını Haksözhaber okuyucuları için değerlendirdi.

Ahmet Turan Alkan, İstiklâl Mahkemeleri adlı kitabını 19 yıl aradan sonra genişleterek yeniden yayımladı.

Asım Öz / Haksöz-Haber

Cumhuriyet devrinin kuruluş yılları söz konusu olduğunda akla ilk gelen uygulamalardan biri olağanüstü mahkemeler olarak anılan İstiklâl Mahkemeleridir. Bu mahkemelerin mahiyeti ve uygulamalarına ilişkin olarak yapılan derli toplu tek çalışmanın Cumhuriyetin resmi tezlerini devrim yasası olarak savunan Ergun Aybars tarafından yapılmış olması ise meselenin bir başka boyutu.

Ahmet Turan Alkan, ilk basımını Alternatif Üniversite dizisi için hazırladığı İstiklâl Mahkemeleri adlı kitabını 19 yıl aradan sonra genişleterek yeniden yayımladı. Alkan’ın kitabı Ergun Aybars’ın tezlerini eleştirmesi bakımından da üzerinde durulmaya değer bir kitap. 1989 yılında Tarih ve Toplum dergisinde yayımlanan “ İstiklâl Mahkemesi’nin Sivas Günleri ve Muhaliflerin Tasfiyesi” başlıklı makalenin de ilave edilmesiyle İstiklal Mahkemeleri, Sivas’ta Şapka İnkılâbı Duruşmaları adını alan bu eserde, Alkan, İstiklâl Mahkemelerinin kuruluş ve işleyiş süreçlerine kronolojik olarak ışık tutuyor.

Olağanüstü mahkemeler tarihten bugüne dünyanın çeşitli coğrafyalarında vücut bulmuştur. Toplumsal karışıklıklar, kalkışmalar, savaş halleri gibi ortamlar bu tür mahkemelerin varoluş gerekçesi ve zemini olarak öne çıkar. Ahmet Turan Alkan bu eserinde bir "olağanüstü mahkeme" olarak Milli Mücadele ve Cumhuriyet döneminde oluşturulan mahkemelerin siyasetin neresinde olduğu, benzerlik ve farklılıklarını gözler önüne sererek şunları ifade ediyor: “Bugün İstiklâl Mahkemeleri ve Cumhuriyetin ilk yıllarını değerlendirirken artık daha farklı bakış açıları kullanmak ve peşin hükümleri terk edip olup biteni gerçek çehresiyle algılamak gibi borcumuz var. Böyle bir bakışla Sivas'taki yafta hadisesinin sonuçları değerlendirilirse şu gerçek ortaya çıkacaktır: Muhaliflerin tasfiyesi! Ne var ki bu iki başlı bir tasfiye olmuştur; bir yandan mahallî nüfuz sahipleri de yine aynı şekilde siyasi ve sosyal rakiplerini etkisiz hale getirmeyi başarmışlardır.”

İlk Dönem Uygulamaları

Daha çok üç Aliler ile hatırlanan İstiklâl Mahkemeleri’nin iki boyutu var: Bu mahkemeler kuruluş itibariyle cephe gerisinde asayişi sağlamak ve asker kaçaklarına karşı önlem almak ihtiyacından doğmuştur. Mondros Mütarekesini izleyen günlerde Anadolu topraklarının işgal edilmesi, otorite boşluğundan kaynaklanan suçların artması ve henüz işgal edilmeyen yerlerin adeta asker millet ifadesinde belirginleşen korkusuzluğu yok edercesine asker kaçağı cenneti haline gelmesi bazı düzenlemelerin yapılmasını gerekli kıldı.

29 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasından bir hafta sonra çıkarılan Hıyanet-i Vataniye Kanunu ile İstiklâl Mahkemeleri’nin temeli de atılmış olur. İhaneti sabit görülenlerin cezasını asılarak idam olarak belirleyen bu kanun ikinci derecedeki suçlular için muvakkat kürek cezasını öngörmektedir. Tabii hâkim ilkesine uyulmakla beraber, acil durumlarda suçlunun yakalandığı yerdeki mahkeme de karar almaya yetkili kılınıyor ve ne olursa olsun mahkeme sürecinin yirmi günde tamamlanması hükme bağlanıyordu.

Ne var ki, bu kanun beklenen caydırıcı etkiyi meydana getirmedi. Bilhassa Yozgat Ayaklanmasında, Anzavur hadiselerinde uygulanan kanunda haddi aşan durumlar da ortaya çıktı. Sözgelimi Yozgat ayaklanmasını bastıran Çerkes Ethem’in zanlıları “Kuva-yı Te’dibiyye” namına yargılayıp Meclis’in onayını beklemeden infaz etmesi kanunun çoğu yerde Askeri Divan-ı Harpler aracılığıyla uygulanması gibi sebeplerden dolayı yeni bir kanun çıkarılması düşüncesi gündeme gelir. 11 Eylül 1920’de çıkarılan maddeleri tek tek oylanmak suretiyle kabul edilen Firariler Hakkında Kanun bünyesinde bu mahkemelerin kurulmasına karar verilmiştir.

 Kanun mahkemelerin TBMM’den seçilecek üçer kişiden oluşturulmasını ve mahkeme sayısı ile görev yerlerinin yine Meclis tarafından belirlenmesini, kararların temyize tabi olmaksızın uygulanmasını öngörüyordu. Bunun sonunda Kastamonu, Eskişehir, Konya, Isparta, Kayseri, Sivas, Maraş, Ma’muretülaziz, Diyarbekir, Refahiye, Erzurum ve Van bölgelerinde İstiklâl Mahkemeleri’nin kurulmasına karar verildi. 26 Eylül 1920’de bu kanunun ilk maddesine önemli bir ilavede bulunularak mahkemenin yetki ve çalışma alanı genişletilmiştir. Kanunda belirtilen suç tanımlarının hayli su götürür olduğu konusu etrafında tartışmalar yaşanmış olsa da İstiklâl Mahkemeleri’ne geniş yetkiler veren düzenleme yapılır.

1920 yılının Ekim ayı başlarında çalışmaya başlayan mahkemelerden yedisi fiilen yargı faaliyetlerinde bulunur. Kuşkusuz bu mahkemeler içinde en yoğun çalışanı Ankara İstiklâl Mahkemesiydi. Mahkeme kararları içinde ilk anılması gereken Damat Ferit Paşa’nın gıyabında yargılanarak idam edilmesidir. Sevr Antlaşmasını imzalayan Hadi, Rıza Tevfik ve Reşat Halis Beyler de gıyaben yargılanarak idam edilmesine karar verilen kişiler arasındaydı. Gizli Komünist partisi davası, İngiliz casusu Mustafa Sagir’in yargılanması, Kuva-yı İnzibatiye mensuplarının yargılanması, Çerkes Ethem’in Yunan kuvvetlerine katılmasının ardından kalan kuvvetlerinin tasfiyesi gibi konular da mahkemenin yetki alanında görüldü.

Başlangıçta sadece firariler için uygulanması düşünülen kanunun uygulama alanının giderek genişlediğine özellikle dikkat çeken Ahmet Turan Alkan, kanun metninin kapsamlı ve genelleyici olmasından dolayı uygulamada kanunun sadece firarilere değil neredeyse bütün suçları kavuşturmaya izin veren bir uygulamaya konu olduğunu belirtir: “Mahkemelerin ele aldığı dâvalar arasında gasptan emniyeti suistimale, askerî eşya satmaktan askerden firara, vatana ihanetten cinayete, hırsızlıktan rüşvete, eşkıyalıktan isyana kadar geniş bir suç yelpazesi görülmektedir. Bundan, İstiklâl Mahkemeleri’nin ihtisas mahkemeleri gibi değil, yeni rejim mahkemesi gibi çalıştığı anlamı çıkıyor.” Alkan, Ankara’daki mahkemeye intikal eden sanık ve mahkûmlara verilen cezaların dağılımından hareketle bu yorumu yapar. Mahkeme 13 bin civarında sanıktan 470’ini takipsizlikten dolayı atılı suçtan kurtarırken 470 beraat kararı vermiş, 108 idam, 279 kişiye de idam cezası takdir etmiş ama bunları bir kere daha aynı suçu yani askerden kaçma durumunda uygulanmak üzere müeccelen idam cezası vermiştir.

Mahkeme İstanbul hükümetine bağlı kişilerden 48 kişiye de idam cezası öngörmüştür. Eskişehir, Isparta, Konya, Pozantı, Sivas ve Kastamonu İstiklâl Mahkemeleri ise toplam yüze yakın idam cezası vermiştir. İlk dönemde faaliyet gösteren bu mahkemelerden Ankara İstiklâl Mahkemesi dışındakiler hükümetin aksi kanaatine rağmen 17 Şubat 1921 tarihinde kapatılmıştır. İçinde yaşanan olağanüstü şartlara rağmen meclis ve hükümet arasındaki çatışmada, meclis üyeleri elde edilmek istenen sonuca giden vasıtaların uygunluğu konusunda oldukça titiz davranmışlardır.

İnönü Savaşlarından sonra oluşan iyimserlik havası İstiklâl Mahkemelerinin tatil edilmesini kolaylaştırıcı bir etki meydana getirmiş ama bu iyimserlik havası Kütahya Eskişehir cephesindeki mağlubiyetin ardından yeniden tedirginliğe dönüşmüştür. Bu savaşın ardından asker kaçağı önce 38 bine, Sakarya ertesinde ise 48 bine kadar yükselmiştir. Firarı önleyebilmenin o günlerdeki en makul yolu bu mahkemeleri yeniden harekete geçirmek olarak görülür. Öte yandan mahkemeler tatil edilmiş olmasına karşın, İstiklâl Mahkemesinin “suçun tekrarı halinde idama mahkum ettiği” bir şahıs, mahkemelerin tatil edildiği anda cürüm işlediğinde, infazın ancak mahkeme gözetiminde yapılabilmesinden dolayı verilen karar infaz edilemiyordu.

Yaşanan mağlubiyetin ardından 23 Temmuz 1921’de Fevzi Çakmak askeri durum hakkında meclisi bilgilendirdi. Bu tedirgin atmosfer içinde Ankara’nın boşlatılması konusu da gündeme geldiğinden Fevzi Çakmak’ın Batı Karadeniz ile Konya’da düşmanın bozguncu faaliyetlerini önlemek amacıyla kurulmasını teklif ettiği İstiklâl Mahkemelerine mecliste herhangi bir muhalefet oluşmadı. Kastamonu, Samsun ve Konya’da oluşturulan üç mahkeme ile İstiklâl Mahkemeleri ikinci defa faaliyete geçirildi. Bu süreçte alınan en önemli karar Mustafa Kemal Paşa’ya üç ay süre ile meclisin yetkilerini fiilen kullanma imkânı veren 5 Ağustos 1921 tarihli Başkumandanlık Kanununun kabulü oldu. Meclis, Mustafa Kemal’e verdiği olağanüstü yetkiyi 5 Ekim 1921, 5 Şubat 1922 ve 5 Mayıs 1922 tarihlerinde olmak üzere üç defa uzatmıştır. Mustafa Kemal olağanüstü yetkileri aldıktan iki gün sonra “Tekâlif-i Milliye Emirleri”ni yayınladı ve İstiklâl Mahkemeleri’ni kararların yürütülmesindeki aksamaları önlemek amacıyla görevlendirdi. Artık mahkemelerin görev alanı iyice genişlemiş ve bulundukları bölgede TBMM’nin tam yetkili bir organı gibi çalışmaya başlamıştı. 8 Eylül 1921’de Koçgiri ve Yozgat’ta çıkan isyanlardan arta kalan unsurları ortadan kaldırmak için Yozgat İstiklâl Mahkemesi kuruldu.

Mahkemelerin çalışmaları devam ederken Yunan ordusunun artık taarruz mahiyetinde harekat yapamayacağının açıkça ortaya çıkmasının ardından cephe gerisinde düzenin yeniden kurulması oldukça kolaylaşmıştı. Bu rahatlık içinde İstiklâl Mahkemelerin uyguladığı olağanüstü yargılama biçiminin ne kadar etkili olduğu tartışılmaya başlanmıştı. 1922 yılının 20 Temmuz’unda Anadolu’da çalışan İstiklâl Mahkemeleri Ankara’ya çağrıldı. Bu arada Hüseyin Rauf Bey İcra Vekilleri Heyeti adına meclise verdiği tezkerede Amasya ve civarında çıkan karışıklıkların önlenmesi amacıyla İstiklâl Mahkemesi kurulması için yetki istedi.

İşte bu süreçte mecliste Sinop mebusu Hakkı Hami Bey, Erzurum mebusu Hüseyin Avni Ulaş ve Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey olağanüstü yetkilerle donatılan, görev alanlarının dışında uygulamalara imza atarak hukukta ikilik oluşturan bu mahkemelerin açılmaması yönünde görüşlerini dile getirdiler. Hüseyin Avni Bey, Meclisin bu mahkemelere tanıdığı yetkiyi “Cenab-ı Hak Peygambere dahi vermemiştir” diyerek mahkemelerin aleyhinde olduğunu belirtti. İstiklâl Mahkemelerinin tatil edilme meselesinin tartışıldığı mecliste yapılan oylamada 8 çekimsere karşılık 76 ret ve 79 kabul çıktı. Ertesi gün yapılan gizli oylamada mahkemelerin çalışma usullerinin tahkik edilmesi için bir komisyon kurulmasının yanında yeni bir kanun çıkarılması kararlaştırıldı.

Muhalefetin Tasfiyesi

31 Temmuz 1922’de İstiklâl Mehâkimi Kanunu adıyla yeni bir kanun kabul edilerek o güne kadar yapılan düzenlemeler yürürlükten kaldırılmıştır. Savaşın sona ermesinin ardından mecliste bulunan II. Grup vekillerinin tasfiye edilmesi aslında gelmekte olan hukuksuz uygulamaların da habercisidir. 1923’te yapılan seçimlerde vekil olacak isimleri bizzat Mustafa Kemal kendisi belirlemiş ve adaylar yeni adı Halk Fırkası olan Müdafaa-i Hukuk Grubunun dokuz esasını benimsemişlerdi. Birinci meclisin son günlerinde Hıyanet-i Vataniye kanununda yapılan değişiklikle zaten mecliste muhalefet yapmanın imkanı kalmamıştır. Savaşı yürüte meclisin feshedilmesiyle en ılımlı muhalefet hareketine bile tahammül gösterilmeyecek bir dönem başlıyordu. Tek parti devri olarak literatüre geçen bu dönemde en basit fikir ayrılıkları bile kolaylıkla Cumhuriyete ve vatana ihanet olarak değerlendiriliyordu.

Savaşın sona ermesinden sonra İstiklâl Mahkemeleri önce İstanbul basınına gözdağı vererek susturmak amacıyla harekete geçirilmiştir. Hint Müslümanlarından Ağa Han ve Emir Ali’ye ait olduğu belirtilen ve devrin başbakanı İsmet Paşa’dan hilafeti kaldırmamasını için ricada bulunan bir mektubun Tanin ve İkdam gazetelerinde yayımlanmasından üç gün sonra İstiklâl Mehâkimi Kanunu gereğince bir İstiklâl Mahkemesi oluşturuldu. Gerekli çalışmaları yapan mahkeme heyetinin 2 Ocak 1924’te açıkladığı karara göre yargılanan bütün gazeteciler beraat etti.  Alkan bu olayı Ankara ile İstanbul basını arasındaki ilk ciddi güç gösterisi olarak görüyor ve kararı şu şekilde yorumluyor: “İstanbul İstiklâl Mahkemesi, büyük bir ihtimalle Ankara’nın arzusu doğrultusunda fazla ileri gitmekte fayda görmemiş ve sanıklara adeta gözdağı verircesine kısa bir yargılamadan sonra salıvererek onlara, bundan böyle otorite kaynağının hangi merci olduğunu göstermişti. Bu yargılama tarzından çıkan bir başka anlam, aslında işlendiği varsayılan suçun kendisi ve doğurduğu mahzurlar değil, sanıkların yargı merciinin ardındaki kuvvete râm olup olmadıklarını tecrübe etmek arzusudur. Bundan böyle Tek Parti yönetiminde matbuatın hareket serbestisi de, devletin yeni yöneticileri ile kuracakları iyi münasebetlerin sınırıyla bağımlı olacaktır.”

Basınla ilgili davanın ardından ikinci olarak Mustafa Kemal Paşa’ya ve Cumhuriyet’e suikast davası olarak bilinen olayı ele alan İstanbul İstiklâl Mahkemesi sanıklar hakkında yeterli delil bulunmadığı için sanıkları 5 Şubat 1924’te salıverdi. Sadece Ali Osman Reis hakkında bir yıl mahkûmiyet cezası verildi. Halkı devlete karşı kadınların baş örtüsünü kullanarak kışkırttığı iddia edilen Hafız İbrahim Ethem’i bir yıl hapse mahkûm eden mahkeme İngilizlerle sıkı ilişkisi bulunduğu belirtilen Hilafet Yaveri Ekrem Bey’i delil yetersizliğinden serbest bıraktı. Bakacak başka dava olmadığını  belirten mahkeme heyeti İsmet Paşa’ya başvurarak görevlerine son verilmesini istedi.

İkinci grubun meclisten tasfiye edilmesinin ardından toplumdaki potansiyel muhalefetin bütünüyle varlığını sürdürdüğünün altını çizen Alkan, 1930’lu yıllara kadar uzanan sürecin, eyleme dönüşmüş olsun olmasın bütün muhalefet imkanlarının ustalıkla tertip edilen bir zamanlama ile tasfiyesine sahne olduğunu belirtir.

Potansiyel muhalefet odaklarından hilafet makamı 3 Mart 1924’te kaldırılır ve Osmanlı hanedanı mensupları son derece sert uygulamalarla tasfiye edilir. Eğitim alanında olsun başka alanlarda olsun tek tip uygulamaların hayata geçirildiği 1924 yılı içerisinde muhalefet bakımından önem taşıyan bir başka konu da 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması olmuştur. Bu tek parti idaresinin hoşlanmadığı bir girişim olmuştur aynı zamanda. Çünkü bu dönemde dünya görüşü ne olursa olsun, tek partiye alternatif olabilecek siyasi oluşumlara iyi gözle bakılmıyor, inkılâpların tamamlanması için muhalefetsizlik tercih ediliyordu. Bundan dolayı bu partinin kurulması ihanet olarak kabul edilir dönemin iktidarı tarafından.

Fırkanın kuruluşundan önce siyasete katılmak için istifa eden Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa gibi isimlerden çekinen Mustafa Kemal Paşa hareketin yaygınlaşmasından endişe ediyordu. Fırka programında yer alan “dine hürmetkarlık” ibaresi Halk Fırkasını tedirgin etmiş aynı zamanda parti adını Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirme gereğini hissetmiştir. Bursa’da yapılan ara seçimlerde CHF’ye karşı TCF adayının seçimi kazanması hesaplaşma sürecini hızlandırmıştır. Öte yandan  Şubat 1925’te Halit Paşa’nın İstiklâl Mahkemelerinin ünlü hakimlerinden Ali Çetinkaya tarafından mecliste vurulması kamuoyundaki havayı iyiden iyiye gerginleştirdi.

Muhalefete ilişkin tartışmaların yoğun olarak yaşanmaya başladığı bu süreçte 13 Şubat 1925’te meydana gelen Şeyh Sait İsyanı tek parti dönemi muhalefet hareketlerinin kaderini belirleyen önemli bir olay oldu. İsyanın hızla yayılması ve laik tek parti dönemine karşı İslami bir dil üzerinden muhalefeti öne almasından dolayı dini siyasi amaçlara alet etmek suçu ihdas edildi ve bu suç vatana ihanet kapsamına alındı. İsyanın ilk günlerinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası reisi Kazım Karabekir, isyanı ve isyancıları lanetledi ve dinin siyasete alet edilmesini hoş görmeyeceklerini belirtti. Ama bu sözler partinin isyandan dolayı itham edilmesini engelleyemedi. Alkan’ın çalışmasının müphem kalan yanlarından birini Şeyh Said İsyanı hakkındaki resmi tarih tezinin bir kısmını oluşturan İngiliz kışkırtması meselesi üzerinde yorum yapmaması oluşturur. Bu konuda büyük ihtimalle resmi tarih tezinin doğruluğu hakkında bir şüphesi yok Alkan’ın.

Şeyh Said İsyanı ve Sonrası

Şeyh Said İsyanı sırasında CHF içinde de önemli değişimler yaşandı. Fırkanın 2 Mart 1925’te yapılan grup toplantısında sert ve kararlı siyaset uygulamamakla eleştirilen Fethi Bey(Okyar) istifa etti. Onun yerine sertlik yanlısı İsmet Paşa 4 Mart 1925’te başvekilliğe atandı. İsmet Paşa hemen aynı gün, isyan suçlarını kovuşturmak için hem İstiklâl Mahkemelerinin kurulması talep etti hem de Takrir-i Sükûn Kanununun çıkarılmasını teklif etti ve kanun aynı gün TCF’nin muhalefetine rağmen kabul edildi. Bu kanunla rejim olağanüstü hal yasalarını yürürlüğe koydu savaş sırasında uygulanan İstiklâl Mahkemeleri tekrar geri getirildi.

İsyana, irticaya sebep olabilecek her tür örgütlenme ve yayını önleme amacıyla çıkarılan Takrîr-i Sükûn Kanunu ile basın baskı altına alındı. Meclis aynı gün aldığı bir başka kararla iki İstiklâl Mahkemesi kurulmasını sağladı. Şark İstiklâl Mahkemesi, alacağı idam kararlarını meclise onaylatmaksızın infaz etmek hususunda yetkili kılındı. Ankara İstiklâl Mahkemesi’nin idam kararları ise meclisin onayına bırakıldı. Bu mahkemenin adı bir süre sonra İsyan Bölgesi İstiklâl Mahkemesi olarak değiştirildi.

12 Nisan günü Diyarbakır’a ulaşan İsyan Bölgesi İstiklâl Mahkemesi heyetinin duruşmalar esnasında öncelikle isyancılarla Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası arasında bir ilişki olup olmadığını gündeme alması dikkat çekmektedir. Mahkeme 25 Mayıs 1925 tarihinde yetki alanına giren yerlerdeki TCF şubelerini kapatmıştır. Yargılamalar devam ederken bazı sanıkların gazetelerin tesiri altında kaldıklarını ifade etmelerinden dolayı 7 Haziran’da Sebilürreşad, Tevhid-i Efkâr, Vatan, Son Telgraf, Tanin, İleri ve İstiklal gazeteleri takibe alınır. Basın hakkında hazırlanan iddianamede inkılaplar karşısında eski düzeni geri getirmek isteyenlerin basın hürriyetlerini istismar etmelerinden söz ediliyordu. Eşref Edip, Velid Ebüzziya, Abdükadir Kemalî gibi isimlerin yer aldığı yargılanan gazetecilerin toplu halde Mustafa Kemal’e telgraf çekmeleri mahkemenin iddialarını yumuşatmıştır. Mahkemenin nasıl çalıştığını anlamak için şu ayrıntı önemlidir: Mahkeme heyeti, İstanbul’da ikamet eden gazetecileri Elazığ’a celp etmiştir.

Mahkeme sanıkların Şark İsyanı ile bağlarının görülmediğini kabul ederek, Abdükadir Kemalî dışındaki gazetecilerin beraatine karar verir. Şeyh Said İsyanı duruşmaları 28 Haziran 1925’te sona ermiş aralarında Şeyh Said’in de bulunduğu 47 kişi idama mahkum edilmiş idam kararı 29 Haziran’da infaz edilmiştir.  İsyan Bölgesi İstiklâl Mahkemesi kendisine tanınan geniş yetkileri kullanarak hükümetin ve rejimin isteği doğrultusunda keyfi ve siyasi kararlar almayı öncelemiştir. Bu mahkemenin üyelerinden Avni Bey( Doğan)’in hatıralarında ifade ettiği şu anekdot hatırlanmalıdır bu noktada. Yargılamalar esnasında Şeyh Said’e bazı gazete ve yazar adları verilerek, bunları itham etmesi halinde cezasının hafifletileceği yönünde vaatte bulunulmuştur. Yine aynı şahıs, dava sırasında İsmet Paşa’nın sık sık cesaretli davranması ve işin sonucunda itibarının artacağı yolunda şifre telgraflar da aldığını belirtmektedir. Yargılamaların ardından isyanla ilgili ikinci dereceden davalara bakan mahkeme 14 ay bölgede kalmış ve bu mahkemenin faaliyeti 7 Haziran 1927’de kanunen kaldırılmıştır.

Üç Aliler Divanı”

İstiklâl Mahkemesi denildiğinde bu mahkemeleri kendi başına temsil edecek kadar ünlü olan Ankara İstiklâl Mahkemesi “Üç Aliler Divanı” olarak da bilinir. İzmir suikastı, Şapka inkılâbı ve gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın’ın ikinci defa yargılanması gibi davalarla yakın tarihe geçen bu mahkeme 4 Mart 1925’te kuruldu. Mahkeme başkanlığına Kel Ali olarak bilinen Ali Çetinkaya, müddeiumumiliğini Necip Ali( Küçüka), üyeliklere ise Kılıç Ali ve Rize mebusu Ali (Zırh) Bey seçildi. Önce, Takrîr-i Sükûn Kanununa muhalefet edenleri yargılayan mahkeme ardından Kürtçülük ve irtica propagandası yapmakla itham edilen kişileri yargıladı. Rejimin kayıtsız şartsız savunucusu olan mahkeme özellikle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na karşı takındığı tutumla bunu göstermiştir. Mahkeme sol eğilimli yazarları da yargılamış bazıları tutuklamıştır. Mahkemenin kararlarının çoğu zaman haddinden fazla sert oluşuna karşın hükümetin afla kimi sanıkları serbest bırakması arasında bir zıtlık görülüyor olsa da aslında yapılan mahkemelerin siyasette bir baskı unsuru olarak kullanıldığının göstergesidir.

Cumhuriyet devrinde yapılan inkılâplar içerisinde sıradan vatandaşı en çok etkileyen ve baskı altında tutan uygulamalar Şapka inkılâbı vesilesiyle devreye sokuldu. Halk arasında kullanılan kasket devletin teklif ettiği Batı tarzı şapkayı bir türlü kabul edemeyenlerin alelacele keşfettiği uzlaştırıcı bir çözüm olarak gündeme geldi. Tek parti iktidarı şapkadan dolayı meydana gelen tepkiyi ortadan kaldırmak için İstiklâl Mahkemeleri’ni kullandı. Şapka kanununa muhalefet edenlere yöneltilen ithamları şöyle özetler Alkan: “Bu münasebetle mahkeme önüne getirilen sanıklara genellikle Şeyh Said İsyanı ile alakadar olduğu, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası emellerini gerçekleştirmek için çalıştığı, kurulu düzene muhalefet ettiği ya da en hafifinden dini siyasete âlet ettiği gibi suçlamalarda bulunuldu ve şapka aleyhtarları, işlenen cürümle hiç de mütenasip sayılmayacak derecede şiddetli cezalarla sindirildi.”

Ankara İstiklâl Mahkemesi 1925 yılında Anadolu’nun değişik yerlerinde seyyar mahkeme gibi çalıştı. Afyon’dan Gaziantep’e kadar farklı illere giden mahkeme heyeti adi suçlar kategorisine giren pek çok davaya baktı. Kasım ayından itibaren şapka kanunu aleyhindeki suçlara bakmak için tekrar Anadolu’ya giden mahkeme heyeti meclisin son anda aldığı bir kararla idam cezası yetkisiyle donatıldı. Kasım ayının sonlarında Sivas’a gelen mahkeme şapka aleyhine duvara asılan bir yafta yüzünden bütün mahalle muhtarlarını yargılar ve şapka giymeyen şehir eşrafından bazı kişileri yargılar. Şehrin eşrafı arasındaki siyasi çıkar hesaplaşmasının bu mahkemeleri nasıl kullandığını Sivas’ta yaşananlardan hareketle bütün ayrıntıları ile ortaya koyan Alkan, bu dönemdeki tasfiyenin iki boyutlu olduğunu düşünür. Bir yandan Tek parti iktidarı kendi muhaliflerini tasfiye ederken, diğer taraftan taşradaki etki sahibi kişiler aynı şekilde siyasi ve sosyal rakiplerini etkisiz hale getirmeyi başarmışlardır. Bu noktada Tarih ve Toplum dergisinde yayımlanan ve kitaba eklenen yazı meseleyi ayrıntılı bir biçimde aktarmaktadır. Mahkemenin Tokat ve Rize’de de şapkaya muhalefet ettikleri gerekçesiyle pek çok kişiyi yargılaması bu çerçevede değerlendirilebilir. 1925 yılının Aralık ayında Rize’deki duruşmalarda bazı sanıkların ifadelerinde İskilipli Atıf Hoca’nın Frenk Mukallitliği ve İslam kitabından etkilendiklerini belirtmeleri İskilipli Atıf Hoca’nın yargılanma sürecini de başlatır.  Ankara’ya sevk edilen sanıkların yargılanması sürerken Şapka Kanunundan çok önce yazdığı bir risale nedeniyle İskilipli Atıf Hoca da yargılanır. Mahkemenin 3 Ocak 1926’da verdiği kararda İskilipli Atıf Hoca ve Ali Rıza adlı bir kişi idama mahkûm edilir ve ceza hemen ertesi gün infaz edilir.

 İstiklâl Mahkemelerinde Şapka Kanununa muhalefet ettikleri suçlamasıyla kaç kişinin yargılandığının ve aldıkları cezaların miktarının kesin olarak bilinmediğini belirten Alkan bunun sebebi olarak mahkemelerin seyyar çalışarak günübirlik kararlar vermelerini gösterir. Ama şu bir gerçek; Şeyh Said İsyanı ve Şapka Kanunu aleyhtarlığı bahanesiyle  korku üretim makinesi gibi çalışan İstiklâl Mahkemeleri Takrîr-i Sükûn Kanunu dolayısıyla toplam 7446 kişiyi tevkif etmiş kaçanlar haricinde 600 kişiyi idam etmiştir. “Üç Aliler Divanı” olarak bilinen Ankara İstiklâl Mahkemesi görevli bulunduğu bir yıl içinde 1669 kişiyi yargılar ve bunlardan 138 kişiye idam cezası verdi.

İstiklâl Mahkemelerinin son defa görev yaptığı dava Mustafa Kemal’e İzmir’de suikast yapılacağı ihbarıyla başlayan İzmir Suikastı Davasıdır. 26 Haziran 1926’da başlayan duruşmalarda Tek partiye muhalefet potansiyeli taşıyan bütün kişiler tasfiye edilmiştir. Mahkeme heyeti İttihatçıların darbe yaparak hükümeti ele geçirmek istediklerini belirterek sanıklara olabildiğince azami bir cezayı vermek niyetindeydi. İddianamesini bu doğrultuda hazırlayan mahkeme heyeti TCF’nin kurulmasını bile İttihatçıların darbe planının bir parçası olarak değerlendirmiştir. Sorgulamaların tamamlanmasının ardından 13 Temmuz 1926’da kararını açıklayan mahkeme Ziya Hurşit dâhil 15 kişinin idamına karar verir. 17 Temmuz’da İzmir’den ayrılan Ankara İstiklâl Mahkemesi Ankara’ya ulaştıktan sonra eski İttihatçıların sorgulamasına başladı. 26 Ağustosa kadar devam eden mahkeme, üç kişinin idamına beş kişinin onar yıllık hapsine ve 37 kişinin beraatine karar verir.

Fiili olarak 7 Mart 1927 tarihine kadar görev yapan İstiklâl Mahkemeleri elinde bulunan dosyaları normal mahkemelere devreder. Kanunen mümkün olmakla birlikte İstiklâl Mahkemeleri’nin bu tarihten sonra fiilen işletilmeme sebebi hakkında şunları söylüyor Alkan: “ Ne Serbest Fırka’nın kapatılması, ne Menemen hadisesinin kovuşturulması ve ne de Dersim İsyanı’nın bastırılmasında İstiklâl Mahkemesi tesisine lüzum görülmeyişi oldukça anlamlıdır ve siyâsi iktidarın, bütün yerleşik kurumlarıyla kendinden emin tavrını aksettirir.”

İstiklâl Mahkemesi hakkındaki kanun 4 Mayıs 1949 tarihinde çıkarılan 5384 sayılı kanun çıkan çıkana kadar yürürlükte kalmıştır. Belli bir tarihten sonra işletilmemiş olsa da Tek parti devriyle yaşıttır bu mahkemeler.

Ahmet Turan Alkan, İstiklal Mahkemeleri, Sivas’ta Şapka İnkılabı Duruşmaları, Ötüken Neşriyat, 2011

Kitap Haberleri

Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen
Filistin için kelimelerden bir anıt: Diken ve Karanfil
Orhan Alimoğlu’nun Gazze anıları