Haliç’te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet Bugün Cemaat kitabı yalnız yazarını değil, onu yayımlayan yayınevini de tartışmanın içine çekti.
Tartışmayı başlatan soru aşağı yukarı şöyle: “Hanefi Avcı’ya isnat edilen ‘solcu bir örgüte yardım’ suçunun, Avcı’nın ‘muhafazakâr ve sol karşıtı’ kimliğiyle çeliştiği söyleniyor; peki kitap neden solcu bir yayınevi tarafından yayımlandı?”
Soru, makul bir çerçevede genişletilmeye çalışılsa ve ilave sorular sorulsa, buna kimsenin bir itirazı olmazdı. Fakat işler öyle yürümedi; her zaman olanlar oldu; bir aşamada tartışmaya Vakit de dâhil oldu... Ve:
“Avcı’nın kitabının yayınlandığı Angora Yayınevi’nin terör örgütü listesinde bulunan THKP-C ile bir bağlantısı var mı? Ya da şöyle: Angora Yayınevi’nin sahipleri Cahit Akçam ve Cumhur Özdemir THKP-C ile nasıl bir ilişkiye sahip? İşte Avcı’nın ilişkileri de bu sorularda saklı. (...) Çünkü Özdemir 1981’de THKP-C üyeliğinden 1 yıl hapis yatmış. Yayınevi’nin öteki sahibi Cahit Akçam da eski bir toprak ağasının torunu. Ermeni kökenli, Agop’un torunu...” (Yener Dönmez, Vakit, 5 ekim).
Benim açımdan yayınevinin kimliğinin, salı günkü yazımda dile getirdiğim görüşü kuvvetlendiren bir etmen olmasının dışında hiçbir anlamı yok. Hatırlarsanız, Avcı’nın “muhafazakâr ve sol karşıtı” kimliğinin uzun bir süredir neden geçerli olmadığına ilişkindi bu görüşüm ve onu şöyle temellendirmeye çalışmıştım:
“Avcı lehine öne sürülen temel argüman şöyle: ‘Muhafazakâr ve sol karşıtı kimliğiyle tanınan Hanefi Avcı’nın solcu bir örgütle ilişkilendirilmesi saçmadır.’
Oysa, Avcı’nın kişisel dönüşümüne ilişkin bizzat kendi yazdıklarına bakıldığında, bugün artık onun ‘muhafazakâr ve sol karşıtı’ bir insan olduğu öne sürülemez. Avcı’daki dönüşümün radikalliğini kendi cümleleriyle anlamaya çalışalım: ‘Ruh dünyasında bu kadar büyük bir değişime dayanmak mümkün müdür? Karanlıktan aydınlığa, soğuktan sıcağa, inançsızlıktan inanmaya gidiş gibi; birbirinin zıddına dönerek öncekinin tam tersine yol almak o kadar zor ki. (...) Başta fark edemesem de yaşadığım her olaydan bir emare olarak 32 yılın sonunda (...) varlık sebebi gördüğüm değerlerin, ihtiyaca cevap veremediğini, hatta tüm sorunlarımızın kaynağı olduğunu anladım.’
Bu samimi itiraflara, bir zamanlar işkence ettiği insanlara şimdi beslediği ve yine kitabında ifade ettiği samimi hayranlığı ekleyin... O zaman anlarsınız ki, ‘Bir sol karşıtının solcularla işbirliği yaptığını iddia etmek zırvalıktır’ argümanı gerçekte geçerli değildir.”
“Bulunduğu her görevde insana öncelik veren...”
Dediğim gibi, kitabı yayımlayan yayınevinin kimliği benim için sadece Avcı’daki dönüşümün bir başka tezahürü olma ihtimalinden ibaretti.
Fakat dün kitabın daha önce okumadığım arka kapağını okudum ve meselenin bambaşka bir boyutunun olduğunu fark ettim. Arka kapak yazısının özellikle son paragrafı doğrusu çok can sıkıcıydı:
“Bulunduğu her görevde insana öncelik veren, her işi akıl ve bilimin ışığında sorgulayarak yapan ve her zaman vicdanı ile hareket eden bir polis, bir bürokrat, bir bilge... Hanefi Avcı, ‘Bir anda polislikten, yani avcılıktan sistemin istemediği, yanlış bulduğu bir av konumuna düştüm’ diye açıklıyor geldiği konumu. Bu kitapta, yalnızca vicdanının sesini dinleyerek bu ülkenin yararı için av olmaya bile razı bir bilgenin sesini ve isyanını bulacaksınız.”
Tamam, bir “solcu” olarak Hanefi Avcı’nın kitabını basabilirsiniz, tutukluluğunu haksızlık olarak değerlendirebilirsiniz, fakat namlı bir işkenceci için “bulunduğu her görevde insana öncelik veren bir bilge” tanımını yapamazsınız.
Ben, bu solcu yayınevinin yöneticilerini önce Kürşat Bumin’e, ardından da Yıldırım Türker’e havale ediyorum...
“Benim cevap aradığım asıl soru”
Kürşat Bumin: “Hanefi Avcı meselesinde bir vatandaş olarak benim cevap aradığım asıl soru şudur: ‘İşkenceci’ olduğu tanıklıklarla olduğu gibi ‘itiraf - af dileme’ ile de sabit olan bir polis memurunun (Anayasa’da yazdığı gibi) bir ‘hukuk devleti’nde sürekli terfi ederek bir ‘efsane’ haline dönüşmesi karşısında bugüne kadar niçin isyan etmedik ve etmiyoruz. Avcı’nın emniyet teşkilatı içinde –arada bir duraklasa da- sürekli terfilerle taltif edilmiş olması hukuk devleti olmak iddiası açısından büyük bir tutarsızlık, büyük bir yanlış, hatta utanç verici bir uygulama değil midir?
(...)
Arendt’in ‘kötülüğün sıradanlığı’ kavramından hareketle analiz ettiği Eichmann, görevli olarak katkıda bulunduğu soykırım suçunun sorumluluğunu kabul etmiyordu. Çünkü ona göre kendisi sadece ‘özel hayatı’ndaki eylemlerinin öznesi, dolayısıyla sorumlusuydu. Kamusal alanda ise uygulanan politikaya bir ‘ödev ahlakı’ (!) çerçevesinde uymuş olduğunu ileri sürüyordu. Burada sorumlu olan o değil, ‘devlet politikası’ydı.
Gerçekten hepsi bu kadar; meselenin gerisi beni hiç ilgilendirmiyor...” (Yeni Şafak, 3 ekim).
“Hanefi Avcı’nın suçu ne”
Yıldırım Türker: “Bu işkenceci kahraman, sözünün eri ve dürüst ya, işkence yaptığını da kabul etmiştir. Ama son derece yakışıklı bir üslupla: ‘1990’lı yılların sonuna kadar devletin tek sorgu tekniği işkenceydi, bir insanı alarak sorgulamaktı. Burada şahısları suçlamak kolay, bugün Türkiye’nin hiçbir yerinde işkence yapılmıyor ancak 1999’a kadar her yerde yapılıyordu.’ Daha önce de 12 yaşındayken işkenceden geçirmiş olduğu Şaban Dayanan’la bir programda yüz yüze gelmiş, ondan özür dilemişti.
Mersin’de daha sonra işkence ettiklerinden ulaşabildiklerini toplayıp onlarla özür fotoğrafı çektirdiğini de hatırlarız.
Ama bu mahcup ve fazlasıyla ölçülü nedamet tablosu, Hanefi Avcı’nın namusundan, dürüstlüğünden fazla bir şey götürmedi. Yine bu toplum bu suratı gördüğü anda işkencecisiyle karşılaşmış gibi ürpermiyor. Kaç yıl geçmiş üstünden. Hem ne yapsın, o dönem başka bir teknik bilinmiyordu.
(...)
Ama her şeyden önce biz, bir işkencecinin dürüstlüğünü, cesaretini takdir edip başlıyoruz bir konuşmaya. Bütün toplum bu adamın cesareti, dürüstlüğü ve çalışkanlığı üstüne kalıbını basabilir. Bu genel kabulden sonraki cümle ya ‘ama’yla başlıyor ya da ‘onun için’ diye devam ediyor.
Adamın şanlı bir işkenceci olmuşluğu anlaşılan kimselerin pek umurunda değil. Bu toplumun, bütün ana akım ya da kendini ana akıma yamamaya çalışan basın organları, siyasetçiler, yorumcular, kanaat önderleri ve kendinden âkilleri bize bu gerçeği unutturmaya çalışıyor. Dikkat edin.
(...)
Hepimiz birer amatör ajan kesilmiş, kısıtlı imkânlarımızla soruyoruz: ‘Hanefi Avcı’nın suçu ne?’ Gerçekten otuz yıl kadar önce pek tatsız koşullarda tanışmış olduğu anlaşılan sol militanlarla örgüt mü paylaşıyor? Yoksa kitabıyla cemaati mi kızdırdı da kafasını kopardılar?
Ben size söyleyeyim. Gerçekten umurumda değil. Hanefi Avcı’nın suçu, namlı bir işkenceci, bir nefret suçlusu olmasıdır.” (Radikal, 4 ekim).
* “Bizler de (...) bizim tarafımızda olan kişilerin kusurlarını suç olarak nitelendirmiyorduk. Bu duruma, bu tip davranışlara ‘Simonlaşmak’ adını verdim.” (Hanefi Avcı, Haliç’te Yaşayan Simonlar, s. 18).
TARAF