‘Öğrenci Kolektifleri’nin dünü, bugünü...

Alper Görmüş

Son dönemdeki eylemleriyle gündemden düşmeyen “Öğrenci Kolektifleri”yle ilgili değerlendirmeler, körün fil tarifini hatırlatmaya başladı. Herkes, kendi politik yaklaşımına göre ayrı bir tarif yapıyor ve ortaya geniş bir “tarifler yelpazesi” çıkıyor. Tartışmada gazetecilik bakımından beni en çok, dört yıllık bir geçmişi olan bu organizasyonun başlangıcından beri nasıl bir fikrî zemin üzerinde hareket ettiğine, nasıl bir eylem çizgisi izlediğine dair hiçbir bilgi verici haberin, yorumun yazılmamış olması rahatsız etti.

Bu açığı biraz olsun kapamak amacıyla “Öğrenci Kolektifleri”nin internet sitesine girdim, Ağustos 2006’dan bugüne kadar sitede yer alan bütün yazıları ve eylemleri okudum. Vardığım sonucu önce özet halinde, ardından da ayrıntılandırarak sizlerle paylaşacağım... Amacım bir fotoğraf çekmek ve bunu değerlendirme yapacak kişilerin dikkatine sunmak...

Özet: “Öğrenci Kolektifleri” bir zamanlar gerçekten de “kolektif” ve çoğulcuymuş... Hatta, şimdiki toptancı değerlendirme sahiplerini (“Ergenekoncu”, “Kemalist”, “darbe kışkırtıcısı” vb.) utandıracak ölçüde çoğulcuymuş... Anladığım kadarıyla bu, “öğrenci sorunları” üzerine odaklanmakla ve doğrudan siyasi hedeflerden uzak durmayla başarılabilmiş... Fakat varlığının bir aşamasında (kabaca 2007’deki genel seçimlerin, özellikle de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından) “Kolektifler” hızla politikleşiyor ve temel varoluş nedeni Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) karşıtlığıymış gibi bir izlenim vermeye başlıyor.

Tam bu noktada, geçtiğimiz günlerde (11 kasım) “Öğrenci Kolektifleri” adına açıklama yapan üç öğrencinin okuduğu metindeki “(Öğrenci Kolektifleri) AKP’ye karşı ülkesini ve üniversitesini savunan tüm üniversitelilerin kendini ifade edebileceği bir örgüttür” cümlesine dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu cümleden de anlaşılabileceği gibi, 2007’nin temmuz, ağustos aylarından sonra girilen çizgi artık iyice belirginleşmiştir ve “Kolektifler” tıpkı bazı başka çevreler gibi AK Parti’yi bu ülkenin meşru bir parçası saymamakta, onu “düşman” ilan etmektedir.

Şimdi ayrıntılara girelim ve bakalım bu noktaya nasıl gelinmiş...


İlk “Tayyip” yazısı altı ay sonra...


“Kolektifler”
, belli ki başlangıçta salt üniversite içi sorunlarla mücadele etmek ve sonuç almak için kurulmuş bir organizasyon... Sitedeki yazı ve eylem listesinde, başlangıçtan Ocak 2007’ye kadar geçen beş altı ayda hiçbir siyasi partinin adı geçmiyor. Bu çerçevedeki ilk yazı, 29 Ocak 2007 tarihini taşıyor: “Ananı da al git Tayyip: Bu şarkıya bayılacaksınız.”

Bu türden yazılar, genel seçimlerin (Temmuz 2007) ve özellikle de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin (Ağustos 2007) yapıldığı tarihe kadar bir istisna olmaktan öteye geçmiyor. Fakat bu tarihten itibaren sitede başlayan “anti-AKP” harareti hızla yayılıyor ve “Kolektifler” bugünkü “AKP’ye karşı ülkesini savunan üniversiteli öğrencilerin örgütü” haline geliyor.

Bu siyasileşme (aslında “siyasi partileşme”) süreci, doğal olarak “Kolektifler”deki çoğulculuğa ağır bir darbe indiriyor. Bunu, sitedeki yazıların ve eylemlerin tektipleşmesine bakarak anlamak mümkün.

Oysa, yukarıda da dediğim gibi, “Kolektifler” bir zamanlar bugünkü toptancı değerlendirme sahiplerini mahcup edecek ölçüde çoğulcuymuş. Bunu, birkaç örnekle anlatmaya çalışayım:

Mesela 14 Nisan 2007’deki ilk Cumhuriyet mitingine karşı alınan tavır şöyle:

Bağımsız bir işleyişe sahip olması gereken üniversitelerimizin ordudan icazetli rektörleri bizi bu mitinge çağırıyor. (...) Rektörlerimiz, şimdi öğrencileri ırkçı, faşistlerin düzenlediği bu mitingde aralarında görmek istiyor. Biz İstanbul Öğrenci Kolektifleri olarak bugün Beyazıt merkez kampus önünde bir basın açıklaması gerçekleştirerek bu oyunun içersinde yer almayacağımızı dile getirdik ve bu ülkenin üniversitelilerini bu mitinge değil 1 Mayıs alanına, Taksim’e davet ettik. Bizler üniversitelerimizin rektörleri gibi emir komuta zincirinin bir halkası değiliz.

Nisan 2007’deki e-muhtıra karşısında da benzer bir tavır alınmış, “Genelkurmay’ın muhtırası ve darbe çığırtkanlıkları”na karşı Ankara Cebeci’de “kardeşliği, özgürlüğü, demokrasiyi vurgulayan bildiriler” dağıtılmış. Hatta bu nedenle İşçi Partililer tarafından “ABD ve AKP işbirlikçisi” olmakla suçlanmışlar.

Bu suçlamayla ilgili olarak sitede yer alan bir yazı, hem bugünkü “Bunlar Doğu Perinçek’in adamları” suçlamalarının gülünçlüğünü, hem de bugün ifade özgürlüklerinin zorla bastırıldığını haklı olarak öne süren “Kolektifler”in bu fasılda kendi sicillerinin de parlak olmadığını gösterir nitelikte:

Bugün ise Cebeci Kampusu’nda İşçi Partililer tarafından dağıtılan ve devrimci-demokrat-ilerici öğrencileri ABD ve AKP işbirlikçisi olmakla suçlayan bildirilerin ardından Cebeci’deki ilerici öğrenciler İP’lilere açtıkları standı kaldırmaları ve bildirileri dağıtmamaları yönünde uyarıda bulundular.

İşçi Partililer denileni yapmamış ve kavga çıkmış. Görüyorsunuz, “Kolektifler”, kendisi gibi düşünmeyenlerin ifade özgürlüğü hususunda pek de özgürlükçü değil!


“Türbana özgürlük gericiliktir”

Bundan bir yıl kadar sonra, bu grubun özgürlükçülüğünün sınırlarını gösteren ilginç bir eylem gerçekleştirildi. Şubat 2008’deki eylem “Kolektifler”in sitesinde şöyle anlatılıyordu:

Son zamanlarda üniversitelileri ‘türbanın üniversitede serbest bırakılmasına’ ilişkin gündemle kutuplaştırmaya çalışanlara karşı, üniversitenin gerçek sahiplerinin, üniversitelilerin sesi ODTÜ’den yükseldi. Bugün yaklaşık 300 ODTÜ’lü ‘Gericiliğin özgürlüğünü istemiyoruz’ dedi. Saat 12:30’da başladığımız eylemde attığımız sloganlarla söylediğimiz şarkılarla üzerlerinde ‘Gericiliğin özgürlüğünü istemiyoruz’, ‘Özgürlükçüyüz ama salak değiliz’, ‘Kadına özgürlük türbanla gelmez’, ‘Parayla eğitim, türbanla özgürlük olmaz’ ve ‘Türbana özgürlük gericiliktir’ yazılı dövizlerimizle üniversitelerimizde gericiliğe ve paralı eğitime yer olmadığını anlattık.

Bu çizgi zaman içinde gelişti, olgunlaştı... Bugün artık “Kolektifler”in internet sitesi “AKP elini üniversiteden çek!”, “Susma haykır, AKP karanlıktır!”, “AKP’nin oyununu bozalım!” başlıklı yazılarla dolmuş durumda.

“Kolektifler”de ne oldu da başlangıçtaki “öğrenci talepleri”ne odaklanan çizgi “AKP gayrı meşrudur ve öğrenci mücadelesi bu partinin berhava edilmesine odaklanmalıdır” çizgisine demirledi? Bunun nedenlerini bilmiyorum, ben sadece tesbit ediyorum.

Yazıyı, konuyla ilgili güncel tartışmalara bağlayarak bitireyim: Bir gençlik örgütü kendisine böyle bir hedef belirleyince, “Kartaca yıkılmalıdır, gerisi boş iştir” diyen çevrelerin ilgisini elbette çekecek, onlar tarafından takdir edilecektir. Fakat bu tesbit, a) bu öğrenci gruplarını sözkonusu çevrelerle ideolojik ya da siyasi olarak özdeş kılmaz ve b) onların ifade özgürlüklerinin engellenmesini haklı kılmaz.

*** 

Ahmet Kaya ve nafile dirençler galerisi

İster toplumdan, ister devletten, ister başka bir kurumdan kaynaklansın; bazı dirençler nafiledir. Ve bazıları o kadar nafiledir ki, sahiplerini gülünç kılar.

Ahmet Kaya’sız geçen 10 yılın ardından onu anmak amacıyla düzenlenen gecenin açış konuşmasını yapan Sırrı Süreyya Önder, konuşmasının finalinde “herkes”e teşekkür etti. Son teşekkürü de medyaya ayırdı:

Bundan 10 yıl önce Ahmet Kaya, söyleyeceği Kürtçe şarkıyı yayınlayacak bir ‘babayiğit’ televizyon aramış, bulamamıştı. Şimdi o televizyonların hepsi burada. Onlar da hoş geldi.

Düşünün, 10 yıl önce bu olmuştu, şimdi Kürtçe yayın yapan bir devlet televizyonu var. Acaba o televizyonların yöneticileri bugün ne hissediyor? Acaba bir zamanlar “Kürtçe kaset Türkiye’yi böler” diyen devlet adamları bugün ne hissediyor?

Ümit Kıvanç’ın ilk gösterimi o gece gerçekleştirilen Ahmet Kaya belgeselinin bir bölümünde Magazin Gazetecileri Derneği’nin gecesi vardı. Ümit, gecenin ünlü-ünsüz izleyicileri arasından seçtiği birkaç portrenin altını çizmiş; hepsi hepsi anadilinde bir şarkı söylemek istediğini söyleyen bir sanatçıya karşı gösterilen o uğursuz hiddet neydi öyle. O kişiler şimdi ne hissediyor acaba?

Türkiye, bir yanıyla bir nafile dirençler ülkesi... Anadilde eğitim, cemevlerinin ibadethane statüsüne kavuşması, üniversitelerde başörtüsü serbestiyeti... Bu taleplerin engellenemeyeceği o kadar açık ki!

An gelir! Gelir ve o direnç sahipleri komik duruma düşer.

11 aralık gecesi işte o “an”lardan biriydi.

TARAF