“Oku bakim evladım”!..

Her gün ortalama beş saat televizyon seyreden bir toplumu, “Yaşayan toplum” olarak tanımlamak mümkün değil! Biz düpedüz seyreden bir toplumuz.

Buyurun istatistiklere bakın...
Türkiye’de dergi okuma oranı yüzde 4...
Gazete okuma oranı yüzde 22...
Radyo dinleme oranı yüzde 24...
Televizyon izleme oranı ise yüzde 95.
Ekranda başkalarının hayatını seyrederken, kendi hayatımızı israf ediyoruz; ne kadar trajik bir durum!
Aldığım şikâyetlerin başında da zaten bu geliyor. Çoğunlukla anneler (çünkü babaların çocuklarıyla ilgi bağı yok) çocuklarının televizyon ve internet bağımlısı olduğunu, hiç kitap okumadıklarını söyleyip şikâyet ediyorlar.
Oysa hayatın tüm evreleriyle kavranmasını kolaylaştıran en iyi ilaç kitaptır. Hazin ki, toplum kitaba küskün gibi. Bunda elbette askeri darbelerin kitabı “suçlu” ilân edip televizyon ekranlarından silahlarla birlikte teşhir etmelerinin (özellikle 12 Eylül dönemi) rolü de var. Bu yöntemle kitap “suç âleti”ne dönüştürüldü. “Terör”le birlikte anıldı...
Ama asıl sebep ilgisizlik, nemelâzımcılık, özetle tembellik gibime geliyor.
Evlatlarının kitap okumasından şikâyet eden annelere sorduğum birkaç soru var:
1. Dedesi, ninesi okuyor mu?..
2. Babası, annesi okuyor mu?..
3. Öğretmenleri okuyor mu?..
Cevap genelde aynı: Yok, yok, yok!
Haklarını yemeyelim, son yıllarda kadınlar erkeklerden daha fazla kitap okuyor. Bunun sonucu olarak daha bilgili, dolayısıyla da daha bilinçli oluyorlar. Tabii çocukları konusunda daha duyarlı, daha tutarlı, daha ilgili hale geliyorlar. Hayatla daha sağlam bir ilişki içinde yaşıyorlar. Bu da erkekleriyle aralarındaki iletişimi etkiliyor. Erkekler bilgili ve de bilinçli bir kadına kolay kolay katlanamıyorlar. Çünkü doğal saydıkları “üstünlük” duyguları kırılıyor. Gururları inciniyor. Bu yüzden şiddete bile başvurabiliyorlar.
Bu sosyolojik olduğu kadar trajik, hatta dramatik olan konuyu daha fazla detaylandırmadan kapatalım. Zira bugünkü konumuz kitap... Gerçi okumayan bir topluma kitaptan bahsetmek fevkalâde zordur. Yine de kafalara “dank” etmesi umuduyla bunu deneyeceğim...
Kur’an “İkra’” diyor, “Oku”!..
Ardından, “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” diye sorarak, “kul”unu “bilge”liğe çağırıyor...
Demek ki, öğrenmeye çalışmak, Allah’ın dâvetine icabet etmektir...
Kaldı ki, bilgi, insanın bilinç düzeyini ve yaşam kalitesini yükseltir. Hayatı hem fark etmesini, hem de idrak etmesini sağlar. Şükrünü de fikrini de artırır. Çünkü ancak hayatı fark ve idrak edebilen insan şükreder.
Yani sadece kendimiz için değil, hayatı “ikram” edene karşı yükümlülüklerimizi idrak açısından da okumamız gerekiyor.
“İlim, erkek ve kadın her mü’mine farzdır” şeklindeki Peygamber-i Âlişan hükmü da cabası...
Şu halde ısrarla okumamak, hem Allah’a, hem Peygamber’e, hem de hayata ve yaradılış hikmetine karşı bir “isyan” mânâsı içeriyor.
Buna rağmen, aileler kitaba küs gibi! En çok okuması gereken öğretmenlerin bile yüzde 47’si (okuyup okumadığı konusunda bilgi vermek istemeyenleri okumuyor kabul ediyorum) hiç kitap okumuyor (Eğitim-Sen’in araştırması)...
Bir Japon, yılda ortalama 25 kitap;
Bir İsviçreli, yılda ortalama 10 kitap;
Bir Fransız, yılda ortalama 7 kitap okurken, Türkiye’mizde 6 kişi yılda 1 (yazı ile: Bir) kitap okuyor.
Okuma alışkanlığına sahip olan kişi sayısı ortalama 40 bin kişiden ibaret... 72 milyonun içinden yalnızca 40 bin bahtiyar...
Yani Japonya’da toplumun yüzde 14’ü;
Amerika’da yüzde 12’si;
İngiltere ve Fransa’da yüzde 21’i düzenli kitap okurken, Türkiye’de ancak on binde bir kişi okuyor.
Bir Norveçli, Türkiye’de bir kişinin kitap okumaya ayırdığı zamanın 300 katını ayırıyor...
Amerikalı 210 katını ayırıyor...
İngiliz ve Japon 87 katını ayırıyor...
Nüfusu 7 milyon civarında olan Azerbaycan’da her kitap ortalama 100 bin adet basılırken, Türkiye’de 2.000-3.000 adet basılıyor...
Sonuç: Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu’nda kitap okuma açısından Türkiye, Malezya, Libya ve Ermenistan gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülke arasında 86. sırada geliyor.
Bunun kültürel yansımalarının yanı sıra elbette siyasal yansımaları da oluyor. Mesela her Ermeni sözde soykırım konusunda bilinç düzeyinde bilgi sahibi olurken, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları “Bizde öyle şey olmaz” demekle yetiniyor...
Bu da kimseyi tatmin edemiyor.
Ve suçlamalar arka arkaya geliyor.
Bunun karşısında ya susup kalıyoruz, ya da bağırıp çığırıyoruz.
Bağırıp çığırmak “fikir” olmadığı ve hiçbir “bilgi” içermediği için, kimse umursamıyor.
Anlayacağınız, durum yürekler acısı!

VAKİT