Obama’nın ateşle imtihanı

Gülay Göktürk

Gazze saldırısının zamanlamasının Obama'nın başkanlık koltuğuna oturuşuna endeksli olduğu herkesin hemfikir olduğu bir konu...

Ama bu bağlantının nasıl okunması gerektiği konusunda farklı fikirler var. İsrail yönetimi "cülus öncesi" giriştiği bu harekatla yeni başkana "beni olduğum gibi kabul etmek zorundasın" mesajı mı veriyor yoksa şartlar değişmeden, Bush yönetiminin son demlerinde ne yapsam kârdır hesabıyla mı hareket ediyor?

Bunun cevabını almamız uzun sürmeyecek. Ama daha şimdiden, Obama'nın haftalardır devam eden katliam karşısında sürdürdüğü sessizliği "çift başlı yönetim görüntüsü vermeme" prensibine bağlamasının dünya kamuoyunda pek de ikna edici bulunmadığını ve hayal kırıklığı yarattığını söyleyebiliriz.

Her ne ise artık bütün mazeretlerin ortadan kalktığı gündeyiz. "Değişim" sloganıyla gelen yeni başkanın değişimden ne anladığını göreceğiz.

Obama sadece iç politikada vadettiği sosyal-ekonomik reformlarla, ekonomik krizin yükünü orta ve alt sınıflar lehine paylaştırmakla yetinemez. Ortadoğu'yu saran ateşle yüzleşmek, Bush yönetiminin İsrail'e verdiği kayıtsız şartsız destek politikasını da masaya yatırmak durumundadır. Elbette hayal kurmamak gerek.

Tek bir kişinin yerleşik düzeni tek başına değiştireceğini, Amerikan "derin devleti"nden tamamen bağımsız hareket edebileceğini, ülke içi güç dengelerini altüst edeceğini umamayız. Umudumuz, Obama'nın kendisini iktidara getiren gücün sadece kendi seçmeni olmadığını bilmesidir.

Onun seçim zaferinin Anadolu'nun ücra kasabalarında bile kurban kesilerek kutlanmasının bir anlamı vardır ve yeni Amerika Başkanı'nın bunun anlamını okuyamadığını düşünemeyiz. Evet, değişim sloganının böylesine güçlü bir biçimde yankı bulmasının sebebi, değişim ihtiyacının sadece demokrat seçmenler arasında değil, aynı zamanda bütün dünya kamuoyunda ve bizzat Amerikan devleti içinde de kuvvetle hissedilmesidir.

Süper devletler, süper devlet olmaya devam edebilmek için sadece kendi kamuoylarını değil, bütün dünya kamuoyunu dikkate almak zorundadır.

Dünyanın nefretiyle kuşatılmış bir süper devlet eski tip emperyalizm çağında geçerli olabilirdi. Ama globalleşme çağının hegemonya biçimi nefret doğuran şiddet olamaz. Nefretle kuşatılmış bir süper devlet kendini asla emniyette hissedemez. Bugün Amerikan devletinin ali çıkarlarını düşünen akil adamların hepsi, Bush döneminde geri gelen "çirkin Amerikalı" imajından rahatsızdır.

Acaba hangisi daha zor: Kendi kabuğuna kendini hapsetmiş dünyaya kapalı bir ülkenin globalizasyon sürecine doğru hamle etmesi mi, yoksa emperyalist politikalarla dünyanın her köşesine el atmış bir ülkenin bu büyük trendde yerini alması mı?..

ABD işte bu ikincisini yaşamaya niyetli gibi görülüyor. En azından yeni seçilenlerin ve elbette en başta Obama'nın sözlerinden böyle bir ima yakalayabiliriz. Eğer bu imayı doğru okuduksa, niyet gerçekten de bu ise Obama'nın işi Bush'unkinden çok daha zor. Irak'a asker göndermek kolay ama o askerleri geri çekmek daha zor. Dünyanın geri kalanı ile küsmek kolay, barışmak çok daha problemli.

Evet, Obama döneminin, ABD'nin globalizasyon sürecine adım attığı bir dönem olacağı şeklinde belki de fazlaca iyimser bir görüş öne sürebiliriz.

Ve bunun Hem ABD için hem geri kalan dünya için öneminden söz edebiliriz. Eğer bu muazzam dönüşümü, emperyalizmden globalizme transfer sürecini Obama ve ekibi başarabilirse, Amerika'nın kurucu babaları kadar, belki de onlardan daha şanlı bir yere yerleşecektir. Bekleyip göreceğiz.

BUGÜN