Obama’nın Kahire açılımı ve Türkiye’de değişime direnenler

Serdar Demirel

ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama'nın El Ezher ve Kahire üniversiteleri tarafından ortak düzenlenen programda yaptığı konuşma farklı perspektiflerden ele alındı.

Literatüre "Kahire konuşması" diye geçen bu hitabı, ben de, Türkiye'de kendini sistemin sahibi gören güç merkezlerine taalluk eden boyutuyla ele almak istiyorum.

Önce biraz gerilere gidelim.

Cumhuriyet dönemi toplumsal hayatımızın keşmekeşli seyri, Osmanlı sonrası dayatılan mâziden radikal kopuşla yakînen alakalıdır. Bir dönem kapanmış, yeni bir dönem açılmıştı...

Emsali nâdir görülen tarihin doğal akışından bir sapmaydı bizimkisi. Devlet ideolojisi kökten değiştirilmiş ve asırlık kurumlar bir oldu bittiyle sonlandırılmıştı. Toplumun okur-yazar kesimi alfabe devrimiyle bir gecede ümmileştirilmişti. Yaşanan tam bir fecaatti.

Toplumu, İslâmî geçmişe bağlayan ve ihtişamlı geçmişi hatırlatan ne varsa yok ediliyor, Anadolu'nun İslâmlaşmadan önceki kavimleriyle ilişki kuruluyordu. Devletin yeni ideolojisinin kabulünü hızlandırmak için metazori yöntemler kullanmak rutindendi. Bir kerre toplumsal hafızanın formatlanmasına karar verilmişti ya, ne gerekiyorsa yapılacaktı.

Devleti ve toplumu batılılaştırma hamlesi, devlet ve toplum arasında hâlâ devam eden gerginliğin kaynağıdır. Bedeli elbette çok ağır oldu. Velhâsıl, toplumsal yapının üzerine kurulduğu din kaynaklı değerler sistemine format çekmek, dinî ve siyasi hayatı köklü etkilediği gibi, içinden bir türlü çıkılamayan Kürt sorununu da tetikledi.

Ülkenin içine çekildiği bu "kendine yabancılaşma" süreci dış dünyadan bağımsız yaşanmıyordu kesinlikle. Dönemin gâlip güçleri, ülkenin hilâfet yönetiminden kurtulmasını, laikliği benimsemesini ve bu düzlemde yeniden yapılanmasını istiyordu. Yoksa yeni bir savaşı göze almanın kaçınılmaz olduğunu söylüyordu.

Bir nesli Osmanlı'nın son döneminde yaşanan savaşlarda yitirmiş halk, bunu ne kadar göze alabilirdi?

Sistemin laikleşmesini isteyenlerle muasır medeniyet seviyesini yakalamak ve defi bela kabilinden bu dayatmalara kerhen evet diyenler aynı çizgide buluştular ve sistemi dönüştürdüler.

Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeninde Türkiye'nin payına bunlar düşmüştü. Ama kurulan dünya düzeninin ömrü fazla sürmemiş, bu da İkinci Dünya Savaşı'nı kaçınılmaz kılmıştı. Sonuç, iki kutuplu dünya düzenine geçiş olmuştu.

Tek partili rejimden çok partili rejime geçişimiz de, kurulan yeni düzenin bir gereğiydi. Yani dış dünyanın bastırmasıyla jakoben elitlerimiz demokrasiyi bize lûtfetmişlerdi! Türkiye'nin Sovyet Rusya korkusuyla üye olduğu NATO, kendi çizgisinde ülkeyi tanzim etmişti anlayacağınız. Bugün tasfiye edilmeye çalışılan Türk Gladyo'su da, bu üyeliğin bir bedelidir.

Ülkenin gerilim yüklü yüzyıllık serencamı böyle.

Soğuk Savaş bitti, ama dünya henüz yeni düzenini kuramadı. Bush'la oluşturulmak istenen Büyük Ortadoğu Projesi iflas etti. Şimdi Obama devrini idrak ediyoruz. Küresel sistemin yeni dünya düzenini Obama'yla kurma hamlesini..

Düzen kurulacak da Türkiye eski alışkanlıklarıyla mı devam edecek sanıyorsunuz. Son yüzyılda devlet eliyle yapılan köklü değişimler önemli ölçüde dış dünyanın marifetiyle olmuştu zaten.

Obama, önce Ankara'da seslendi Türkiye'ye. Sonra da Kahire konuşmasında Müslüman dünyaya seslendi, isim vermeden de Türkiye'deki laikçilerin başörtüsü yasağını, "çağdaş dünyanın lideri" vasfıyla eleştirdi.

Dikkatinizi çekerim, "başörtüsü yasağını" eleştiren, bu yasağın kadının eşit olma hakkını yok ettiğini söyleyen ve böylece yasakcıları bütün dünyanın gözü önünde faş eden kişi, İran İslâm Cumhuriyeti Başkanı değildi.

Hitabında kutsal kitaplara sık sık atıfta bulunan, Kur'an'dan üç âyet alıntı yapan Obama’nın, bizdeki toplumsal değişime direnen fosilleşmiş laikçilerin canını epey sıktığına eminim.

Bu da aklıma; "Muhafazakâr partiler öne çıktıkça, ekonomik büyümeye daha çok vurgu yapmak suretiyle, laikliğin gündemden düşürüldüğü görülmektedir." diyen Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın irrasyonel açıklamasını getiriyor.

Yalçınkaya, Obama Türkiye'de olsaydı, partisine kapatma dâvası açar, kendisini de siyasi hayattan silerdi herhâlde.

Neyse.

Yalçınkaya'yı bu açıklamayı yapmaya zorlayan zümreler, öyle anlaşılıyor ki; dünyanın nereye evrildiğinin pek farkında değiller.

Demokrasi vurgusu yaparak dikta rejimleri eleştiren, insan haklarının gerekliliğinin altını çizen, Filistin ve İsrail meselesine çözüm aradığını söyleyen, Afganistan ve Pakistan'ı öncelikli gündemi yapan Obama'nın şahsi arayışları değil bunlar.

"İslâm'la savaşmayacağız" diyen Obama, Müslüman dünyanın potansiyelinin farkında. Potansiyelleri çok yüksek ve enerji yüklü bir milleti, kurulacak dünya düzeninin yanında ve hizmetinde görmek istiyor.

"İslâm'la savaşmayacağız" sözü, böylesi bir savaşın varlığını zımnî olarak kabul anlamına gelse de, konumuz bu değil. Obama'nın söylemlerine güzelleme çekmek hiç değil...

Adâlet, hukuk, hoşgörü, diğerini kabullenme ve medeniyetler ittifakı vurgusunu Obama üzerinden öne çıkaran ABD'dir.

Beyaz Türklerin anlamadığı da, bugün yaşanan değişimin I ve II. dünya savaşları sonrası yaşanılanlardan farklı olmasıdır. Bu sefer hem iç hem de dış konjonktür değişimi beraber zorluyor.

VAKİT