Taha Kılınç / Yeni Şafak
Obama’nın Mirası
“Amerika Birleşik Devletleri ile dünyanın dört bir yanındaki müslümanlar arasında karşılıklı menfaate ve saygıya dayanan, Amerika’yla İslâm’ın biribirini dışlamadığı ve rekabet içinde olmadığı gerçeğini esas alan yeni bir başlangıç arayışı için buraya, Kahire’ye geldim.”
ABD’nin çiçeği burnunda başkanı Barack Hussein Obama, 4 Haziran 2009’da Mısır’ı ilk ziyareti sırasında Kahire Üniversitesi’ndeki konuşmasında bunları söylemişti. Dün, koltuğunu Donald Trump’a devrederek 8 yıllık görev süresini tamamlayan Obama’nın ardında bıraktığı siyasi miras ise, ABD ile müslüman dünya arasında yeni başlangıçlar yapmak şöyle dursun, mevcut birçok bağın bile koptuğunu gösteriyor.
Attığı kararsız ve çelişkili adımlarla Arap Baharı’nın çığırından çıkmasına ve iç savaşlar silsilesine dönüşmesine yol çan Amerikan yönetimi, bölgedeki geleneksel müslüman müttefikleri Türkiye ve Suudi Arabistan’la tarihinin en sorunlu dönemini yaşadı. Çeşitli konularda Türkiye’yi defalarca yanıltan (hatta düpedüz yanlış yönlendiren) ABD, Suudi Arabistan’la da inişli-çıkışlı ve güvensiz bir ilişki geliştirdi.
Ortadoğu’daki krizin daha da derinleşmesi noktasında Obama dönemine damgasını vuran olay ise şüphesiz, Suriye fiyaskosu. Söylem bazında tersini ifade etmesine rağmen Beşşar Esed rejimini zımnen destekleyen, savaş boyunca durmaksızın tavır değiştirerek takip edilmesi imkânsız bir çelişkiler yumağına imza atan ABD, nihayet IŞİD gibi kanlı bir terör örgütünün doğmasına ve bölgeye yerleşmesine zemin hazırladı; muhtemelen kuruluşuna da emek verdi.
Mısır’da askeri darbeye açıktan alkış tutan Amerikan yönetimi Libya, Afganistan, Pakistan ve Yemen’deki krizlerde de birbirinden tutarsız adımlarıyla problemleri daha da içinden çıkılmaz hale getirmeyi başardı.
Müslüman kökenlerinden dolayı, göreve başladığı ilk zamanlar İslâm dünyasında büyük umut uyandıran Obama dönemi, ABD başta olmak üzere bütün dünyada İslâm karşıtlığının da tırmanışa geçtiği bir zaman dilimi oldu. Beyaz Saray’da müslüman kökenli bir başkanın oturmasının, dünyadaki müslümanlara yönelik muameleyi daha olumlu hale getireceği şeklindeki beklenti böylece boşa çıktı.
***
Ortadoğu ve İslâm dünyası açısından bakıldığında, Barack Hussein Obama’nın siyasi mirasının yeni döneme intikal eden en önemli sonucu, İran’ın yakın tarihte belki de hiç olmadığı kadar etkin bir aktör haline gelmesi, hatta getirilmesi. Nükleer anlaşma yoluyla Tahran’ın prangalarını çözen ABD, Irak’ta doğrudan ve Afganistan’da da dolaylı olarak İran’la ortak hareket etmekten geri durmadı. Suriye krizinde zaten tümüyle İran’ın önceliklerine teslim olan Obama ve ekibi, arkasında bütün coğrafyada rahat bir şekilde at koşturan, mezhepçi siyasetini bölgeye dayatan bir İran bıraktı.
Tarih, Şiîliğin şu andaki üçüncü siyasal yükselişinde yardımcı etken olarak Obama’nın özel gayretlerine ayrıntılı şekilde yer verecek. Belki de, bir takım yorumcuların bugün şaka yollu söylediği “Obama, ismindeki Hussein şifresinin gereğini yapıyor” cümlesi, geleceğin tarihçileri tarafından ciddiye bile alınacak.
Obama yönetiminin İran’la bu aşırı sıcak flörtü, bölgede elbette özellikle Suudi Arabistan ve İsrail’i çileden çıkardı. Bunun sonucunda da, normal şartlarda siyasal anlamda yan yana gelecekleri pek tahayyül edilemeyen bu iki ülke, ‘ortak düşman’ hedefi üzerinden biribiriyle yakınlaştı. Türkiye’nin de Suudi Arabistan ve İsrail’le kurduğu yakın ittifaklarda, ABD’nin dengesiz İran siyasetinin doğrudan etkisi bulunuyor.
***
ABD’nin Ortadoğu’da hâkim uluslararası güç olduğu şeklinde yaygın bir algı var. Askeri üsleri ve işgal kuvvetleriyle, Amerika’nın dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi buralarda da ‘esas yabancı unsur’ olduğuna inanılıyor. Daha doğrusu, “inanılıyordu” demek lazım artık. Çünkü Barack Obama dönemi, ABD’nin bölgedeki etki ve yaptırım gücünün ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu da gösterdi.
ABD’nin ortaya koyduğu zaafın Rusya tarafından hızla değerlendirilip boşlukların doldurulduğu bir Ortadoğu var artık. Obama, bölgede sadece İran’ı faal hale getirmekle kalmadı, Rusya’ya da gücüyle hiç orantılı olmayan devasa bir manevra alanı bahşetti. Putin yönetimi Afrika’da da ABD’nin bıraktığı boşlukları kapma telaşında. Bunun en önemli örneği olan Libya’yı geçen yazımda anlatmıştım.
Obama’dan görevi devralan Donald Trump için, eski yönetimin tüm bu zikzak ve çelişkileri, en ciddi dış politika sınavları olacak. İran’a açılan kredinin geri alınıp alınmayacağı, Rusya’yla sahada nasıl bir ilişki geliştirileceği, Türkiye ve Suudi Arabistan’la yeniden ‘stratejik ittifak’ sürecine girilip girilmeyeceği, İsrail-Filistin meselesinde alınacak tavır, bölgedeki terör örgütlerine desteğin seyri gibi konularda, Trump ve ekibi yakından izlenecek.
Bu kaotik tablo karşısında geleceğe dair tutarlı tahminlerde bulunmak hiç kolay olmasa da, kesin olan bir şey var: İslâm dünyası, yeni ABD yönetiminden çok fazla şey beklememeli ve hayallere kapılmamalı. ‘Müslüman kökenli’ Obama’nın pompaladığı boş hayallerin faturası epey kabarık oldu çünkü. Kendimizi kışa hazırlayalım, yaz gelirse bahtımıza.