PKK lideri aradan çekilirse ne olur? Kaç gündür bu soru aklımı kurcalıyor. Zira bunu düşünmem nedensiz değil. Aradan çekilme kozunu eskiden devlete karşı kullanan Öcalan, bugün benzer bir tepkiyi örgüte gönderdiği mesajda da dile getiriyor: “Devletle yaptığım görüşmelerden rahatsızsanız, bırakabilirim; siz yapın.”
Bu noktaya kadar gelinmesinin nedeni şu: 15 hazirana kadar örgütten eylemsizlik kararına uymasını isteyen Öcalan, son çatışma ve kayıplarla birlikte iki arada bir derede bırakıldı. Lider olarak etki alanı daraltıldı. Süreç, Öcalan üzerinde büyük baskıya dönüştü. Bu olaylar iki tarafın da Öcalan’a yoğun pres uyguladığını gösteriyor. İki taraf, dediğim devlet/AKP ve PKK’dır. Devlettir, baskı uygulayabilir, Öcalan’a pres yapabilir; sanırım bu görüşe itiraz eden pek çıkmaz. Fakat örgütün kendi liderini zora soktuğu görüşüne ise itiraz edenler olabilir.
Ancak mevcut durum Öcalan’ın devlet kadar PKK’dan da yakınmasına neden olacak düzeyde gelişmelerin yaşandığını gösteriyor. Bu kadar militanını kaybeden bir örgütün liderinin İmralı’daki masada ne konuşması bekleniyor? Bu kadar kayıp, ölüm ve tutuklama furyası karşısında Öcalan’a daha fazla sertleşmekten, rest çekmekten başka söyleyecek söz bırakılmıyor.
Peki Öcalan’ın buradaki “önemi” nereden kaynaklanıyor?
Abdullah Öcalan’ın İmralı’da geçen 12 yıllık hapis hayatı, onun Kürt siyasi hareketi içindeki yerini ve liderlik konumunu da değiştirdi.
Öcalan Türkiye’ye getirildiğinde sadece PKK lideriydi.
Bugün ise 12 yıl öncesine göre büyüyen, gelişen, serpilen Kürt hareketinin önderi.
Bu değişim, onu silahlı bir örgütün lideri olmaktan daha ileri bir konuma taşıdı.
Şimdi Sinn Fein lideri Gerry Adams gibi, Kürt hareketi içinde benzer bir yerde durmaya çalışıyor.
Ayrıca örgüt üzerindeki gücü, Gerry Adams’in İRA üzerindeki etki ve gücünün de çok ötesinde.
Kürt siyasi hareketinin başka Gerry Adams çıkarmasının da ihtimali yok.
Devlet, bu durumun farkında olmasaydı Öcalan ile masaya oturmazdı.
PKK bunun farkında mı, emin değilim. Yoksa yukarıda belirttiğim gibi, Öcalan’ın İmralı’da yaptığı görüşmelere rağmen sabırsız davranarak hemen sonuç istemeleri, yıllardır savaştıkları orduyu tanımıyormuş gibi militanlarını kayıplara açık halde konumlandırmaları veya ölüme kapı aralamaları Öcalan’ın baskı altında kalmasından başka işe yaramıyor.
1994’te Bingöl’de 33 erin katledilmesiyle birlikte kaçan barış fırsatını hatırlıyorum. Bugün örgütün lideri olarak Murat Karayılan bile olay için “PKK içindeki çetelerin işi” yorumunu yapıyor. O gün de 33 eri katletmeye götüren zihniyet bugünkünden pek farklı değildi. Yine örgüt ateşkes yapmıştı ve operasyonlar sürüyordu. Bu yüzden pek çok kayıp verilmişti. Ve 33 er olayı, bu kayıplara ‘misilleme’ amacıyla yapılmıştı. Şimdi bugün örgütün verdiği kayıplar ile birlikte peşinde olduğu ‘misilleme’ saldırıları Türkiye’yi yine aynı noktaya götürmeyecek mi?
Bunda PKK ve Kürt siyasi hareketini fazla suçladığımız, değerlendirmesi yapılabilir. Ama zaten orduyu, yıllardır kirli savaşın yürütücülüğü yaptığı gerekçesiyle hesaba bile katmıyor, onlara güvenerek bu görüşleri dile getirmiyorum. Burada hükümete yönelik eleştiriler yapmakta herhangi bir endişe de taşımıyorum. Ancak AKP’yi bu kadar tehdit eder ve şiddetle bölgeden ‘silme’ baskısı altında tutarsanız olacağı bu değil midir? O da polis yetmez, orduyu da devreye sokar. Bu çok mu şaşırtıcı? Hükümeti buna sürükleyen biraz da PKK-BDP’nin kullandığı çatışmacı dil ve hiçbir siyasi görüşe hayat hakkı tanımayan bu saldırgan zihniyetidir. AKP’nin Kürt siyasetine güven verme sorunu vardır. Kürt siyasetçilerin tutuklanmasının önüne geçme, engelleme sorumluluğu da vardır. Ama BDP-PKK’nın da en az hükümet kadar güven verme sorumluluğu yok mudur? İmralı’nın AKP’ye bu kadar sert çıkmasının sebebi sadece AKP’nin ağırdan alan, güven vermeyen, hatta oyalayan politikaları değildir; gözetilen başka devlet içi dengelerle birlikte dışarıdan kendi örgütü tarafından Öcalan’a yansıtılan AKP düşmanlığı da bu restleşmede etkili oluyor. Öcalan masadan kalkar veya “aradan çekiliyorum” resti çekerse bundan sadece devlet/AKP sorumlu olmaz, PKK da sorumlu olur. Dışarıda bu kadar “cehennem” havası yaratılırsa, Öcalan’a da ‘aradan çekilme’ düşer. Bu kadar zorlamanın Türkiye’ye de, Kürt davasına da bir katkısı yoktur.
Ben kamuoyundaki karamsarlığa ve “büyük savaş” beklentilerine rağmen Kürt sorununda “büyük çözüm”ün eşiğinde olduğumuzu düşünüyorum. İşin silahlı kısmı, seçimlerden sonra tümden devre dışı kalabilir. Ancak hükümetin de Kürt siyasetinin de bir an önce bu ‘cehennem’ havasından kurtulması gerekiyor.
kurtulustayiz@gmail.com
TARAF