Başbakan'ın rektörlerle toplantısı sırasında öncelikle Dolmabahçe'de protestolar olmuş, polis sert bir şekilde müdahale etmişti. Sonrasında A.Ü. SBF'de Burhan Kuzu'ya yumurtalı protesto gerçekleşmiş ve gündeme oturmuştu. Bu eylemleri gerçekleştiren Öğrenci Kolektifi denen grupla NTV muhabirleri görüşmüş. Öğrenci Kolektifi, üniversiteleri kendi malı gibi gören, babasının firmasının şımarık çocuğu gibi ahkam kesip, esip kükreyen, başörtülü öğrencileri üniversitede istemediklerini söyleyerek sanki kendilerinden izin belgesi istendiğini zanneden bir örgütlenme. Olayların içeriği ile ilgili kısımlar bizi pek ilgilendirmiyor. Çünkü polisin sert müdahalesine, devletin güç gösterisine karşı her zaman muhalif kimliklerin yanında ve devlet otoritesinin karşısında olmuşuzdur. Eylemi yapanların söyledikleri içerisinde doğru şeylerin olması böyle bir eylemliliği sahiplenme ve kabullenme manasına da gelmez.
Biz de bu grubun bizimle ilgili söylediklerine baktığımızda söylediklerinin çok yeni çok orijinal olmadığını gördük. Zaten hem röportajı hem de aşağıdaki yazıyı okuduğunuzda yeni ve dişe dokunur hiçbir şey söylemediklerini göreceksiniz. Peki, biz neden onları kaale alıp yazdık? Nedeni tekrar da olsa muhalif bir eylemlilik sergileyen bu sol düşüncenin içindeki bir kısım insanların ve yapıların ne kadar basit cümleler kurduklarının altını çizmekten ibarettir. Dolmabahçe'de eylem yapıp yumurta fırlatanların, iş başörtüsüne geldiğinde nasıl çuvalladıklarını bir kez daha göstermektir.
Röportajı verenlerin başörtüsü yasağı konusunda söyledikleri açıkçası zihinsel dibe vurmanın tezahürleri. Bir darbe ürünü olan ve dönemin YÖK kadrolarının üniversitelere asker postalı ile birlikte dayattıkları bir yasağı savunuyor olmak darbe karşıtlığı ile tam bir çelişkidir. Yasağın savunuculuğunu yapmak muhaliflik ve AKP karşıtlığı ile bütünleştirmek ise başka bir savrulmadır. AK Parti’nin gündeme taşıdığı her şeye baştan karşı çıkmak düz mantık ile hayata bakmanın başka şeklidir. Kaldı ki referandum konusunda 'Hayır'cı kampta yer alan bir örgütlenmenin başka bir tavır sergilemesi de beklenemezdi. Başörtüsüne devlet ve yasakçı zihniyet gibi “türban” kavramı ve isimlendirmesi üzerinden bakmaları ise not edeceğimiz başka bir ideolojik tutarsızlıktır.
Başörtüsüne neden karşılarmış?
Başörtüsü siyasi simgeymiş. Sormak lazım: Üniversitenin idari amiri siz misiniz? Yoksa yasakçıların gönüllü gardiyanları mı oluyorsunuz? Başörtüsünün siyasi simge olmasından ve başörtülülerin üniversitede siyasi bir faaliyette bulunmasından gocunan kim? Kendisini muhalif ve siyasi-politik bir örgüt olarak gören hareket. Yani üniversitede siyasi simge olamaz. Peki, yarın senin top sakalına, yeşil parkana, saç şekline başka birileri siyasi simge derse ne olacak? Bu basit gerekçeyi fazla uzatmaya gerek yok aslında. Bunlar bir Kemalistin ağzından çıkabilecek şeyler olsa gerek.
Başörtüsü kadını ikinci sınıf yaptığından karşılarmış. Bunu söyleyen de kadın aslında. Hemcinslerinin haklarını savunması gereken birisi aslında. Ama o kendisine tanınan okuma hakkının sırf başörtü taktığı için başkasına tanınmasına karşı. Peki, okuyamadığı için birinci sınıf vatandaş mı olacak? Ya da başını açan kadınlar bir anda ataerkil yapıları kökten yırtıp feministlerin bile hayal edemeyeceği bir özgürleşme ve birincil vatandaşlığa mı sıçrıyorlar? Sormak lazım sosyalist örgütlerde kadın sorunu yok mu? Kadına yönelik cinsel tacizler sosyalist örgütleri, partileri bölüp parçalamadı mı? Daha yeni bir sendikada istifalar yaşanmadı mı? Peki, şiddete sırf başörtülüler mi maruz kalıyor? Ya da dindar erkekler mi şiddet uyguluyor? Açıkçası sosyolojik araştırmaları okumalarına ya da takip etmelerine de gerek yok. Gazetelerin üçüncü sayfalarına arada bir göz atsınlar yeter. Bir yasağı savunmak için daha gerçekçi bahaneler üretmeleri gerekiyor.
Başörtüsü kadının özgürlüğünü engelliyormuş. Sormak lazım: Kadının özgürlüğünden kastınız ne? Eğer herkesin anladığı şekli ile kadının sosyal hayatta var olması ise başörtüsü bunun için var olan bir şey zaten. Evinde kimse başörtüsü taksın demiyor. Biraz da İslam ve kadın konusunda okuma yapmaları gerekiyor. Ayrıca devrim sonrası İran'daki kadınların konumları ile Kemalizm kuşatmasındaki kadınların konumlarını bir yerden bulup karşılaştırırlarsa ne kadar sığ düşündüklerini göreceklerdir. Eğer kadının özgürlüğünden kasıt on dokuz yaşında bekar bir kızın ailesinden gizli hamile kalıp eylemde coplanarak çocuğunu düşürmesi ise birincisi bize göre ahlaki değildir ve bunu özgürlük olarak görmeyiz, ikincisi ise bir barbarlıktır, insanı öldürmekle birdir.
Üniversiteler bilim yuvalarıymış ve başörtüsünün bilimle işi yokmuş. Bilim üreten merkezler söylemini aslında sol, Kemalist örgütlenme ve kadrolaşma merkezleri olarak algılamak daha gerçekçi olacaktır. Bilim üreten zihniyetin öncelikle kafanın dışındakileri ile değil de içindekilerle ilgilenmesi gerekir diye düşünmeden edemiyoruz. Sanki Türkiye'deki üniversiteler yıllardır bu zihinsel kafalarla dünyayı sarsacak, hayata yön verecek sayısız buluşa ve çalışmaya imza attılar da üniversitelere başörtülüler gelecek bir anda her şey geri kalacak. Üniversiteler bilim yuvasıdır diyerek okullarından atılan öğrenci, öğretim üyeleri yerine kendi zihniyetindekilerle kadrolaşma yapan sosyalist-sol-Kemalist yapıların üniversiteleri dünyada sıralamalarında kendilerini görmek için ayakkabılarına bakacak kadar eğilmeleri gerekti. Bilim deyince akıllarına genetik ve Darwin gelen ve bilimi dünyada her yerde tartışılan alanlarda kendilerince doğma haline getirdikleri sabitlerine hapseden zihniyetin bilim üzerine fazla laf söylemesi abes kaçmakta. Öncelikle tıptan astronomiye, matematikten sosyoloji ve felsefeye kadar Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi dindar bilim adamlarının bir listesini çıkarmaya şimdiden başlasalar zaman kaybetmemiş olurlar.
Başörtülüler kendi tercihleri ile kapanmıyorlarmış. Klasik totaliter, baskıcı, jakoben söylem. Hemen sormak lazım: Başörtülülerin kendi tercihleri ile kapanmadıklarına dair nedir kanıtınız? Kaç başörtülüye sordunuz? Çoğu ailelerinin belki de rızası olmadan, toplumun önyargısı, sizin gibi zihniyetlerin düşmanlıklarını, ilerde kamuda çalışmanın zorluklarını göze alarak kapandıklarını söyleyecekler. Bir de size soralım: Acaba açık olmanız sizin kişisel tercihiniz mi? Ya da sosyalist olmak sizin kişisel tercihiniz mi? Evet derseniz biz nerden bileceğiz yalan söylemediğinizi? Belki sol bir aileden geliyorsunuz. Anne-babanız Kemalist. Aileniz Alevi. Belki babanız “Kızım okusun da para kazansın. Başını örterse işe giremez!” diyor. Belki siz kendinizi kandırıyorsunuz. Belki sizi birileri ikna etti. Yönlendirdi. Kandırdı. Nerden bileceğiz? Bizi hadi ikna edin. Bizi kendi tercihimiz olup olmadığı konusunda hesaba çekerken önce siz hesap verin. Ve önce buna nerden cesaret ve hak bulduğunuzdan başlayın. Polisin (devletin) ailelerinize gönderdiği ve sizin kandırılıp kullanıldığınızı ifade eden mektupların benzerlerini sizler de başörtülü kızların ailelerine gönderecek misiniz?
Başörtüsü siyasal İslam’ın simgesi olduğundan karşıymışlar. Belki en kayda alınacak karşı çıkış nedeni denilebilir. Ama şunu sormak lazım: Siyasal İslam’a karşı çıkışınız ile Kemalist rejimle aynı safta yer aldığınızı görmüyor musunuz? Başörtüsü siyasal İslam’ın sembolü olabilir. Sizin muhalif kimliğinizde öncelikli düşmanınız sizin gibi rejime muhalif kesimler mi, yoksa devlet mi? Eğer biz devlet otoritesine, baskısına, zulmüne karşıyız diyorsanız o zaman neden devletin Müslümanları, başörtülüleri ezmesine karşı çıkmıyor hatta destekliyorsunuz. Siz Marks, biz Hintli; devlet de emperyalist İngilizler mi yoksa?
Söz Konusu Röportaj:
Öğrenci Kolektifleri Ntvmsnbc'ye geniş bir röportaj verdi
İstanbul'da Öğrenci Kolektifleri'nden üniversitelilere ulaşan Ntvmsnbc muhabiri Fatih Aça geniş bir röportaj yaptı.
Yumurta eylemleri ile gündeme gelen Öğrenci Kolektifleri tüm Türkiye’de gündemin ilk maddesi haline geldi. Herkes onları konuşuyor ancak onların söyledikleri çok da fazla duyulmuyor.
Kimdir bu kolektifçi öğrenciler, amaçları, talepleri nelerdir? Nasıl ailelerden geliyor? Yumurta eylemlerine nasıl karar verdiler, devam edecekler mi? Başka eylemler düşünüyorlar mı? Aralarında ulusalcı öğrenciler var mı? Üniversitenin sorunları dışında ülke gündemi hakkında ne düşünüyorlar? İktidar ve muhalefet partielrine bakış açıları ne? Ergenekon sürecini nasıl değerlendiryorlar? Türbana bakış açıları ne?
Öğrenci kolektiflerinin toplandığı Taksim’deki mekanlarına gittik ve son yaşananların yanı sıra referandumdan türban eylemlerine, Ergenekon soruşturmasından siyasal duruşlarına kadar herşeyi, herkesin konuştuğu bu öğrencilerle konuştuk.
Son yaşananların da etkisiyle Öğrenci Kolektifleri’nin Taksim’de bir çatı katında yer alan buluşma mekanları oldukça canlıydı. Öğleden sonra gittiğimiz mekan, okullarında yeni çıkan öğrencilerin de gelmesiyle giderek daha da canlandı. Sadece taleplerini sözcülerinden dinlemenin ötesinde kendilerini dinlemek istediğmizi söylediğimizde olumlu karşılandık ve kısa bir beklemeden sonra 10-15 kişilik bir grupla konuşmaya başladık.
Elbette ilk olarak kim oldukları ve neyi talep edip neyi proteste ettikerelerini öğrenmek istedik. İlk sözü İstanbul Üniversitesi’nden Eren Can aldı ve kendilerini anlattı;
Eren Can: Öğrenci Kolektifleri 2006 yılında kurulan bir öğrenci örgütlenmesi.Üniversite öğrencilerinin öz örgütü de diyebiliriz. Parasız eğitim mücadelesini temel mücadele hattı belirlemiş, müsterileştirme ve piyasalaştırmaya karşı yola çıkmış bir örgüt ama gericiliğe karşı bilimin savunulmasını da önemli bir gündem olarak kabul ediyor. Ülkenin bütün sorunlarına cevap arayan, üniversiteyi temsil eden bir örgüt diyebilirz.
Kaç kişisiniz?
Eren Can: Şu anda 20'den fazla ildeki 41 üniverisitede örgütlüyüz. Üyelik sistemimiz olmadığı için net bir sayı veremeyiz ama 2-3 bin kişilik eylemler organize edebiliyoruz. Ayrıca sayıların, etkiyi tam olarak yansıttığını da düşünmüyoruz. Etki alanımızın çok daha geniş olduğunu düşünüyoruz. Sonuçta Kolektif bir afiş asar, bir tiyatro gösterisi ya da skeç hazırlar ve tüm üniversitede o konuda duyarlılığı arttırabilir. Yapısı itibariyle her konuda sözü olan her türlü öğrencinin gelip söz söyleyebildiği bir organizasyondur.
Üniversiteye geldiğinde zaten belli bir düşünceye sahip olanlar mı genellikle size geliyor?
Nida Karabağ (İTÜ): Üniversiteli olan, parasız eğitim isteyen, demokratik üniversite talebi olan herkes ben örğrenci kolektifi üyesiym diyebilir, çalışmalarda yer alabilir. Biz gelen kimseye görüşünü sormayız, zaten faşist ya da gerici bir kimse de bizimle çalışmak için gelmez.
Sanırım hepiniz orta halli ya da yoksul ailelerden geliyorsunuz?
Nil Karabağ: Evet bir çoğumuz yoksul ailelerden geliyoruz ama bu herkes için geçerli olmayabilir, bunu bir kıstas olarak tanımlamıyoruz. Parasız eğitim mücadelesini yoksul olduğumuz için değil eğitimin paralılaştırılmasına karşı çıktığımız için veriyoruz. Üniversiteye pek çok farklı etnik ve sosyal yapıdan öğrenci gelir. Üniversite Kolektifleri de üniversitelerde çalışma yaptığına göre tüm bu sosyal ve etnik yapıdan insanları da içinde barındırabiliyor.
Şöyle bir algılama var; aileler çocuklarını pek çok zorluklar içinde okutuyolar ama sizin gibi bazıları okumak yerine 'başka işlerle' uğraşıyor. Bu algı hakkında neler söyleyeceksiniz? Örneğin sizin aileniz kolektifin içinde yer aldığınız biliyor mu?
Gökçe Kösedağ (İstanbul Üniversitesi): Anne baba olmanın verdiği duygusallıkla tabii ki ailelerimiz sırtımızı sıvazlamıyor ama AKP'nin yaptığı icraatlardan doğrudan onlar da etkileniyorlar. Benim anne babam bana “neden yumurta atıyorsun" demiyor çünkü ben bunun açıklamasını yapabiliyorum. Örneğin "anne, sen benim harç paramı borç bularak ödemedin mi?" diye soruyorum. Biz herşeyden önce kendi ailelerimizi ikna ederek yapmaya çalışıyoruz. Aramızda ikna edemediğimiz aileler de vardır. Genellikle neyi, nasıl yaptığımızı ailelerimize de aktarma tavrımız var.
Uğur Gümüşkaya (İstanbul Üniversitesi): Çalışmalarımız sadece üniversitedeki konularla sınırlı değil. Ülkenin tüm sorunları hakkında söz söyleyen çalışmalarımız var. Kolektiflerin yaptığı çalışmaların tüm halk tarafından sahiplenildiğini düşünüyorum. Karadeniz'deki HES'lerin yapılmasıyla doğanın tahrip edilmesine karşı oradaki arkadaşlarımız mücadele ediyor, halk da arkadaşlarımızı destekliyor. Ya da örneğin geçen seneki TEKEL direnişinde arkadaşlarımızla Ankara'ya gittik, onların eylemini bizim eylemimiz olarak gördük.
‘YUMURTA BİZİM İMZAMIZ’
Bu yumurta atma olayı yeni değil. Biz 2-3 yıldır yumurta atıyoruz. Bir zaman sonra TEKEL işçileri de AKPlilere yumurta atmaya başladı. Bu yumurta eylemi marjinal bir grubun değil AKP'ye karşı duran tüm kesimlerin bir mücadele aracı haline gelmiş. AKP'yi istemeyenlerin kullandığı ve meşruluğu olan bir eylem biçimi, bir imzadır.
Son seçimlerde AKP yüzde 42 py aldı. Herhalde bazılarınızn aileleri de AKP'ye destek veriyordur?
Nil Karabağ: Elbette buradaki arkadaşların bazılarının ailesi AKP'ye oy vermiş olabilir ama verdiğimiz mücadele bizim nerden geldiğimiz ya da ailelerimizn tutumu ileilgili değil, neyi istediğimizle ilgili. sonuçta farklı kesimlerden arkadaşlarımız bulunuyor.
Yaptığınız eylemlere nasıl karar veriyorsunuz?
Eren Can: Öğrenci kolektifleri düzenli ya da refleksif toplantılar düzenliyor, sık sık toplanıyoruz. Her üniversitede, hatta İstanbul Üniversitesi gibi bazı büyük üniversitelerde birden fazla kolektif yer alıyor. Her öğrenci kendi üniversitesindeki sorunlar hakkında toplantılar düzenleyebiliyor ya da etkinlikler yapabiliyor. Kolektifleri tek merkezli bir mekanizma olarak düşünmemeliyiz. Bir başkanlık ya da sekreterliğimiz yok. Dikey değil yatay olarak örgütleniyoruz. Kararları bu şekilde demokratik katılım süreci ile alıyoruz. Ama bunun dışında örneğin İstanabul'daki öğrenci kolektifleri zaman zaman bir araya geliyor. Türkiye çapındaki öğrenci kolektifleri de yılda iki-üç kez toplanıyor. Bütün üniversiteleri temsil eden arkadaşlarla ve akademisyenlerin katılımıyla kapalı salon toplantıları yapmayı da planlıyoruz.
YUMURTALARIN PARASI NEREDEN GELİYOR?
Bu çalışmaların finansmanını nerden karşılıyorsunzu? Nerden geliyor bu 'yumurtaların' parası?
Cihan Uyanık (Marmara Üniversitesi):Kolektifin harcamaları, adından da anlaşılacağı gibi kolektif bir şekilde ortak olarak karşılanıyor. Örneğin burada kullandığımız bir ortak alan var, buranın masraflarını karşılamak için 15-20 arkadaşımız anket yapıyor, para kazanabilmek için.
TOPLANTIYI BASMAYACAKTIK
Biraz da cumartesi gerçekleşen olaylardan söz edelim. Siz ne yapmayı hedeflediniz, amaçlarınızı ne kadar gerçekleştirdiniz? Engellenmeseydiniz ne yapacaktınız? Dendiği gibi Başbakanla rektörlerin yaptığı toplantıyı basacak mıydınız?
Eren Can: Biz o gün Başbakan 'sırça köşkünde' rektörlerle kahvaltı yaparken, orada üniversitenin geleceğini konuşuyorlardı. YÖK'ün geleceği, mütevelli heyeti adı altında üniversite yönetiminin patronlara bırakılması, mali özerklik denerek üniversitenin kendi yağında kavrulması yani devletin artık üniversitelere para aktarmaması ya da üniversitelerin kendi bütçelerini oluşturup harçlara zam yapması gündemdeydi. Bizi davet etmedi. Biz de 'onlar bizi çağırmadı biz gidiyoruz' dedik. Biz oraya sadece “istemeyiz” diyerek gitmedik, somut taleplerle gittik;
1- Harçlar kaldırılsın parasız eğitim istiyoruz
2- YÖK'ün tamamen kaldırılmasını istiyoruz.
3- Üniversitelerde söz, yetki ve karar hakkı istiyoruz.
4-Üniversitelerde bilimin önünde bir tehdit olan gericiliğin son bulmasını istiyoruz.Gerici yapılanmaların engellenmesini istiyoruz.
5-Devlet bütçesinden üniversitelere daha fazla kaynak ayrılmasını istiyoruz.
Orada iki şey gerçekleştirecektik. Öncelikle onlar 'kuş sütü' ile kahvaltı yaparken biz de çay ve simitle kendi kahvaltımız yapalım dedik. Bir de akademisyenlerin katılacağı bir forum yapalım dedik. İTÜ'den Kerem Can Koçak, sanatçı İlkay Akkaya ve Cezmi Ersöz geldi. Biz orada bu talepleri tartıştık ve bir forum oluştuırduk. Ama bu eylem çok büyük baskılara maruz kaldı. Foruma katılmak için İstanbul dışından gelen üniversireliler Çamlıca gişelerinde hiç bir gerekçe gösterilmeksizin polis tarafından durduruldu ve sonra da polisin saldırısına maruz kaldılar. Bir arkadaşımızn burnu kırıldı. Ayrıca medyada yeralmayan olaylar da var. Örneğin Kocaeli'den gelen arkadaşlar İzmit'ten çıkarılmadı, Bursalılar feribottan indirilmediler. Polis o arkadaşalara orada saldırdı, bizim arkadaşlarımzı ise İstanbul'a bile sokmadı. Oraya somut taleplerle geliyor olmamızadan, apaçık haklı ve kitlesl olmamızdan korktukları için böyle bir saldırıda bulunduklarını düşünüyorum.
Kabataş’ta polisin müdahalesi peki?
Eren Can: Kabataş'taki eyleme katılanlar arasında biz yoktuk. Oradaki eylemi Genç Sen'li arkadaşlar gerçekleştirdiler. Onlar Dolmabahçe'ye yürüyerek hazırladıkları dosyayı sunacaklardı.
Peki neden ortak bir eylem gerçekleştirmediniz? Taleplerinizn farklı olmadığını sanıyorum?
Eren Can: O arkadaşlara yapılan şiddet de kabuledilecek bir şey değil. Onlarla da dayanışma halindeyiz. Zaman zaman ortak eylemler de yapıyoruz ama rektörlerle yapılacak toplantı öncesinde beraber hareket etmeye dair ortak bir toplantı gerçekleştiremedik. O nedenle farklı eylemler söz konusu oldu.
‘ŞOV YAPACAKTI İZİN VERMEDİK’
Yumurtalı eyleme gelirsek. Şu söyleniyor; " üniversitelerin sorunları ile ilgili bazı talepleriniz var. Ama hem muhalefet partisinden hem de iktidar partisinden üst düzey yöneticiler ayağınıza kadar geliyor ama siz talepleriniz dillendirmek yerine konuşmacıların konuşmasına izin vermediniz, hatta yumurtalı eylemde bulundunuz" Buna karşı neler söyşleyeceksiniz?
Uğur Gümüşkya: Öncelikle şunu söylemek gerekiyor. Daha önce AKPlile rbizim taleplerimiz ne dinledi ne de hayata geçirmek için bir adım attı. Bunu geçen Cumartesi günü yapılan saldırıda da gördük zaten. AKP'li yöneticilerin üniversitelilerin sorunlarını dinleme ve çözme gibi bir arayışı yok. Ankara'daki arkadaşlarımızın yaptığı eylem de bu saldırıdan hesap sormaydı. Ayrıca AKP'nin kendi arka bahçesi yapmaya çalıştığı üniversilerde şov yapmasına izin vermediki. Burhan Kuzu bu eylemden sonra rektörü istifaya çağırdı peki, cumartesi günü yapılan polis müdahalesinden sonra Burhan Kuzu ya da Tayyip Erdoğan İstanbul Emniyet Müdürü ya da Vali istifa etmelidir dedi mi?
Peki bunaları sözlü olarak dile getirseydiniz daha doğru olmaz mıydı?
Nida Karabağ: Daha önce de farklı üniversitelere AKP'li bakanlar geldi ve konuşma yaptı. Ama bu konuşmalarda biz taleplerimiz dile getirmeye çalıştığımızda daha ilk laf ağzımızdan çıkmadan oradaki sivil polisler ya da güvenlik güçleri tarafından yaka paça dışarı atıldık. Yani daha önce biz onlara sözlü olarak söylemeye çalıştık ama onların buna tahammül göstermediklerini gayet iyi biliyoruz. Eğer fikir söylemekse mesele Eskişehir'de öğrenciler pankart astıkları için, başka yerlerde afiş astığımız, masa açtığımız için soruşturmalarla karşılaşıyoruz. Bunlar da söz söyleme fikir beyan etme yöntemleri değil mi? İTÜ'de basın açıklaması yaptıkları için arkadaşlarımzı 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. bunlar da bizim fikir söyleme yöntemlerimizdi.Sözümüz dinleyecek olanlar bu şekilde mi karşılık verirlerdi? Ama AKP bizim fikir söylediğimiz herşeyi bu tür şiddetle karşıladı. Biz de artık onları yumurta ile karşılıyoruz. O eylemde yunmurta atılmasının nedeni de buydu. Biz taleplerimizi cumartesi günü de söyledik ama neyle karşılaştık, polis şiddetiyle karşılştık.
YUMURTALAR BİR İŞARET FİŞEĞİDİR
Yakup Telci (İstanbul Üniversitesi): Bugün Avrupa'da da gençlik ayakt. Taleplerimiz paralellik gösteriyor ancak Avrupa'da olanlarla karşılaştırıldığında çok daha kötü birdurum var. Siyasi iktidar üniversiteleri kendi arka bahçesi haline getirmeye çalışıyor ve her paneli, her açılışı bir şov alanı haline getirmeye çalşıyor. Hal böyleyken, biz hiç bir üniversitede onların şov yapmasına seyirci kalamayacağız.Üniversite öğrencilerine mütemadiyen şiddet uygulayan bir iktidar burada şov yapamaz. Bizim yumurtalarımız bir işaret fişeğidir. Bizim yumurtalarımız üniversite öğrencilerinin eşitlik ve özgürlük talebini temsil eder.
ATEŞKES ÖNERİSİ
Bunu bir karar olarak mı aldınız? Bundan sonra AKP'li bir yetkili üniversiteye geldiği zaman onu üniversiteye almayacak mısınız?
Eren Can: Biz şöyle bir 'ateşkes' öneriyoruz. Eğer cumartesi günü yaşananlar hakkında Başbakan özür diler ve ikinci olarak da harçlar sınırsız olarak kaldırılacaksa biz de bu yıl sonuna kadar yumurtalı eylemlerde bulunmayacağız. Aksi takdirde hiç bir üniversitede onları şov fırsatı tanımayacağız.
‘SADECE ÜNİVERSİTELER HAYIR DİYOR’
Bu iki eylemde basında oldukça fazlayer aldı. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunz? Medya bunu nasıl gördü sizce?
Nida Karabağ: Bir yerde bunu bekliyorduk. Çünkü üniversitelere yönelik baskı ve şiddet arttıkça üniversitenin de buna karşı tavrı artıyor.
Yakup Telci: Tüm medyanın bunu yazmak zorunda kalmalarının bir nedeni de şu; üniversite öğrencileri dışında hiç kimse bugün iktidara karşı bir direnç oluşturamıyor. Bugün AKP halkın her kesiminin hayatına bir şekilde dokunuyor ama üniversite öğrenciler dışında maalesef karşı durmak söz konusu değil.
Yaptığınız eylemlerin muhallefet tarafından kullanıldığını düşünüyor musunuz? Örneğin yaptıklarınız sizin isteğiniz dışında muhalefet partileri ile yan yana konuyor mu?
Yakup Telci: Biraz önce bir arkadaşımız Süheyl Batum’la bir televizyon kanalındaki bir programa katıldı. Orada arkadaşımız Süheyl Batum’a şunları söyledi; siz bizim beş telebimizi de kabul ediyor musun? “Ediyorum” dedi. Biz de dedik ki “seninle iktidar olduğunda görüşeceğiz. Eğer iktidar olursan ve bunları yapmazsan senden de hesap soracağız.”
Eren Can: Bizim AKP’ye karşı çıktığımız için CHP’nin çizgisine düşer miyiz diye bi rkaygımız yok. Çünkü kendimizi farklılaştırabildiğimiz alanlar olduğunu düşünüyoruz.
Mesela?
Eren Can: Mesela bizim barışa köprü diye bir projemiz var. Bunu CHP yapamaz. Ne politikaları ne de yürekleri buna yetmez çünkü törpüleyemediği aşırı milliyetçi yanları var. Ayrıca şu an İzmir Büyükşehir Belediyesi ulaşıma zam yapıyor ve arkadaşlarımız da İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kapısına dayanıyor. Şu an siyasal iktidar AKP, ama CHP iktidar olduğunda onlar da talplerimiz karşılamazlarsa onlara da benzer tepkiler gösteririz.
Yakup Telci: Biz samimi insanlarız. Eğer politikalarımız CHP ile örtüşüyor olsaydı gider CHP’ye üye olurduk.
Aranızda CHP ya da başka bir partiye üye olan kimse yok mu?
Eren Can: Öğrenci Kolektifi geniş bir kitle örgütü. Aramızda hiç CHP ya da AKP’ye sempati duyan ya da oy veren kimse yok diyemeyiz. Geçmişte cemaat evlerinde kalan arkadaşlarımız da var. Farklı partilere sempati duyan arkadaşlarımız var ama üye olan kimse yok.
Ama anladığım kadarıyla böyle bir şey olursa buna da karşı çıkmazsınız.
Eren Can: Evet, ortak noktada aynı talepleri dile getiriyorsak neden olmasın. Ama gerçekte bu olmuyor çünkü bir partiye üye olan öğrenciler zaten kendi aralarında örgütleniyorlar. Biz de ortak talepler doğrultusunda paralel eylemler gerçekleştirebiliyoruz. Ayrıca örneğin parasız eğitim isteyen bir örgüte AKP Gençlik kollarından bir öğrencinin sempati duyması çok da gerçekçi değil.
Burhan Kuzu’nun yaptığı ‘beyinsizler’ açıklaması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yakup Telci: Yaptığı açıklamanın bir çaresizlik halinde yeptığı apaçık ortada. Arkadaşlarımız tarafından üniversiteden kovulmuştu. Bizim hakkımızda ya dersine çalışmamız ya da yeterli bilgi sahibi değil. Kendisi üniversite öğrencilerinin fikirlerini, taleplerini beyan edeceği toplantının yapılmasına engel oluyor. Hiç bir iktidar mensubu üniversite öğrencilerinin fikirlerini tartışabilmesi, taleplerini dile getirebilmesi için sonuna kadar alan açıyoruz ancak onlar fikir üretmiyorlar diyemez. Cumartesi günü yapılanları hep beraber gördük, fikirlerini tartışmak isteyen öğrencilere yapılanlar, üniversitelerdeki afiş yasakları, basın açıklamalarına karşı takınılan tutum ortada.
2006 yılında yapmış olduğumuz ‘demokratik ülke-demokratik üniversite için üniversite araştırması’ adı altında bir çalışmamız var. İzzettin Önder, Fuat Ercan gibi akademisyenlerin danışman olduğu 275 sayfalık bu çalışma muhtemelen son 10 yılda üniversiteler içinde yapılan en kapsamlı çalışmadır. Bunun dışında müşteri değil üniversiteli adıyla aylık bir gazetemiz var. Bu gazetede üniversitenin sorunlarının yanısıral, üniversitedeki kültür sanata, bilimsel çalışmalara, spor aktivitelerine ve medyaya dair pek çok yazıya da yer veriliyor. Bu çalışmaların hepsinin altında üniversitelilerin imzası var. Ama AKP bunların hepsini göz ardı ediyor çünkü zaten kendileri bu konuda tartışacak düzeyde değil.
‘ÖĞRENCİ OLMAYAN ARAMIZA GİREMEZ’
Aranızda öğrenci olmayanlar da var mı?
Eren Can: Hayır. Öğrenci Kolektifleri sadece üniversite öğrencilerinden oluşuyor. Yüksek lisans yapanlar da var ama öğrenci olmayan kimse yok.
Peki örneğin siz mezun olduktan sonra Kolektif’e destek vermek isteseniz ne yapcaksınız? Destek veremeyecek misiniz?
Eren Can: Sonuçta üniversiteden mezun olduktan sonra kolektifte yer alamıyoruz.
Yakup Telci: Mezun olduktan sonra dolaylı yoldan destek verebiliriz. Örneğin geçen Cumartesi günü yaşananların bir benzeri olduğunda, hukuktan mezun olmuş ve avukatlık mesleğine başlamış bir arkadaşımız hukuksal destek verebilir ama doğrudan eylemlerin içinde yer almaz.
Öyleyse aranızda öğrenci olmayanların da olduğu iddiasını kabul etmiyorsunuz? Yine de eylem anında aranıza tanımadığınız kişiler sızamaz mı?
Eren Can: Elbette bir eylemden önce kimseden üniversite kimliğini göstermesini istemiyoruz ancak en azından buradaki insanlar göz temasıyla da olsa birbirini tanırlar. Yani Kolektif içindeki çalışmalara daha önce katılmamış, dışardan bir kişi eyleme katılacak olsa bu fark edilir. Zaten bugüne kadar da böyle bir durum yaşanmadı.
‘ERGENEKON İLE BAĞLANTIMIZ YOK’
Üniversitenin sorunları dışında ülke gündemi hakkında da tartışmalar düzenlediğinizi , fikirler ürettiğiniz söylediniz. Ben de biraz daha genel konular hakkındaki görüşlerinizi almak istiyorum. Öncelikle Ergenekon süreci... Bu sürece nasıl bakıyorsunuz?
Uğur Gümüşkaya (İstanbul Üniversitesi): Öncelikle şunu belirtelim, basının bir bölümünde bizim arkamızda Ergenekon’un olduğuna dair şeyler söyleniyor. Biz bunu kesinlikle kabul etmiyoruz. Daha önce de belirttiğimiz gibi hiç bir siyasi parti ya da yapılanmayla organik bir bağlantımız yok. Dolayısıyla bu suçlamaları kesinlikle kabul etmiyoruz. AKP’nin de böyle bir suçlama yapmasının altında da kendisini aklama, konuyu manipüle etme ya da yaşananalardan kendisini sıyırma amacı var.
Biz yaşanan AKP-Ergenekon tartışmalarını egemenlerin kendi arasındaki bir koltuk kavgası ya da iktidar mücadelesi olarak görüyoruz.
‘DİNK ÖLDÜRÜLDÜĞÜNDE BİZ DE SOKAKLARDAYDIK’
Cihan Uyanık: Zaten bizim Veli Küçük ya da Kemal Kerinçsiz’le yan yana durmamız söz konusu olamaz. Bu kişiler Hrant Dink’in öldürülmesinin asıl sorumlularıydı. Bu gibi kişilerle bağlantılı olduğumuzu iddia etmek komik. Biz Hrant Dink öldürüldüğünde binlerce kişiyle birlikte biz de sokaktaydık. Onun dışında Ergenekon sürecinde içeri alınan generallerin bir çoğunun Güneydoğu’da yaptıkları ile bizim düşüncemiz arasında hiç bir ortak nokta olamaz. Bunlar AKP medyasının yaftalamalarıdır. Bunlar da zaten artık komik olmaya başladı. Örneğin daha önce HES’e karşı duarn Karadenizliler de Ergenekoncu olarak yaftalanmıştı. AKP iktidarına karşı gelen, kendilerinden olmayan herkesi Ergenekoncu gibi göstermeye başladılar, bu şimdi bize de yapılmaya çalışılıyor. Tüm ezberleri bu ama biz bu ezberi de bozacağız.
Uğur Gümüşkaya: AKP iktidarı, derin devleti ortadan kaldıracağını iddia ediyor ama örneğin Hayata Dönüş operasyonlarıyla ilgili olarak suçu ölen iki askere yıkmaya çalışıyorlar ya da Hrant Dink’in katiline karşı ceza indirimi getirecek yasaları kabul ediyorlar. Bunları yapan bir iktidarın derin devleti ortaya çıkarıp faili mechullerle savaştığını düşünmek çok zor.
Biz zaten referandum süreci sonrasında yaşananlarla AKP’nin ileri demokrasi maskesinin düştüğünü, gerçek yüzünün ortaya çıktığını düşlünüyoruz.
Hazır sırası gelmişken Referandum hakkında ne düşünüyorsunuz? Kolektifler olarak bir tavır aldınız mı?
Eren Can: Referandum sürecinde ‘üniversite hayır diyor’ diye bir kampanya yürüttük. ‘YÖK varsa demokrasi yoktur’ dedik. Bugün 12 Eylülcülerden hesap sorulmadığı da ortada. Biz AKP’nin yalanına inanmadık. Referandumda ‘Evet’ çıkınca HES’ler yapılmaya devam etti, hemen ardından zamlar geldi, 12 Eylülle hesaplaşma konusunda hiç bir şey yapılmadı, öğrencilere yapılanlar da zaten ortada. Türkiye’nin özeti de budur.
Cihan Uyanık: Ben de bir eklemede bulunmak istiyorum. Referandum döneminde ‘Yetmez ama Evetçiler’ bizi çok sinirlendirdi. Zaten zamanla ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıktı. Yetmez ama Evetçiler AKP ile işbirliği yapmıştı. Ama referandum sonrası yaşananlar ortada, ileri demokrasiden ne çıktığı ortada. Bu aydınların çoğu suskun.
Ama son yaşananlardan sonra farklı görüşlerden pek çok aydın sizin yaşadıklarınıza destek verdi. Bunların arasında ‘Yetmez ama Evet’ diyenlerin de sayısı bir hayli fazla. Onları samimi bulmuyor musunuz?
Samimi buluyoruz. Zaten bu aydınların pek çoğunda bir AKP yanılgısının olduğunu düşünüyoruz ve onları samimi buluyoruz ama onların içinde Sol görünümlü liberaller de var. Örneğin parasız eğitim talebimize bazılarının hayır demesi söz konusu değil ya da öğrencilere yapılanlar karşısında...
‘TÜRBAN EYLEMLERİNİ DESTEKLEMEDİK’
Türban konusunu da konuşmak istiyorum. Eylemlerinize destek vern türbanlılar var mı?
Neval Kösedağı: Bazı eylemlerimizde türbanlılar da vardı.
Ama bildiğim kadarıyla siz türban eylemlerini desteklemediniz.
Neval Kösedağı: Net bir şey söyledik; üniveristenin ve kadının özgürlüğü için türbana hayır dedik. Türban tartışması AKP’nin gündeme taşıdığı bir süreçtir. Ancak sadece AKP’nin gündeme taşımasından ya da türbanın siyasi simge olmasıyla türbana hayır demedik. Türbanın kadını ikinci sınıf yaptığını düşünüyoruz. Eğer bu bir otoriteyse aynı otorite kadının erkekle konuşmasını da yasaklar, kadının erkekle eşit olduğunu da reddeder, erkeğin kadına şiddet uygulamasını da mazur görür. Bunların bütününe baktığımızda türban da kadının özgürlüğünü kısıtlayan otoritenin bir parçasıdır. Elbette ki inanç özgürlüğünü savunuyoruz ancak türbanın bu şekilde gündeme gelmesi AKP hükümeti ile oldu.
Bir diğer neden de üniverstenin bilim üreten kurum olmasdır. Örneğin ben İTÜ’deyim. Bizim ünibersitemizde genetik bölümü var. Biz, gelişen gerici kadrolarla örneğin evrim teorisinin konuşulmasının giderek güçleşeceğini biliyoruz. Hukuk bölümünde Roma Hukuku yerine Şeriat Hukuku mu okunacak. Sonuçta türbanlıların okula girmesi bu gibi konularda engel oluşturacaksa...
Peki size göre engel midir?
Neval Kösedağı: Hayır. Tek engel türban değildir ama bu bir sıçrama tahtasıdır. AKP sadece iktidar partisi değildir, bir yapıdır.
Bu ne demek?
Neval Kösedağı: Şu demek; AKP artık medyasıyla, polisi ve artık nerdeyse askeriyle beraber bütünlüklü bir yapı. Üniversiteler de özellikle YÖK kanalı ile bu yapıya dahil edilmeye çalışılıyor. Eğitimin gericileşmesi, bilimin gericileşmesi söz konusu ve türban da bu konuda bir sıçrama tahtası. Bu nedenle buna karşı çıkmak da politik bir tavırdır.
‘TÜRBAN SİYASAL DÜZLEMDEN AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ'
Anladığım kadarıyla türbanı AKP’nin siyasl programının bir parçası olarak görüyor ve bu nedenle karşı çıkıyorsunuz. Peki türban sorununu konjektürden bağımsız düşünsek, sadece bir özgürlük meselesi olarak görür müsünüz?
Neval Kösedağı: Üniversiteli bir kadın öğrenci olarak, hemcinsimin türbanla kapatılmasına karşıyım ve bunun onun kendi seçimi olduğuna inanmam da pek mümkün değil. Sonuçta biz bu konuyu türbanlı arkadaşlarımızla da tartışıyoruz. Zaten onlara olumsuz bakmamız söz konusu değil. Ama kişisel olarak onlara türbanla özgürleşemeyeceklerini, bunun özgülüğün önünde bir engel oluşturduğunu söylüyorum. Türbanın da tüm siyasi tartışmaların ötesinde erkek egemenliğini getiren bir dayatma olduğunu ve özgürlüğünü kısıtladığını anlatıyorum.
Peki ikna edebiliyor musun? Gerçekten bir kadın sadece inancı nedeniyle türban takamaz mı?
Neval Kösedağı: Buna tam olarak inanamam çünkü doğduğumuz günden itibaren kadın olarak yönlendiriliyoruz. Türban takmanın da böyle bir yönlendirmenin sonucu olduğunu düşünüyorum.
Uğur Gümüşkaya: Şunu da söylemek gerekir. Türban üniversitenin siyasal olarak dönüştürme projesidir. Ama bir arkadaşımız “ben AKP’ye oy vermiyorum, siyasi düşüncem nedeniyle değil tamamen dini inancım nedeniyle türban takıyorum” diyebilir. Ama şunu kaçırmamamız gerekiyor; siyasal İslam bu simge üzerinden örgütleniyor. Arkadaşlarımız samimi olarak inancı gereği türban takıyor olabilir ama bunu siyasal düzlemden ayrı olarak ele alamayız. Yoksa türbanlı arkadaşlarımıza kişisel olarak bir karşıtlığımız yok.
Türbanın siyasal simge olduğunu söylüyorsunuz? Peki üniversiteye siyasal simge ile girilmemeli mi? Örneğin siz kendi siyasal görüşlerinizi yansıtacak simgelerle üniveristeye girmekten kaçınıyor musunuz?
Neval Kösedağı: Üniversite bilimin üretildiği kurumlardır. Bilim üretmek üzerine temellendirilmiştir. Biz de bunu savunuyoruz zaten. Dolayısıyla bizim yaptıklarımız üniversitenin temel nosyonu ile çelişmiyor. Ama türban konusu ileriye giderse kadın erkeğin aynı yerde eğitim almamasına kadar gider.
Uğur Gümüşkaya: Zaten böyle şeyler de yaşanmaya başlandı. Türban eylemlerinin en yoğun yaşandığı zamanlarda Anadolu Gençlik Örgütü şöyle bir bildiri dağıttı; türban hakkını kazandık ama bu yetmez. Şimdi sıra kadın ve erkeğin ayrı ayrı bulunduğu sınıflar ve yemekhane. Bu ciddi bir dönüşümün öngörüsü.