"Ölüm, İsrailli bir ustadır.”
Giorgio Agamben
Benzer bir olayın günümüz sonuçlarına bakalım: Hakikati inkâra mutlak anlamda şartlanmış, babalarına karşı çıkmış bir neslin azgınlaşan uzantıları olan işgalci askerler, iyi niyet yüklenmiş gemilerin yanlarından geçip gitmesine izin vermediler. İşgalci İsrail yönetimi, denizden insani yardım taşıyan ve sivillerden oluşan Mavi Marmara’ya yani “Nuh’un Gemisi”ne saldırdı. Aç sırtlanlar gibi yüzlerce müslümanın üzerine abandılar. Nuh peygamberin mesajını inkâr eden kavmin, cehenneme yuvarlanacak olan o topluluğun olgunluğunu dahi gösteremediler. Ellerinin altında sürekli işkence ettikleri Gazze halkına yardım taşıyan gönüllüleri, görmezden gelecek bir siyaset felsefesi geliştiremediler bir türlü. Bu nasıl bir karakter yapısıdır ki, tahammülün zerresi içinde yer almaz.
Japonların “Yin yang” felsefesi çöküyor mu yoksa? Mutlak iyilik ve mutlak kötülük yoktur diyen bu felsefe, Siyonist saldırganlara ne diyecek? Tamamen insani yardımla dolu olan sivil gemilere tepeden tırnağa silahla dalmak, bombaların türlü çeşidini kullanmak, yaralıların kafasına sıkmak yahut kan kaybından ölmelerini izlemek, ağır yaralı aktivistlere kelepçe takmak hangi ruh halinin uzantısı olabilir? Üstelik tüm bu davranışları kesintisiz devam ettirip merhamete kapıları kapatmak; düşünsenize, yaralanan işgalci askere ilk tedavisini yapıp helikoptere bindirmeye çalışan müslüman doktoru öldürebildiler. İyilik yok, anlık tebessüm dahi yok. Korkunç bir karakter erozyonu. Kesintisiz kötülük ve vahşet, asker dahi olsa bir kitlenin ortak karakteri olabilir mi? Yakınlarında olmayan, nispeten daha güçlü bir ülkeye mensup ve basın desteği arkasında olan bir organizasyona bu şekilde müdahale eden işgalci İsrail, kendi elinin altında, yalnızlaştırılmış kimsesiz Filistin’e ekranlara yansıyanların ötesinde kim bilir neler yapıyordur. Havsalalar ötesi bir durum.
İnsan soyunun standartlarını dibe indiren bir oluşum İsrail Devleti. Varlığını sürekli başkalarının acıları, kan ve göz yaşları üzerine kuran bu yapılanma, gerek toplu gerekse de lokal suikastlarla ömrünü uzatmaya, soluk almaya çalışıyor. Bu korkunç aksiyonlar ve travmaya dönüşen korku, İsrail’i başıboş, saldırgan bir hayvana dönüştürüyor. Bir hayvan. Hem de başıboş. Üstelik saldırgan. İnsanlığın bağrında bir ur. Ölümcül bir tehdit.
“Bunun üzerine (Nuh’a) “Ey Nuh!” denildi. “Sana ve seninle beraber (olanlara; senin ve) onlar(ın soyun)dan gelecek olan (iyi) insanlara katımızdan bir barış ve güvenlik, bir bolluk bereket (vaadi) ile gemiden in. Fakat (senin ve onların soyundan gelecek olan zalim ve inkârcı) insanlara gelince, Biz onların (bu dünyada belli bir süre) tutunup geçinmelerine fırsat verecek, sonra da başlarına katı bir azap saracağız.” Kur’an-ı Kerim, 11/Hûd/ 48
O gün, 31 Mayıs günü zodyaklara binen, savaş gemilerinde konuşlanan, denizaltılarda bekleşen, helikopterlerden sarkan, şarjöre mermi koyan, bombanın fitilini ateşleyen, dürbünden nişan alan askerler; karar veren, karar alan, kararları ileten, ölüm listelerini oluşturan, lojistik destek sağlayan mevkiler; alkışlayan, sevinen, destek gösterisi yapan kitleler, insanlık kazanının dibindeki ziftlerdir. Nuh’un gemisine binmeyi tercih edenleri nasıl güzel son bekliyorsa, o gemiyi yuhalamayı, yok etmeyi tercih edenleri de yakıcı bir azap bekliyor. Cehennem yedi katlıdır derler ya, eminim, Mevla, bu zalim korsan soyu için zifiri bir bodrum katı tahsis edecek ve kendilerine fix cezanın dışında özel muamelede de bulunulacaktır.
Not: İlgili yazı için bkz.: Süleyman Ceran, Nuh’un Gemisine Binenlerden Olmak.