"ABD hiçbir zaman İslam'la savaş değildir, olmayacaktır da. Birçok Amerikan ailesinde Müslüman üyeler var. Ben de onlardanım." Bu sözler dün TBMM'de konuşan Obama'ya ait. Sayıları 70 milyonu bulan Evanjeliklerin desteğinde iki dönem ABD'yi yöneten Neoconların iktidarı terk ettiği bir ülke başkanı söylüyor bunları.
Sadece bu açıdan Obama'nın ziyareti önemlidir. ABD'nin Afganistan'ı işgal etmeye hazırlandığı hafta, Kanal 7'de katıldığım bir programda, "Bu dünyanın yeni kurucu aktörleri insaf, adalet ve İlahi sorumluluk sahibi Müslümanlar ve Hıristiyanlar olacaktı." demiştim de Cengiz Çandar, "Kim bunlar yahu, ben böyle bir şey görmüyorum." demişti de ben, "Bugün aklını kaybetmiş Bush'un Amerika'sı bu noktadan çok uzaktadır." demiştim. Obama bu noktaya yakın mı? Emin değilim.
Bu tür ziyaretlerde paket özenle ambalajlanır. Gerçeklerden çok 'sembollere ve ritüeller'e önem veren kamuoyu ve medya için ambalaj ilgi odağıdır. Esasında paketin içini gizleyen ambalaj yani semboller, ritüeller, protokoller, kamuoyunu yanıltmanın bir aracı olarak kullanılır. Belki bütün bu göz alıcı ritüellerin ötesine geçip, Amerika'nın Türkiye'den ne istediğine bakmak lazım: Amerika'nın gündeminde üç konu var: Küresel ölçeklerde seyreden ekonomik krizi çözmek; dünyada yüzde 80'lere çıkmış bulunan Amerikan aleyhtarlığını sona erdirmek; Ortadoğu'da ve Avrasya hattında hegemonya kurmak. Ekonomik kriz ayrı bir fasıl. Amerikan aleyhtarlığına son vermek ve Ortadoğu-Avrasya hattındaki hegemonya konusu Obama'nın Türkiye ziyaretinin bel kemiğini teşkil eder. Obama, Bush gibi "tek taraflı" değil, "çok ortaklı" bir yol izleyeceğini söylüyor. Zihninde belirginleşen üç aktör gözüküyor ki, bunlar da AB, NATO ve Türkiye'dir. Türkiye, hem AB üyelik sürecindedir, hem NATO üyesidir, ama belli ki Obama bize özel bir önem atfetmeyi tasarlamaktadır. Bizim hayati derecede cevabını aramamız gereken sual şudur: ABD'nin bize yüklemek istediği yeni rol ne kadar bizim ve bizim organik olarak bağlı olduğumuz dünyanın çıkarlarıyla uygunluk halindedir?
Bush veya Obama, Amerika'nın değişmeyen stratejik hedefleri arasında bu dört noktayı esas almıştır: a) Enerji kaynaklarını ve enerji nakil hatlarını denetim altında tutmak; b) İsrail'e verilen desteği devam ettirmek; c) Çin ve Rusya'nın hem Asya'da hem güneye ve batıya doğru yayılmalarını engellemek; d) Batı'nın öteden beri İslam dünyasındaki haksız tahakkümlerine muhalefet eden ve baskıcı rejimlere karşı mücadele eden İslami hareket ve akımları bastırmak. Bu hedeflere ulaşmak için ABD ve Avrupa, İslam dünyasını denetim altında tutuyor, gerektiğinde askeri işgallere başvuruyor. Özetle av sahası ve muharebe meydanı İslam dünyasıdır. Yeni dönemde ABD, Irak'tan çekilip Ortadoğu'yu farklı güç enstrümanlarıyla stabilize etmeye çalışırken, ağırlığını Afganistan-Pakistan hattına kaydırmaktadır.
İnsaf sahibi insanlar şunu sormalı: Amerika sekiz senedir Afganistan'dan ne istiyor? Hangi haklı gerekçeyle bu ülkeyi işgal ediyor? Pakistan'ı neden cehenneme çeviriyor? NATO güçleri sivil katliam yaparken hangi hukuka dayanıyorlar? BM'ye göre 2008'de NATO kuvvetleri 2.100 masum sivil öldürdü, gerçek sayı birkaç katıdır. Obama'nın sorunların çözümünde öne çıkardığı "çok ortaklık"tan kastettiği AB ve NATO'dur. Yeni konsepti itibarıyla NATO, Sovyetler'e karşı "Avrupa'nın güvenliği"ni koruyan bir örgüt olmaktan çıktı, "Batı'nın çıkarlarını ve İslam dünyası-Avrasya üzerinde hegemonyasını tesis etmeyi hedefleyen" askerî bir güce dönüştü. Yeni görev tanımı bir ülkenin veya ülkelerin askerî saldırısı değil, "kriz bölgelerine müdahale"dir. Dünyada nerede kriz varsa NATO oraya destursuz müdahale edecektir. Krizlerin neredeyse tamamı İslam dünyasındadır. Yani artık NATO bundan böyle -1993 zirvesinde bu telaffuz edilmişti- İslam dünyasına karşı askerî bir örgüt olarak sahnedeki yerini almaktadır. Sorumuz şu: Türkiye bu konseptte kimin yanında ve hangi meşru gerekçe ile yer alacaktır?
ZAMAN