PKK lideri Abdullah Öcalan'ın ikinci Nevruz mektubu 21 Mart'ta Diyarbakır'da okundu.
Mektup kısa, öz ve netti.
Çözüm Süreci devam ediyor, nokta.
KCK'nın son 'AK Parti artık muhatabımız değildir' açıklaması ile ümitlenen savaş lobisi, bir kez daha sükût-i hayâle uğradı. Darbe denkleminin en önemli eksiklerinden birisi olan 'Kürtler', çok stratejik bir anda tüm çabalara rağmen 'Yeni Türkiye' ittifakındaki yerlerinde sabit olduğunu dünyaya tekrar ilan etmiş oldular.
'Öcalan'ın mektup yazmayacağı, yazsa bile bunun süreçten çekilme yönünde olacağı', 'Sürecin yavaş ilerlediği veya durduğu', 'Öcalan'ın 2015'te serbest kalacağı', 'Öcalan'ın serbest kalmaması halinde sürecin de duracağı', 'AİHM'in kararının Öcalan'ın tahliyesini gerektirdiği' gibi dedikoduların amacı, Çözüm Süreci'nin akamete uğraması, Kürtlerin denklemdeki yerinin değişmesini sağlamak olarak ortaya çıkıyor.
Barışın tesis ediliyorluğunun bir tehdit olarak görülmesi bile, AK Parti karşıtı ittifakın siyaset dışı niyetini ele vermeye yeterli. 35 yıldır akan kanın durmasının, Erdoğan'ın hal edilmesi önündeki en büyük engel olarak görülmesi, sanırım ittifakın karakteri hakkında bir fikir veriyor.
Sorun basit bir Erdoğan veya sıradan bir iktidar kavgası meselesi değildir. Sorun, Çözüm Süreci'nin son iki yüzyıllık tarihimizdeki hangi iktidar mantığının altını oymakta olduğudur. Erdoğan, bu iki yüzyıllık, dünyayı, bölgeyi ve Türkiye'yi yönetme paradigmasına karşı çıktığı oranda değerli bir figürdür. Erdoğan'ın hedef seçilmesinin nedeni, bilerek veya bilmeyerek, Çözüm Süreci ve One Minute ile eski reel politiğin ana aksına dinamit koymuş olmasındandır.
Bakın Öcalan bu tesbiti nasıl yapıyor:
'Son Newroz'dan bugüne yaşadığımız güncel somut durum tam da çatallaşmaya başlayan bu yol ayrımını ifade etmektedir. Ya son 200 yıllık kapitalist moderniteye dayalı komplocu-darbeci rejim kendini yeniden restore ederek sürdürecektir ya da tarihsel rotasına oturtulmuş Türk-Kürt ilişkileri en kapsamlı demokratik reformlardan geçerek demokratik anayasal bir rejimle komplocu-darbeci mekanizmaları parçalayarak çözümlenecektir. Bütün ara yollar ve geçici biçimler artık miyadını doldurmuştur.'
Mısır ve Türkiye'de yaşananlar, esas itibarıyla, geçen iki yüzyılın kolonyal vesayet tahakkümünün kendisini 21. yüzyılda yeniden var etme savaşıdır. Mısır'da Mursi'ye yönelik halkın irade gaspına 'darbe' denememesi, bırakın denmesini, darbenin ABD ve AB tarafından desteklenmesi buna dair bir mantığın ürünüdür.
Aynı senaryonun Türkiye'de Gezi sonrasında sahneye konması da aynı nedenledir. Gündelik siyasi değerlendirmelerle yapılan Erdoğan veya Mursi'nin hataları ile kısıtlı bir analiz, aslında tam da istenen durumdur. Büyük resmi kaçırmakta, kafaları gereksiz yere karıştırmaktadır.
Ülkemizde de maalesef ciddi bir siyaset okuma sorunu vardır. Hala birçok analiz, Erdoğan'ı sadece Erdoğan, 30 Mart'ı da hükümetin paralel yapı ile çatışması kısıtında değerlendirmekte. Erdoğan'ın üslubundan, hatalarından bağımsız olarak değerlendirilmesi gereken karmaşık bir alt yapı var. Ama bu altyapı yokmuş veya Öcalan'ın tarif ettiği derinlikte değilmiş gibi davranılmakta.
Hegemonik dünya düzeni, makyajlayarak, hatta özgürlük, demokrasi, yolsuzluk, hukuk gibi ambalajlarla ortaya çıkarak kendisini yeni yüzyıla darbelerle adapte edebilecek mi, yoksa halkların iradeleri, kendi kaderlerini tayin etme imkanına geç de olsa kavuşacak mı?
Temel soru budur.
Erdoğan, bu noktada halk iradesinin yanında durduğu oranda kendi önemini ve değerini üretmiştir. Öcalan bu değer nedeniyle Erdoğan'la Çözüm Süreci'ne girişmiştir. Çünkü Öcalan'ın Kürt sosyolojisinde oynamak istediği rol de Erdoğan'ın simetrisine düşmektedir.
Bu nedenle, darbe ittifakı için Nevruz mektubu çok hayatiydi. Şimdi o mahallede yine 'yas' var.
Öcalan, sürecin geleceği hakkında şöyle konuşuyor:
'Şu ana kadar yürütülen bir diyalog süreciydi ve önemliydi. Bu süreçte iki taraf da birbirlerinin iyi niyetini, gerçekçiliğini, yeterliliğini test etmiştir. Bu testten hükümetin ağırdan alma, tek taraflı yürütme, yasal temelden kaçınma ve uzatma tutumuna rağmen iki taraf da barış arayışından kararlılıkla çıkmıştır. Gelgelelim diyalog süreçleri önemli olmakla birlikte bir bağlayıcılık içermezler. Bundan dolayı da kalıcı bir barış için yeterli güvence oluşturamazlar. Gelinen noktada müzakere sistematiği için yasal bir çerçeve kaçınılmaz olmuştur.'
Bunlar da hükümetin ciddiye alması gereken önemli ve doğru tesbitler. Türkiye'yi Gezi ve 17 Aralık süreçlerinde bir darbeden, hatta içsavaştan koruyan şey Çözüm Süreci'nin kaldıraç etkisi olmuştur. Bu nedenle saldırı altındadır. Bu saldırıları bertaraf etmenin tek yolu da 'Kervan yolda düzülür' mantığından çıkmak, müzakereleri kurumsallaştırmaktır.
Bununla birlikte, Gezi ve paralel yapının kalkışmaları ile mücadelenin kendisinin de bizatihi Çözüm Süreci için atılması gereken adımlardan olduğunun anlaşılması gereklidir. Çözüm Süreci yüzünden ölümcül bir saldırı altındayken, Erdoğan'a 'Adım atmıyorsun' suçlaması çelişkilidir. Baskı, ilkesel sınırları ve siyasi karşılıkları içinde anlamlıdır.
Öcalan'ın sergilediği sorumluluk ve ciddiyeti, barış yanlısı tüm kesimlerin de sahiplenmesi gereklidir.
Kaynak: YENİ ŞAFAK