Washington Post gazetesi Pakistan ile İran arasında 1987 yılından beri devam eden nükleer işbirliği hacminin yaklaşık 10 milyar dolarlık bir meblağa ulaştığını yazdı.
Abdulkadir Han’ın 14/3/2010 tarihli raporu ise ilginç detayları ortaya koyuyor. Hatemi hükümetinin Savunma Bakanı Ali Şemhani, bir heyetle birlikte İslamabad’a iniyor. Uçakların tekerlekleri havaalanına değdikten sonra karşılama heyetine kendilerine taahhüt edilen nükleer bombaları yükleyerek geriye döneceklerini söylüyor. Pakistan yönetiminden kendilerine taahhüt edilen 3 adet nükleer bombayı satmalarını istiyor. Pakistan karşılama heyeti şaşırıyor ve bu işe taraftar olan Mirza Aslam Bey yönetimin diğer üyelerini pek ikna edemiyor. Benazır Butto da Aslam Bey gibi düşünmekle birlikte İftihar Ahmet Seruhi gibi generaller taahhütleri yerine getirmek yerine pazarlığı sorguluyorlar. Hazır bomba yerine başka bir teklifte bulunuyorlar. İran’ın nükleer programına yardımcı olmak. Yani hazır nükleer silahlar satmak yerine nükleer teknoloji temin etmek. Gazeteye göre, taraflar bu hususta orta bir yolda anlaşıyorlar. Plana göre, İran’a 3 nükleer bomba satmaya mukabil Pakistan da mali darboğazdan kurtulacaktır. Washington Post gazetesinin Abdulkadir Han’ın raporuna dayanarak yazmış olduğu bu senaryo tabii ki olayın kahramanları tarafından biraz farklı bir muhteva ile hatırlanıyor. Lakin 2004 yılında nükleer kaçakçılık, karaborsa veya korsanlık olarak anılan bazı bağlantılar ortaya çıkarılmış ve Abdulkadir Han’ın Malezya aracılığıyla Libya, Kuzey Kore ve İran gibi ülkelere nükleer ekipman ve malzeme temin ettiği ileri sürülmüştü. Bu karmaşık ilişkilerin deşifresi Libya lideri Muammer Kaddafi’nin anahtar teslimi bir biçimde nükleer tesislerini ABD’ye verme girişiminden sonra başlamış ve başta Pakistan olmak üzere İran da büyük bir cendere ve baskı altına alınmıştı. Bilahare, Pakistan nükleer çalışmalarının tanınmış ismi Abdulkadir Han gözetim altına alınmıştır. Abdulkadir Han’ın raporu esasında İran’ın barışçıl amaçla nükleer enerji istediği yönündeki iddiaları nakzetmiş ve çürütmüş ve İran’ın gizli niyetlerini açık etmiş oluyor. Ya da en azından uluslar arası camia olayı böyle yorumlama eğiliminde.
*
Bush döneminin ardından Obama döneminde nükleer güvenlik masaya yatırılıyor. 47 ülkenin katılmış olduğu nükleer güvenlik zirvesinin ana ekseni ve gündemi aslında nükleer kaçakçılık ve nükleer kulübe istenmeyen yeni ülkelerin girme ihtimalidir. Başka bir deyimle esasında ana gündem maddesi İran’ın nükleer programı ve faaliyetleriyle birlikte Kuzey Kore’nin nükleer bir güç haline gelme arzusudur. Bununla birlikte, dünyadaki mevcut malzeme ile 120 bin nükleer silah üretilebileceği ihtimali de seslendiriliyor. Ve bu hususta güvenlik eksikliği olduğunu söyleyen kimi Batılılar İslam dünyasının nükleer bir tersaneye sahip olmasını istemiyorlar. Bu bağlamda Pakistan 11 Eylül’den itibaren çok karanlık günler yaşadı. Hâlâ da baskı dinmiş değil. Zira, küresel adaleti gölgeleyen en önemli faktör nükleer silah sahibi olmaktır. Kullanmaktan ziyade prestiji ve itibarı daha önemli gözükmektedir. İslam dünyası nükleer silahlara sahip olursa dolaylı sömürgecilik dönemi de sona erecektir. ABD arka bahçesine veda edecektir. İşte bu noktada İsrail gündeme gelmezken, İslam ülkeleri ve El Kaide gibi örgütler hedef tahtasındadır. Belki de Türkiye’nin İsrail’e işaretle bölgenin nükleer silahlardan arındırılmasını istemesi çifte standardı tek bir standarda indirme girişimidir. İsrail’in silahlardan arındırılması halinde sadece bölgede bir standardizasyon sağlanmış olacaktır. Yoksa dünyada yine çifte standart devam edecektir. Nükleer silahlardan arındırılmış bir İsrail bölge ülkelerinin en önemli hedeflerinden birisi olmalıdır. İkincisi de, bilhassa Kudüs’ün kurulacak bir Filistin devletinin başkenti olması temin edilmelidir. Bu noktada kimi Arap ülkeleriyle birlikte Türkiye’nin zımni olarak İsrail’in 300-350 civarında tahmin edilen nükleer tersanesini gündeme getirmesi Netanyahu’nun Washington zirvesine katılımını engellemiş ve bu yöndeki hesaplarını altüst etmiştir. Dolayısıyla daha alt düzeyde temsil edilmiştir (Israel must denuclearize, Erdogan says, The Tehran Times, 12/04/2010).
*
Bununla birlikte, İsrail’in nükleer güvenlik zirvesine katılması veya katılmaması pek de önemli değildir ve İsrail’i ırgalamayacaktır. Zira, zirvenin maksadı ve ana ekseni İsrail değildir. Denildiği gibi esasında zirvede göz önünde bulundurulacak ülkeler İslam ülkeleri veya nükleer güç peşinde koşan ülkeler olacaktır. İsrail ise her zaman olduğu gibi ya göz ardı edilecek ya da hakkındaki çağrılar pek dikkate alınmayacaktır. Kimilerine göre de zirve esasında söylem bazında kalacak ve eyleme dönüşmeyecektir. Dostlar alışverişte görsünler nevinden olacaktır. Tahran, zirve öncesinde gardını aldı ve Washington zirvesinin kararlarının ve sonuçlarının katılmayan ülkeleri bağlamayacağını ilan etti. Bu, kararları tanımayacağının ifadesidir. Yine nükleer zirve öncesinde en ilginç ifadelerden birisi Obama’nın nükleer silahları ancak Kuzey Kore ve İran’a karşı kullanabileceğini söylemesiydi. Bu açıklamalar zirveyi gölgelemiş ve eksenini ortaya koymuştur.
VAKİT