Trump yönetimiyle birlikte Amerika’nın Türkiye’ye karşı tutumumun yıpratıcı mücadeleden yıkıcı mücadele aşamasına terfi ettiği konusunda ihtilaf yok herhalde. Kayıtlara her ne kadar Pastör Brunson Krizi ile tırmanan Dolar Kuru Savaşı olarak geçecek olsa da Amerika ile Türkiye arasında açılan makas 1 Mart 2003’te Meclis’te reddedilen Irak Tezkeresi’yle iyice belirginleşmeye başladı. Ağustos 2018’den geriye doğru baktıkça Amerika-Türkiye ilişkilerinin söylem ve resmi anlaşmalar düzeyinde müttefik fakat fiiliyatta ciddi bir rekabet hatta çatışma zemininde devam ettiğini söylemek durumundayız. Ortak noktalar hızla erirken ihtilaflı alanlar günden güne büyüyor.
Amerika ile yaşanan ihtilaf ve çatışmanın alenileşmesi ve bir anlamda resmiyet kazanmasının getireceği riskler hiç de az değil elbette. Ancak sadece yakın dönemi esas alacak olsak dahi baba Bush, Clinton, oğul Bush, Obama ve Trump yönetimlerinde Amerika’nın Türkiye’ye karşı pozisyonu nitelikli bir müttefik değil ucuz ve bağımlı bir ileri karakol olarak kullanmaya yönelikti. Ancak Trump’la birlikte Amerika’nın korsan devlet karakteri daha bir temayüz etti, daha bir çirkin ve çirkefleşen politikaları en başta “müttefiklerine” yöneldi. Bu bağlamda Amerika’nın ezeli rakibi Rusya’nın Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşme sahnesiyle müttefik Almanya’nın Başbakanı Angela Merkel’le görüşme sahnesini karşılaştırmakta fayda olur. Aynı çelişik durumu aylar boyunca nükleer çatışmaya ramak kaldı haberlerini takiben Kuzey Kore lideri Kim Jong-Un’la sergilenen aşırı sempatik dostluk zirvesiyle Uzak Asya’daki en yakın iki müttefiki Japonya ve Güney Kore’nin tehlikeli bir şekilde ofsayta düşürülmesinde net olarak gördü bütün dünya.
Trump liderliğindeki Amerika’nın ticaret savaşları kurallarını yeni baştan belirlemeye girişirken önce Avrupa Birliği’ne sonra da Japonya ve Güney Kore’ye ağır yaptırım kararları aldığını biliyoruz. Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya, Meksika veya İran’a yönelik yıpratıcı hamleleriyle Türkiye’ye yönelik yıpratıcı hamleleri oldukça birbirine benziyor. İngiltere ve Almanya’yla yaşadığı ihtilafların geleceği yer de üç aşağı beş yukarı Türkiye’nin şimdilerde karşı karşı karşıya kaldığı durumdur. Sorunun merkezinde Trump liderliğindeki Amerika’nın rakip veya müttefik olarak tanımladığı tüm devletlere diz çöktürme stratejisi yer almaktadır. Bu diz çöktürme stratejisine karşı nasıl bir çıkış yolu, nasıl bir alternatif üretileceği meselesi ertelenemez bir sorumluluk olarak duruyor siyaset ve toplumun önünde.
Bir ülkeye yönelen ekonomik saldırı da askeri saldırı kadar ölümcül tehlikeler taşır. Ancak bu saldırıları heyecan düzeyi yüksek sloganlarla bir yere kadar savuşturmak mümkün olur. Aslolan öfkenin makuliyet düzeyini hiç kaybetmemek, kontrol altına tutmaktır. Bugünden yarına sadece magazin değeri olan bir takım garip ve esasen komik rest çekmeleri hiç kale almamak gerekir. Direncin ahlaki ve makul zeminde tutularak kazanılacağından asla şüphe edilmemelidir. Ahlaki ve makul zemin her düzey ve zeminde adaletin tecellisine azami düzeyde dikkat göstererek korunabilir çünkü.
Krizin tırmanışa geçtiği zamanda yapılan fedakârlık çağrılarının tutarlı bir karşılık bulmaması moral değerleri, toplumsal güveni yerle yeksan eder. Söylemi alabildiğine sertleştirmek yerine tutum ve tavırları sağlamlaştırmak tercih edilirse kurulan politik çözüm başarısızlığa uğrarsa hem düşmanı güldürmeyecek hem de dostları karamsarlığa sürüklemeyecek manevra imkânı korunmuş olur. Fakat nihayetinde varacağımız nokta orası olsa dahi daha en başta en sert söylemlere sarılarak, köprüleri tamamen atmaya matuf göndermelere girerek krizi yönetmek pek kolay olmasa gerek. İyiden iyiye korsanlaşmış Amerika’yla baş etmenin zorlukları ortada. Ancak saldırı altında kalan her ülke gibi Türkiye de kendi içinde bütünlüğü korumak, dayanışmayı kavileşirmek için gerçek anlamda seferber olmak zorundadır. Bu seferberlik geçmişten bugüne çokça konuşulup yazılan adalet seferberliği olmak durumundadır. Bürokraside, çalışma hayatında, vergi sisteminde, siyasette veya hayatın diğer alanlarında gerçek manada adaletin tesisiyle elde edilecek dayanışma ruhunu şu veya bu devletin döviz kurlarında manipülasyon yaparak, ticari ambargo uygulayarak çökertmesi mümkün olamaz.
Toplumsal hayatı karaborsaya karşı koruyabilecek siyasi iradenin en önemli imtihan alanı rüşvete, iltimasa, sahteciliğe, kanuna karşı hileye karşı dürüst ve kararlı bir mücadele vermekle başlıyor. En çok kazananlarla en az kazananlar arasında uçurumu büyütecek ekonomi politikalarına fiilen set çekerek, tüketimi değil üretim ekonomisini teşvik ederek hasar alınsa bile bu saldırıyı savuşturmak çok zor olmayacaktır. Yeter ki ölçüsüz coşkuya oynamaya, çözüm taleplerine karşı mehterin sesini yükseltmeye, milliyetçi-ulusalcı gururu okşayarak günü kurtarmaya tevessül edilmesin.
Yeni Akit