Ali Osman Aydın / Yeni Akit
Öğretmenler Günü falan filan
Türkiye’de hiçbir olguyu olduğu gibi konuşamıyoruz. Olguları değil onların ansiklopedik tanımlarını, sembolik anlamlarını, tarihsel değerlerini konuşuyoruz ancak. Bu da konuşmamakla aynı anlama geliyor.
Söz gelimi 24 Kasım Öğretmenler günüydü dün. Böyle bir günde aşağı yukarı şöyle şeyler söylemeniz bekleniyor sizden. “Geleceğimizin teminatı gençlerimizi yetiştiren, geleceği aydınlatan, fedakarlık abidesi öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutluyorum.“
Bu cümleye “başta Mustafa Kemal olmak üzere” ifadesini de koymanız gerekiyor ki kutlamanın tarihsel, ideolojik ve mistik bağlantısı tam kurulsun ve herhangi bir öğretmenlikten değil de (söz gelimi Kuran’ı Kerim öğretmenliği) “belli bir öğretmenlik tipinden” bahsettiğiniz anlaşılsın…
Öğretmenlik müessesine saygı duymak ile öğretmenliği tartışılmaz bir kutsala dönüştürmek arasında fark var. “Kim kutsala dönüştürüyor” diyenlere şu söylenebilir: Bakın bakalım öğretmenler gününde yahut sair zamanlarda öğretmenler ve öğretmenlik ile ilgili tafsilatıyla, adamakıllı bir kritik yapılabiliyor mu memlekette?
Yapılması halinde o savunmacı nakarat hemen başlıyor: “Fedakarlıklarıyla…”
Türkiye’de öğretmenlik kurumunun ne’liğini konuşmadan eğitim sistemini konuşamazsınız! Öğretmenlik müessesinde bütün boyutlarıyla bir reforma gitmeden eğitim sistemini rehabilite edemezsiniz.
Bunun için de önce öğretmenliğin etrafındaki “kutsallık” halesinin kırılması gerekiyor. Kutsallığın kaynağı, öğretmenlerin, cumhuriyetin ilk yıllarında devletin Batılılaşmacı politikalarını Müslüman Anadolu’nun “balta girmemiş ormanlarına” taşıyan misyonerler olarak görülmeleriydi! Maaşlarına yansımasa da o dönem öğretmenler, Afrika yamyamlarına “medeniyet götüren beyaz adam” gibi konuşlandırılıyorlardı. Götürdükleri ise medeniyet adı altında “Atatürk kültüydü” ve onun ilke ve inkılaplarıydı… Müslümanlık tasfiye ediliyor ve yerine yeni bir din, bir yeryüzü dini ihdas ediliyordu. Öğretmenler yeni pozitivist/materyalist dinin “mürşitleri, resulleri” olarak görülüyorlardı.
Bugün iştahla öğretmenler günü kutlamaları yapanlar, “muallimin” tahtından indirilmesini ve yerine “öğretmenin” çıkarılmasını kutluyorlar…
****
Önce şunu net olarak ortaya koymak lazım: Öğretmenler de öğretmenlik de kutsal değildir. Görevlerini bihakkın yaptıklarında bir toplumun ayağa kalkmasına yardımcı olabilir öğretmenler, fakat yapmadıklarında kesinlikle bir toplumun batmasında başrolü oynarlar. Çünkü ilk terbiyede kötü örnekliğin, ısrarla yapılan telkinin izi ömür boyu silinmez.
İlk öğretmen imgemi ilkokul birinci sınıfın başında fasulyem yok diye yanağımda patlayan bir tokat oluşturmuştu. Düşünüyorum da, tüm ilkokul boyunca sevgi, ilgi gösteren, davranışlarıyla bende etki bırakan bir öğretmen profili hatırlamıyorum.
Öğrencilik hayatım boyunca, kendini geliştirmek gibi ciddi bir derdi olan, kayda değer okumalar yapan, araştıran, alanının dışında da merakları olan, estetik zevkleri gelişmiş, ufku geniş, ülkenin geleceğini dert edinen, arif meşrep çok az öğretmene rastladım. Bunun bana has bir izlenim olduğunu düşünüyordum ilk başlarda. Fakat yıllar içinde, özelikle kamuda yöneticilik yaptığım dönemde bu profili eni konu tanıyacak kadar içlerine girdim. Kanaatime dayanak olan olgunun benim dar çevremdeki öğretmenlerle sınırlı olmadığını anlayınca kafamdaki taşlar yerine oturdu.
Türkiye’de eğitim sisteminin büyük, hem de çok büyük problemleri olduğu tartışmasız bir gerçek. Velilerin yaklaşımı, düşünceye fırsat tanımayan bir müfredat, öğretmenlere yüklenen formaliteler, angaryalar vs… Fakat bu problemlerin nitelik olarak en ehemmiyetlisi öğretmenlerin kalitesiyle ilgili olanı…
Birileri kızacak yine ama yine de söyleyeceğim; ben, öğretmenlerin değişime, gelişime en kapalı toplumsal kesimlerden birini oluşturduklarını düşünüyorum. Elbette böyle olmayan bir kesim de var öğretmenler içinde. Ayrıca bu tespitin nedeni ekonomik koşullar falan da değil. Kişisel…
Öğretmenlerin gelişime kapalı olmasının bir çok nedeni olabilir. Fakat hafife alınmayacak nedenlerden biri en başta da söylediğim, öğretmenliğin sembolik değerinin, yakın tarihle ilgili (medeniyet taşıyıcısı) çağrışımlarının, öğretmenlikle ilgili “kültün”toplumsal bilinçaltında az da olsa gücünü koruması. Bu, öğretmenlere, öğretmen oldukları anda, az eğitimlilerden ayrıştıkları, toplumun seçkinler (eğitimli) zümresine dahil oldukları hissini veren bir faktör. Dolayısıyla bu, “sadece öğretmenlik diploması alarak seçkinler zümresine dahil olabiliyorsam, kişisel gelişimime odaklanmama, bilgi birikimimi artırmama ne gerek var” gibi bir yaklaşıma neden oluyor galiba.
Derslere geç giren, derste siyaset yahut özel meselelerini konuşan, öğrencileriyle Survivor-Aşkı Memnu kritiği yapan, sınav sorularını internetten hazırlayan, marjinal kıyafetlerle öğrencilerinin karşısına çıkan, ilme zerre değer vermeyen ve bu işi sadece para için yapan öğretmenler var. Bunu kabul etmek lazım…Böyle bir öğretmenden bir çocuğun müspet herhangi bir şey öğrenmesi mümkün değil. Hatta öyleleri var ki, çocukların onlarla bir arada durması bile ahlaken kötüleşmelerine sebep olabilir. Hiç öğrencileriyle ders çıkışı içkili mekanlara eğlenmeye gidenden veya kız çocuklarına yarı çıplak kıyafetler giydirip okul önünde pop müzik eşliğinde dans yaptırandan öğretmen olur mu?
Olmaz! Olmuyor da zaten. Öğrenciler bu tarz öğretmenler elinde inanılmaz bir değişim geçirerek, köklerinden koparılıyor ve tanınmayacak hale geliyorlar. Okul sekülerleşmenin, dine düşman bir laisizm’in ve doğal olarak deizm ve ateizmin kuvözü işlevi görüyor. Ve bu da, ülkemizde okulun kuruluş amacına yani; Müslüman çocuklarının, materyalist-pozitivist kökenli seküler değerlere raptedilmesine hizmet ediyor…
Sonra da oturup kara kara düşünüyoruz, “Bu çocuklar neden böyle oluyor?” diye. Başka türlü olabilmesi mümkün değil ki!