Obama ve Türkiye

MUSTAFA ÖZCAN

‘Obama ve Türkiye’ aslında, New York Times gazetesinin 3 Nisan (2009) tarihli başyazısının da başlığı. Evet, Türkiye Obama’nın baş ağrısı mı yoksa aradığı ortak ve alın yazısı mı? Şu bir gerçek ki, bölgede ABD’ye kurumsal olarak Türkiye’den daha yakını yok.

Velev İran ABD ile barışsa bile bu Şah dönemindeki gibi bir barış olamayacaktır. Soğuk ve kerhen bir barış olacaktır. Bazı şeyleri geriye döndürmek imkansız. Bölgede de Obama için AKP hükümetinden daha uyumlu ve ortak karakter arzeden başka bir hükümet yoktur. Yani Obama Türkiye’yi seçerken çok yönlü kriterler gözetmiştir. Bu sadece coğrafya ile alakalı değildir. Sadece hükümetle de sınırlı değildir. ABD’nin Türkiye’ye çok yönlü ihtiyacı vardır. Lakin son yıllarda ve Bush döneminde ilişkiler fiilen geriye gitmiştir. Bunun ön önemli yansımalarından birisi İslam dünyası içinde en fazla Amerikan nefretinin doruk ve tavan yaptığı ülkenin Türkiye olmasıdır. Türkiye, İsrail ve ABD’nin ‘resmi’ müttefiki olduğu halde böyledir. NATO’da ortaktır ve onun dışında AB üyesi olmaya çabalayan namzet bir ülkedir. Buna rağmen, Türk halkının Amerikan karşıtlığı İran gibi ülkelerden çok daha yüksektir. Obama’nın ziyaretinin amaçlarından birisi de en azından kaybedilen dostluğun bir kısmını geri alabilmektir. Seçilmesinden önce de ve sonra da bir Obama hayranlığı vardır. Obama Amerikan rüyasını yeniden canlandırmak ve belki herkesin rüyası yapmak istemektedir. Dolayısıyla gelişinin nedeni, Türk-Amerikan ilişkilerini yeniden diriltmek ve geliştirmektir. Lakin birçoklarının da temas ettiği gibi ziyaret sadece bununla sınırlı değildir. Daha kapsamlı bir hedef olarak Obama, Türkiye’yi bir bütün olarak Avrupa da dahil Batı’ya daha sıkı bağlarla bağlamak istiyor. Son birkaç yıl içinde artan şark eğilimi yerine yeniden batı eğilimini ikame etmek istiyor. New York Times gazetesinin de işaret ettiği gibi Türkiye’nin ve Başbakan Erdoğan’ın AB coşkusunda bir azalma ve tavsama gözlenmektedir. İşte Obama bunu geriye çevirmek ve eski coşkusuna kavuşturmak istemektedir (Mr. Obama must do all he can to help reverse those trends and anchor Turkey more firmly in the West). Türkiye’nin Batı limanına demirlenmesi öncelikli hedefler arasındadır. Merkel gibi Türkiye’nin AB’ye girmesine taraftar olmayanlar bile onu Batı’ya demirlemiş olarak tutmakta ısrarcı davranmaktadırlar. Zira küçük bir Davos provası bile Türkiye’nin Ortadoğu’da neler yapabileceğini gösterdi. Türkiye’yi Ortadoğu’ya, Ortadoğu’yu Türkiye’ye bırakmak istemezler.

Yalnız Obama’nın ziyaretiyle alakalı olarak Türkiye’den bahseden yazılarda hem Başbakan Erdoğan’ın otokrat eğilimleri irdeleniyor ve hem de özellikle de Doğan grubuyla gergin ilişkilerinden bahsediliyor. Bir şekilde bu yazıları kaleme alanların Doğan grubunu kolladıkları ve çıkarlarını temsil ettikleri söylenebilir. Bunun dışında, Türkiye’nin bütün dış politika açılımlarının pozitif istikamette seyrettiği ifade ediliyor. Elbette Türkiye’nin İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yapmasından memnunlar. Bunun dışında Iraklı Kürtlere açılım da hoşlarına gidiyor. Afganistan ve Pakistan arasında arabuluculuk da keza. Azerileri küstürme pahasına Ermenistan’a ulaşma politikası da sürüyor. Bunların dışında NYT, belki de zımni olarak Ergenekon gibi oluşumlar karşısında hükümet kanadının desteklenmesini istiyor. Geriye gitme ve dönme ihtimali karşısında Türkiye’deki demokratik sürecin de bu ziyaretle takviye olacağına ve olumlu sonuçlar doğuracağına işaret ediliyor. New York Times gerçekten de bu ziyarete büyük önem veriyor. Bu bağlamda, geçen aylarda İran’a giderek bir dizi yazılar yazan Roger Cohen anlaşılan G-20 zirvesinde Başbakan Erdoğan ile Londra’da görüşmüş ve nabız yoklamış. Filistin’le alakalı olarak söylediklerinden yola çıkarak kaba hatlar içinde sözünü sakınmadığını yazıyor. Yine Başbakan Erdoğan’a atfen: “ABD Ortadoğu’daki politikasını kesinkes değiştirmelidir. Eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal. Statükoyu bu şekilde sürdürmek kabil değil” dediğini aktarıyor. Roger Cohen’in notları arasında Başbakan Erdoğan’ın Ortadoğu Temsilcisi George Mitchell’e övgüler düzdüğü de var. ABD Ortadoğu politikasını değiştirirse bütün sorunların çözüleceğini söylediğini aktarıyor.

Roger Cohen’ın kaleminden Başbakan Erdoğan’ın Obama ile ilgili düşünce ve görüşlerinin de pozitif ve müspet olduğunu öğreniyoruz. Obama’nın isminin de kendisinin de melez ve sentez olduğunu söylüyormuş. Erdoğan ve Cohen, Obama’nın İsrail’deki yeni hükümet ve onun dışişleri bakanı Lieberman’ın söylemini aşabilirse başarılı olacağında ittifak ediyorlar. Sadece Obama değil, Amerikan liderliğinin geleceği de bu başarıya bağlı görünüyor. Lieberman’ın söylemi şu: “If you want peace prepare for war/barış istiyorsan savaşa hazır ol.” Özal bunu şöyle söylerdi: Sulhu sükun istiyorsan cenge hazır ol... Lakin bu mesele birleşik kaplar meselesi gibi. İsrail savaşa hazır olunca Suriye de hazır olmak zorunda. Bunun için Beşşar da “Golan’ı geri almak için savaşa da hazırız” demişti. İşte bu zıtlaşma ve kutuplaştırma politikasına siyasi Maniheizm deniliyor. Yazıda Obama’ya yapılan tavsiyelerden birisi de, Lieberman’ın cenkçi söylemine paralel olarak Maniheist Bush’un da eski söyleminden ve paradigmasından kurtulmak. Obama bunları becerebilirse başarılı olabilir. Bu da başarısının İsrail’i ve onun ABD’deki yandaşlarını dizginlemekten geçtiğini gösteriyor. Baba Bush Neoconlara rağmen Bağdat’a kadar gitmedi. Küçük Bush da İsrail’in kışkırtmalarına rağmen Tahran’a kadar gidemedi. Netanyahu ise öncekilerin yapamadığını Obama’ya yaptırmak isteyecektir. Lakin Obama’nın üslubu en büyük engeldir. İşte burada İsrail’in çaresi manipülasyonlara başvurmaktır. Ortadoğu’da zıt istikametlerde hem savaşa hem de barışa doğru bir amok koşusu yapılıyor. Bakalım takımlardan hangisi kazanacak?

VAKİT