“Obeziteden Ölenlerle Açlıktan Ölenlerin Sayısı Neredeyse Aynı”

37. Kitap ve Kültür Fuarı kapsamında düzenlenen Ayasofya Sohbetlerinin 8 Haziran Cuma günkü konuğu olan, İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 'israf' üzerine konuştu.

Bu yıl Ayasofya meydanına taşınan 37. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı, Ramazan’ı kitaplarla bereketlendirdi. Kitapseverleri farklı konuları kapsayan 100 binden fazla eserle buluşturan fuarda düzenlenen imza günleri de büyük ilgi gördü. Her yıl düzenlenen Ramazan sohbetleri bu yıl da “Ayasofya Sohbetleri” adı altında devam etti ve iftardan önce 18.00-19.00 saatleri arasında birbirinden değerli isimleri ağırladı.

8 Haziran Cuma günü Ayasofya Sohbetlerinin misafiri, tasavvuf tarihi çalışmalarından tanıdığımız ve şu an İstanbul Müftüsü olan Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz’dı. Hasan Kamil Yılmaz konuşmasında Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu yıl Ramazan teması olarak belirlediği “israf” konusu ele aldı.

Konuşmasının başında Ramazan’ın gecesiyle gündüzüyle, iftarı ve sahuruyla bir mektep olduğuna değinen Yılmaz, kitap fuarının ve burada düzenlenen Ramazan sohbetlerinin de kardeşliği pekiştiren bir işlev gördüğüne dikkat çekti. İsrafın, Türkiye ve dünyadaki önemli problemlerden biri olduğunu belirten konuşmacı, yeni yaşam koşullarının insanları tüketim çılgınlığına sürüklediğini söyledi. Yılmaz konuşmasına şöyle devam etti: “Küresel sermayeye hükmeden büyük şirketlerin pompaladığı tüketim çılgınlığı ülkemizi de etkisi altına aldı. Bu sebeple eskiden sahip olduğumuz ekonomik anlayış yerini tüketim çılgınlığına bıraktı. Bizden sonraki nesilleri düşünmeden bencilce harcıyoruz. Oysa hava, su, yiyecek ve kıyafet gibi hayatımızı devam ettirmek için ihtiyaç duyduğumuz her şey ilahi bir nimettir. Cenab-ı Hakk’ın rahman sıfatının tecellisidir ve bize verilmiş emanetlerdir.”

İhtiyaçlar sınırlı, nimetler sınırsızdır

Müslümanların hayatlarını ekonomik bir denge üzere devam ettirmeleri gerektiğini söyleyen Yılmaz, “israf” kavramının Kur’an’da “haddi aşmak” anlamında kullanıldığını belirtti. “Kur’an’da Allah Teâla iki farklı surede hem israfı hem de cimriliği aynı anda yasaklıyor. Mesela Furkan suresindeki ayet-i kerimede Allah’ın adını andığı kulların vasıfları sayılırken bu özellikler arasında israftan ve cimrilikten kaçınmak da var. Yine İsrasuresinde Yüce Rabbimiz Müslümanları hem israftan hem de cimrilikten men eder. İnsanın cimrilik yapması da israf etmesi de nefsani bir tavırdır. İkisi de nefsini putlaştırması ve nefsine kul olmasından kaynaklanır. Dinimiz açısından ikisi de makbul değildir.”

Modern iktisadın insanın ihtiyaçlarının sınırsız, kaynakların ise sınırlı olduğu anlayışı üzerine inşa edildiğini vurgulayan Hasan Kamil hoca, bunun bizim geleneğimizle çatıştığına dikkat çekti: “Dinimize göre tam tersi söz konudur. İhtiyaçlarımız sınırlıdır ve Rabbimizin yeryüzünde bize verdiği nimetler sonsuzdur, saymakla bitmez.” Kapitalist sistemin insanların doyum eşiğini yükselttiğini söyleyen Yılmaz şunları ekledi: “Doyum eşiğindeki çıta yükseldikçe insan yaşadığı tatminsizliği gidermek için yeni ihtiyaçlar peşine düşüyor. Var olanlar onu mutlu etmeye yetmiyor. Mesela bizim çocukluğumuzda alınan bayramlık bir elbise sebebiyle yaşadığımız sevinci bugünün çocukları yaşayamıyor. Çünkü biz ancak bayramlarda yeni bir elbiseye sahip olabiliyorduk. Ama her hafta, her ay yeni elbiseler alınan çocuklar aynı duyguyu yaşayamıyor. Onların mutlu olması için daha farklı şeylere ihtiyaç var. Dinimizin bize sofradan tam doymadan kalkmamızı emretmesi de aynı sebeptendir. Yemek gibi dünyevi bir nimete olan arzumuzu diri tutmak ister. Onun gözümüzde kıymetli olmasını hedefler. Tıka basa yiyen biri en güzel yemeklere bile dönüp bakmaz. Ramazan’ın hikmetlerinde biridir bu ayrıca. Oruç sebebiyle tüm nimetler gözümüzde kıymetlenir. Duymadığımız kokuları duyar hale geliriz. Bu mahrumiyet iftar sofralarının kıymetini, güzelliğini idrak etmemizi sağlar. Oruç bize zevklerimizi, hazlarımızı sınırlandırmayı, kontrol etmeyi öğretir.”

Emeller arttıkça elemler de artar

 “İrfan geleneğimizde amel ile emel arasında bir ilişki kurulur. Amel, ibadet ve yapılan hayırlı işler demektir, emel ise istek ve arzu anlamına gelir. İnsanların emellerini ihmal ettiği ve amellere sarıldığı sürece irfan yolunda ilerleyebilecekleri kabul edilir. Ama insanlar emelleri putlaştırıp amelleri ihmal edince nefsinin esiri haline gelir. Duygularının kölesi olur. Bu sebeple bizim emellerimizi sınırlandırmaya ihtiyacımız var. Zira insanın bu dünyadan beklentileri kâinattan daha büyüktür. Buna karşılık zevkler ise sınırlıdır. Ayrıca “elem” ile “emel” kelimeleri Arapçada aynı harflerden oluşur. Ve bu sebeple anlamları birbirine yakındır. İnsanın istek ve arzuları çoğaldıkça bunlara ulaşmak için çektiği acılar da çoğalır. Dolayısıyla asl olan emelleri değil amelleri çoğaltmak ve manevi lezzetlere ulaşmaktır.”

İnsanın ancak Allah’ın verdiği nimetlerin hakkını vererek kullandığında, başkalarıyla paylaştığında gerçek mutluluğu tadabileceğini belirten Yılmaz konuşmasına şöyle sürdürdü: “Allah’ın bize verdiği nimetler birer lütuftur. Bu lütfun karşılığında şükrümüzü yerine getirmek gerekir. Bu da ancak onları başkalarıyla paylaşmakla mümkün olur. Topraktan elde edilen bir nimetse öşür, ticaret malıysa zekât veya paraysa sadaka olarak şükrümüzü eda etmeliyiz. Sahip olduğumuz her şey şükrünü yerine getirmeyi gerektiriyor. Mahir İz hoca da bize maaşlarımızı aldığımız anda 40’ta 1’ini vermeyi ve ondan sonra geriye kalanı harcamayı öğütlerdi. Bu İslam geleneğinin bir tezahürüdür. Herkesin her an verebileceği bir ortam inşa etmeyi amaçlar. Yardım etmek için zekât mükellefi olmaya veya sadaka vermek için zengin olmaya gerek yoktur. Önemli olan az bile olsa elinizdekini paylaşabilmektir. Gerçek mutluluk başkalarının mutluluğuna katkı sağlamaktır. Bir yetimin, bir yoksulun, bir ihtiyaç sahibinin ihtiyacını görmek onun sıkıntısını gidermektir.”

Bir lokma bir hırka

“İslam’da tüketimin üç sınırı var: zaruriyât, haciyât ve zeyniyât. Zaruriyât zorunlu temel ihtiyaçlarımıza denk gelir. Yaşamak için olmazsa olmaz ihtiyaçlardır bunlar. Ev, su, elbise gibi.. Haciyât ise hayatımızı kolaylaştıran ihtiyaçlardır. Zeyniyât ise lüks şeylerdir. İsraf da burada ortaya çıkar. Lüks tüketim de bazen ihtiyaç olabilir ama bunun sınırını iyi belirlemek lazım. Çünkü israf kaynak ve imkânları lüzumsuz ve bilinçsiz olarak kullanmak demektir.”

Konuşmasının sonunda israfın ferdi, toplumsal ve küresel boyuttaki zararlarına ve buna karşın alınabilecek önlemlere değinen Hasan Kamil Yılmaz şunları söyledi: “Bizim geleneğimizde ‘bir lokma bir hırka’ algısı vardır. Bazıları bunu tembelliğe sevk eden bir şey gibi yorumlarlar. Ben öyle görmüyorum. Bir lokma bir hırka aslında tüketimdeki nihai sınırı gösterir. Yoksa çalışmak, üretmek konusunda bir sınırlama getirmez. Tüketirken bunun esas alınması ve geriye kalanın da başkalarıyla paylaşılması gerekir. Ecdadımız bunu böyle anlamış ve böyle uygulamış. Nitekim Hz. Peygamber (sav) buyuruyor ki ‘İnsanoğlu için hesap sorulmayacak şey onu soğuk ve sıcaktan koruyacak elbisesi; birkaç damla su ve birkaç lokma yiyecek.’ Bir lokma bir hırka anlayışı da bu hadisten ilhamla ortaya çıkmıştır.”

“Bugün israf, ilahi adalete ters düşecek seviye ulaştı. Enteresandır obezite yüzünden ölenlerle açlıktan ölenlerin sayısı neredeyse birbirine yakın. İlahi adalet sanki onları cezalandırıyor. İsrafın verdiği zararın toplumsal boyutları yürek yakacak seviyede. Musluklardan akan suların, çöpe atılan ekmeklerin, açık bırakılan lambaların sebep olduğu maliyet Türkiye bütçesinin önemli bir kısmına denk geliyor. Öte yandan bunlar yüzünden ekolojik denge bozuluyor. Ekolojik denge de fizik çevre de bize emanet ve biz yeryüzünü imar etmek için yaratıldık. Biz malın gerçek sahibi olamayız ancak, onun bekçisi ve emanetçisi olabiliriz. Bu yüzden bu konuda toplumsal bir seferberliğe ihtiyacımız var.”

Çocuklarımıza vermeyi öğretmeliyiz

“Tüketim arzusu fıtri bir arzudur. İnsanoğlunun topraktan yaratılmış olmasından kaynaklanan bir özelliğidir elindekini tutmak, sahip olmak. Toprak suyu nasıl tutarsa insan da maddi şeyleri tutmaya, biriktirmeye meyyaldir. Suyu tutsun ama üzerinde nebat bitmesine de izin versin. Gül yetiştirsin. Tuttuğu nimetten başkaları da faydalansın. Kum gibi veya kaya gibi olmasın. Bu sebeple bu fıtri arzunun çocukluktan itibaren yönetilmesi ve ehlileştirilmesi gerekir. Tul-i emele dönüşmemesi esastır. Bunun için çocuklarımıza vermeyi öğretmeliyiz. Bu konunun sürekli gündemde tutulması gerekiyor.”

Konuşmanın ardından program dinleyicilerden gelen sorularla devam etti. 9 Haziran Cumartesi günü yapılan Ayasofya Sohbetlerinin sonuncu konuğu Mehmet Nuri Yardım’dı. 10 Haziran Pazar günü -Kadir gecesinde- 37. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı sona erdi.

Kaynak: Dünya Bizim

 

Sağlık Haberleri

Bakanlık, taklit ve tağşiş ürünleri listesini güncelledi: 11 markanın balı sahte çıktı
“Kadın Doğum Hastanelerinde kadın doktor sayısı artırılmalı”
Yurt dışından getirilen ilaçlar için yeni karar
Dijital çağın yeni tehdidi: Beyin çürümesi
McDonald's'ta E.Coli salgını 13 eyalete yayıldı