İran bütün cephelerde savaşıyor. Hamaney, 19 Haziran tarihli hutbesinde seçimlerden sonra içeriyi karıştıran yabancı ve Batı parmağına işaret etti.
Ardından Dışişleri Bakanı Muttaki bazı Batılı temsilcileri ve diplomatları makamında toplayarak onlara bir hitabet dersi verdi ve artık İngiltere’nin üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk olmadığını hatırlattı ve zımni olarak haddini bilmeye davet etti. Nejad ise aynı günlerde Şanghay zirvesi için Moskova’da idi ve Medvedev’in gözlerinin içine baka baka imparatorluklar döneminin bir daha geri gelmeyecek bir biçimde kapandığını bir daha tekerrür etmeyeceğini söyledi. Tahran, ardından Farsça da yayınlar yapan BBC’nin Tahran temsilcisini sınır dışı etti. Bununla da kalmadı iki İngiliz diplomatı da Londra’ya geriye gönderdi. Bununla birlikte gençlerin Tahran’daki İngiliz büyükelçiliğine taşlı ve sopalı saldırılarına da polis göz yummadı. Misilleme sırası Londra’ya gelmişti ve Başbakan Gordon Brawn istemeye istemeye misilleme yapma durumunda kaldıklarını ve iki İranlı diplomatı ülkelerine göndereceklerini açıkladı. Tahran’ın Avrupa ile sınavı bitmeden Obama Cumhuriyetçi kanadın tazyik ve baskıları altında kürsüye çıkmış ve neredeyse İran’da sonun başlangıcını ilan eder bir konuşma yaptı. Esasında bu konuşma İran’daki değişimin başlangıcına mı işaret ediyordu yoksa Obama idaresindeki yeni eğilime mi temas ediyordu, tartışılır. İran’da yaşananları kınıyor ve yönetime yükleniyordu. Halbuki, hemen bir gün veya iki gün önce İran’ın içişleri noktasında taraf olarak iç çekişmenin kurbanı ve günah keçisi olmak istemediğini ve tutumuna böyle anlamlar yüklenmemesi için değerlendirme yapmaktan kaçındığını aktarmıştı. Gerçekten de İran konusunda realist bir politika izleyen ve Nejad’la yeni bir siftah yapmayı düşleyen Obama’nın İran politikası, İran’daki iç gelişmelere ve çekişmelere kurban gitti. Seçimlerde hile iddiaları ve akabinde başlayan taşkınlıklar ve sokağa taşmalar zinciri ve mukabilinde Pasdaran müdahaleleriyle bir çuval incir berbat olmuştu. Obama bundan böyle Nejad’la masaya oturmak istese de atmosfer ve hava değişmiştir. En azından bu gelişmeler ışığında İran-ABD diyaloğu zorlaşmış ve bir başka bahara kalmıştır. Bu da Obama’nın istediği en son şey olacaktır. İran’ın içişlerine karışarak günah keçisi olmak istemediğini söyleyen ve Kahire’deki konuşmasında 1953 Musaddık’ın indirilmesinde ülkesinin rolü ve müdahalesi dolayısıyla özür dilemesinden bir iki ay sonra neredeyse yine aynı pozisyona düşmüştü.
Bu kaderin cilvesi olmalı. Seçimlerden itibaren Obama’nın ensesinde boza pişiren Cumhuriyetçiler şöyle diyorlar: “Biz müdahale etsek de etmesek de İran rejimi nazarında hep suçluyuz. Çıkmış adımız dokuza inmez sekize. Öyleyse bildiğimizi okuyalım…” Zannederim bu olaylarla birlikte İran ile ABD uzlaşma noktasında büyük bir fırsatı kaçırıyorlar. Neoconlar döneminde 2003 yılında Tahran zeytin dalı uzattığı halde bu fırsatı ABD kaçırmıştı. Daha doğrusu tepmişti. Şimdi ise İran’da iç kargaşa ve kimilerine göre İranlı Neoconlar nedeniyle bu sefer böyle ‘tarihi’ bir fırsatı İran kaçırıyor. McCain gibi Cumhuriyetçiler artık Obama’nın realizm politikasını bırakarak idealizm politikasına geri dönmesini ve yönelmesini istediler. Bu İran’daki sokaklara destek vermek anlamına geliyor. Tam da bu noktada Obama İran’la ilgili tasavvurunu açıkladı: İran rejimi değişimin başlangıcında seyrediyor. İşte bu açıklama ile Obama yönetimi idealizm siyasetine geri dönmüştür. Yani İran konusunda Cumhuriyetçi politikalara dümen kırmıştır. Obama’nın en fazla açılım içinde olmak istediği dosya olan İran kendiliğinden içine kapanıyor. Neoconlardan Robert Kagan da yine Obama’nın İran politikasına ateş püskürüyordu. Wolfowitz, Washington Post gazetesinde dikkat çekici bir makale yazdı ve geçmişte Reagan döneminde Filipinler’de Markos’un İran’dakine benzer bir biçimde seçimlere hile karıştırdığını ve Reagan’ın başta buna kayıtsız kaldığını ama zamanla solcu olmasına rağmen Aquino’dan yana Amerikan politikalarında değişiklik olduğunu hatırlattı. Baba Bush döneminde de Moskova’da Gorbaçov’a darbe sırasında baba Bush’un meseleye kayıtsız kaldığını ancak Yeltsin’in çağrıları sonrasında ABD’nin darbeciler aleyhinde tutum takındığını hatırlattı ve meseleyi İran’a getirerek bağladı. Hep Cumhuriyetçi dönemlerden misal getiren Wolfowitz İran’da da bu emsallerin takip edilmesi gerektiğini savunuyor.
Şu bir gerçek ki, Obama’nın İslâm alemi karşısında en pozitif yaklaştığı ülke İran idi. Lakin o da olaylar neticesinde elinden kayıp gidiyor. Daha önce seçimlerin nezahetinden bahseden Obama artık sonuçları kuşkuyla karşılıyor. İran’daki olaylar birçok kişiyi hayal kırıklığına uğrattı. Bunların başında da Fehmi Huveydi ve Abdulbari Atvan gelmekte. Önce siyasiler gibi yazılarıyla neredeyse Ahmedinejad’ın zaferini kutlayan Fehmi Huveydi kendisine yönelik eleştiri bombardımanı altında bunaldı ve şimdi sorgulayıcı bir üsluba geri dönüş yaptı.
VAKİT