Bazı liberal kalemlerden Kürt hareketine yönelik eleştirilerin başında MİT ile ilgili konular geliyor. Mehmet Altan, BDP'li milletvekili Sırrı Sakık'ın MİT yasası görüşülürken yaptığı konuşmayı hatırlatarak Kürt hareketine sert suçlamalar yöneltti. Oysa BDP, MİT kanunuyla ilgili değişikliklere destek sunmamıştı. Sakık ise sadece akan kanın durdurulmasındaki katkılarından dolayı MİT Müsteşarı'na teşekkür etmekle yetinmişti. Ayrıca grup adına Pervin Buldan, Sakık'ın konuşmasına yönelik "düzeltme" bile yaptı. Buna rağmen Altan'ın Kürt hareketini MİT'e yakın durmakla suçlaması dikkat çekiciydi.
Kürt siyasetinin bu konuda hemen savunmaya geçmesi yanlış bir tutumdu. Ortada savunma yapması gereken birisi varsa o da Altan'ın kendisidir; zira Türkiye'nin derin devleti konumundaki cemaatle yakınlığı ve ilişkisi nedeniyle gayrimeşru bir pozisyondadır. Kürt siyasetçiler bu derin yapının kurbanı durumundadır. KCK tutuklamalarında binlerce Kürt siyasetçi hapse gönderilmiştir. Bunları bir yana bırakarak asıl konuya dönelim; Kürt hareketiyle MİT arasındaki ilişkiye... Kürt hareketinin kendisi de bu ilişkiyi yeterince anlamış görünmüyor. Abdullah Öcalan ile devlet arasındaki görüşmelerin yeniden başlamasında cemaatin MİT'e yönelik darbesi etkili oldu. Çözüm süreci de, bu darbe girişiminin boşa çıkarılmasıyla başladı. Abdullah Öcalan, bu süreci Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve Altan Tan'a ayrıntılarıyla anlattı. Bakın ne diyor Öcalan: “...Süreci esastan bozan güç kim diye baktım. Savcının... 7 Şubat MİT’e darbesi... Ben bir darbeyi sezdim. Cezaevi müdürüne ‘Hakan Bey’i (MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı kastediyor) yalnız bırakmamak gerekir’ dedim. Sözlü, yazılı iletişime geçtim, 5 ay önce tekrar kanal açıldı, diyalog başladı. (...) MİT’i düşürseydiler. Türkiye’de tüm kaleler düşmüş olacaktı. Hakan Fidan tutuklansa, sonra sıra Başbakan’a gelecekti. Benim bu süreci canlandırmam, darbeyi engelleme sorumluluğu... Darbeyi önleyebileceğimi fark ettim ve süreci başlattım." (İmralı Zabıtları/23 Şubat 2013)
Cemaatin MİT'i düşürme savaşının altında Kürt meselesi ve bu meseleye demokratik çözüm arayışları yatıyor. Öcalan'ın altını çizdiği gibi burada cemaat "süreci bozan güç" olarak demokratik açılıma ve siyasi iradeye darbe yapmaya çalışan taraf durumunda. Öcalan'ın pozisyonu MİT ile gayrimeşru bir ilişki geliştirme değil, darbeyi engelleme, sürece sahip çıkma, gerçekçi davranma sorumluluğu...
Kürt siyasetinin anlamadığı durum biraz bu; yeni derin devlet konumundaki cemaat, MİT'i düşürme savaşı verirken liberaller de bunu halka "demokratik gelişme" biçiminde pazarlamaya çalışıyor. Kürtler üzerinde psikolojik baskı kurarak, onları cemaatin oluşturduğu MİT karşıtı cephenin içine çekmeye çalışıyorlar. Kürt siyasetçiler de haliyle MİT'e yakın bir görüntü vermenin bile demokratik duruşlarına gölge düşüreceği endişesiyle savunma pozisyonuna geçiyorlar. Haklı olabilirler ancak şunu göremiyorlar; mesele MİT'e yakın olup olmamak meselesi değil; mesele -MİT'e elbette yakın durmasınlar- gerçekleri ıskalayıp ıskalamama meselesidir. Darbeyi görmek, oyuna gelmemek, cemaatin liberaller eliyle hazırladığı tuzağa düşmemektir. Mesele şahsiyet meselesiyse herhalde kimse Öcalan'dan daha şahsiyetli olamaz; o darbecilere göz kırpmak yerineFidan'a sahip çıkılmalı diyerek risk aldı. Çözüm sürecini geliştirdi. Derin devlete en büyük darbe budur. Liberallerin el altından piyasaya sürdüğü "Öcalan, Erdoğan'a karşı çıkamaz, korkuyor" gibi kara propagandaların asıl amacı Kürt cephesinde yarık açmaktır. Bu cemaatin stratejisidir. İmralı ile Kandil arasında yarık açmaya çalışıyorlar. Liberallerin çözüm sürecinin ertesinde Kürt illerine koşması, "Öcalan kandırılıyor, Erdoğan oyalıyor" diye yazılar döşemesi, Kandil'e çıkmaları, Rojava'ya kadar gitmeleri süreci itibarsızlaştırma amacı taşıyordu.
Kürt siyasi hareketine son dönemlerde açıktan açığa "faşizmle, diktatörlükle ittifak" gibi suçlamalar yöneltilmesi sebepsiz değil; Kürt hareketi üzerindeki liberal vesayetin bitmesine öfkeliler. Maskeleri bir işe yaramıyor artık; bu yüzden Kürt hareketine açıktan tavır almaya, saçma sapan suçlamalar yöneltmeye başladılar. Dertleri bu ülkenin demokratikleşmesi değil; onlar, 17 Aralık'ta darbecilerin yanında saf tutarak demokrasiye ihanet ettiler. Demokrasiyle, özgürlüklerle, demokratlıkla ilgili herkese söz düşer ama bu konuda en son konuşacak olanlar derin devletle gayrimeşru ilişkiye giren bu sahte liberal isimlerdir.
AKŞAM