Nübüvvet tarihinin aile modelleri

Çocuklarımıza, gençlerimize Âdem gibi tövbe etmeyi, Nuh gibi felah gemisi yapmayı öğretmeliyiz. Çocuklarımıza ve gençlerimize İbrahim (a) gibi adamayı, İsmail (a) gibi adanmayı öğretmeliyiz.

Fevzi Zülaloğlu / Haksöz Dergisi Sayı: 353/354 - Ağustos/Eylül 2020

“Şüphe yok ki Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini, İmran ailesini kendi çağının insanları arasından seçerek üstün kıldı.” (Âl-i İmran, 3/33)

Ayette “seçilmiş” iki kişiden, Âdem ve Nûh’tan söz edilmiştir. Her ikisine de selâm olsun, kıyamete kadar tüm müminlere örnek olmaya devam edeceklerdir.

İbrahim ve İmran aileleri ise tüm fertleriyle biz müminlere kıyamete kadar örnek olmaya devam edeceklerdir. Âdem ve Nuh’un kendileri, İbrahim ve İmran ailelerinin hepsi müminlere örnektir.

Âdem ve Nûh (a) tüm ailesiyle örnek gösterilmemiştir. Çünkü içlerinde çürük yumurtalar vardır. Ama İbrahim ve İmran aileleri tüm fertleriyle örnek gösterilmiştir. İbrahim’in (a) babası kâfirlerden olduğu halde, bu arızi durum onu ailece örnek olmaktan çıkarmamıştır. Çünkü baba, oğulun terbiyesinden geçmemiştir. Ailede “kavvâm”1 olan oğul değil, babadır.

Ailece seçilmiş şahsiyetlerden olan İbrahim Nebi (a), ayrıca Kur’an’da “üsve-i hasene”, yani örnek bir şahsiyet olarak övülmüştür. Üsve-i hasene (güzel örnek, rol model) nitelemesi Kur’an’da üç ayette geçmiştir.

Bu ayetlerin ilkinde doğrudan İbrahim Nebi, bize üsve-i hasene, yani “güzel örnek” olarak gösterilmiştir:

Doğrusu İbrahim’de ve ona uyanlarda sizin için güzel bir örneklik vardır…”2

Bu ayetlerin ikincisinde İbrahim Nebi ve onun izinden giden “sadıklar, salihler, şahitler”, yani isimsiz kahraman olan müminler kast edilmiştir:

Doğrusu onlar(ın bu tavrında), içinizden Allah’ın ve ahiret gününün (ödülünü) uman kimseler için elbet ‘güzel bir örneklik’ vardır ama kim de (kâfirleri) dost edinerek (bu emre) sırt dönerse, iyi bilsin ki Allah kimseye muhtaç olmayan yegâne varlıktır, hamdin tamamı zatına mahsus olandır.” (Mümtehine, 60/6)

 Üçüncü ayette ise “güzel örnek” nitelemesi peygamberimiz Muhammed (s) için kullanılmıştır:

Doğrusu Allah Resulü sizler için, Allah’ın ve ahiret gününün ödülünü uman ve Allah’ı sürekli hatırda tutan herkes için güzel bir örnek teşkil eder.” (Ahzab, 33/21)

Şimdi tarihte bir saha çalışması yapalım. Kur’an kıssaları üzerinden aile örneklerine bakalım. Ve kendi imtihanımızın hangisine benzediğini anlamaya çalışalım.

İbrahim ve Ailesi

Âl-i İmran Suresi 33.ayette3 seçildiği beyan edilen iki aileden ilki “İbrahim ailesi”dir. Bu aileyi oluşturan İbrahim Nebi ve onun eşi Sâre, oğlu İsmail, onun annesi Hacer, son oğlu İshak, yeğeni Lut’un kıssaları Kur’an’da nakledilir. Hepsine selam olsun, İbrahim, Hacer ve İsmail’den oluşan çekirdek ailenin kıssaları yaşanıp bitmiş ve tarihte kalmış bir anı olarak bırakılmamıştır.

İbrahim ailesinin âlemlere örnek hayatı binlerce yılı aşarak tüm müminlerin hayatına hac ibadetiyle taşınmıştır. Adeta hacca giden herkese, bu model ailenin rolünü bir kez daha canlandırma ve kendi hayatına, yaşadığı coğrafyaya taşıma teklif edilmektedir. Hacca giden herkesten, baba İbrahim’i, anne Hacer’i ve oğul İsmail’i kendisine örnek alması istenmektedir. Bu, İbrahim ailesinin ürettiği dillere destan örnekliğin Yüce Allah tarafından kabulünün karşılığıdır. İlahi bir ödül olarak hac ibadeti üzerinden, tüm zamanların müminlerine, kendilerinin de böyle model aileler üretmeleri gerektiği öğütlenmektedir.

İbrahim (a) kötü babanın iyi oğludur.4 Ama İbrahim (a) hem iyi bir oğul hem de iyi bir babadır. Çocukları da nebi-resul olarak görevlendirilmiş iyi insanlardır. İkisine de selam olsun, İsmail ve İshak, babaları İbrahim’in Allah’a şükrünün bir karşılığıdır.

İsmail (a) Allah’ın lütfu inayetiyle “yumuşak huylu bir erkek çocuk” olarak yetişmiş, büyümüş ve “Kâbe’nin mühendisi” olmuştur. Ateşten kurtulan İbrahim’in uyumlu, halim-selim bir çocuk sahibi olması, onun duasının, gönülden yakarışının bir sonucudur:

Ve ben Rabbime (kulluk edebileceğim bir yere) giden biriyim. O, bana yol gösterecektir, diyerek (şöyle yalvardı):

‘Rabbim! Bana erdemli bir (evlat) bağışla!’

Bunun üzerine ona uyumlu/hoşgörülü ve olgun bir erkek çocuğu müjdeledik.” (Saffat, 37/99-101)

Ana, baba-oğul, bütün aile namazında devamlı ve duyarlıdır; baba-oğul münasebetinin dua dilinde övgüye değer lafızları şöyledir:

“(Öyleyse) ey Rabbim! Beni ve neslimden gelenlerin bir kısmını, ibadet ve kulluğun hakkını verenlerden kıl ve duamı kabul buyur!

Rabbimiz! Beni, ebeveynimi5 ve tüm inananları hesabın verileceği gün bağışla!” (İbrahim, 14/40-41)

Hepsine selam olsun, İbrahim, İsmail ve onların izinden giden tüm ailenin müminlerle birlikte örnek duası şöyle olmuştur:

Rabbimiz! Yalnız sana güvendik, yalnız sana yöneldik; zira tüm yollar sana çıkar!

Rabbimiz! Bizi küfre gömülenlerin elinde oyuncak etme, ezdirme ve günahlarımızı bağışla. Ey Rabbimiz! Zira sen, evet sensin mutlak üstün ve yüce olan, sensin her hükmünde tam isabet kaydeden!” (Mümtehine, 60/4-5)

İmran ve Ailesi

Âl-i İmran 33.ayette örnek gösterilen ikinci aile “İmran ailesi”dir. En geniş anlamıyla dede İmran, anneanne Hanne, kız Meryem, torun İsa, teyze Elişa (Elizabet), kocası Zekeriya ve onun oğlu Yahya’dan oluşan geniş bir aile.

Bu ailenin çekirdeğini oluşturan, hepsine selam olsun, Hanne, Meryem, İsa üçlüsünün kıssası, Kur’an tarafından rehberlik meselesine bir çözüm olarak sunulmaktadır. Bu üçlünün kıssası adeta üç kuşak devam eden önek bir aile kıssasıdır. Allah’a adamak ve adanmanın ödülünün Allah tarafından özel bir terbiye ile yetiştirilmek olduğunu öğreten bu kıssa, bize de kıyamete kadar insanlığa da örnek mesajlarla doludur.

Hamile kalmış bir annenin doğuracağı çocuğa hangi gözle bakacağı, onu nasıl terbiye edeceğine ilişkin dua, örnek alınması için tüm anne ve babalar için Kur’an’da yerini almıştır:

Hani İmran’ın karısı demişti ki:

Rabbim! Karnımdaki çocuğu, (her tür iç ve dış ayartmalardan) özgür olarak sana adadım: Benden kabul buyur! Çünkü sen her şeyi işitensin, her şeyi bilensin.” (Âl-i İmran, 3/35)

Zekeriya ve Ailesi

Ona selâm olsun, Zekeriya peygamber örnek ve rol model olan İmran ailesinin velisi ve mürebbisidir. Zekeriya, annesinin Allah yoluna adadığı Meryem (a) için, babasının yokluğunda, Süleyman Mabedindeki eğitiminde hem öğretmeni hem de velisidir.

Zekeriya peygamberin, Meryem’i nasıl terbiye ettiğini, hangi ilkelere öncelik verdiğini, eğitim hedefinin ne olduğunu, oğlunu yetiştirme tarzından öğreniyoruz.

Yahya peygamberin şahsında örnek bir baba-oğul ilişkisi görüyoruz. Baba Zekeriya, oğlunu vahyin mesajına sımsıkı sarılmaya davet etmiş ve Rabbimiz onu genç yaşta hikmetli bir hayatla ödüllendirmiştir.

Nebi babanın nebi oğlu Yahya (a) babasının irşat ve terbiyesinde yetişmiş, çok genç yaşta, hatta çocukluğunda tevhidî bilince erişmiştir:

(Çocuk büyüyünce dedik ki) ‘Yahya, kitabı sıkı tut!’ Daha çocukken ona doğru karar verme yeteneği (hikmet) vermiştik. Ona katımızdan ‘hanâne/yumuşak huy ve gelişmeye uygun bir yapı’ verdik. O, kendini korurdu. Anasına ve babasına iyilik ederdi; zorba ve dik kafalı değildi.Doğduğu gün, ölüm günü ve yeniden diriltileceği gün onun için bir esenlik ve güvenliktir (selamettir).” (Meryem, 19/12-15)6

Ona selâm olsun, Yahya’dan övgüyle söz eden bu ayetlerde Yüce Rabbimizin ondan söz etme biçimi, bizim nebilerden, salihlerden, sadıklardan ve şehitlerden bahsederken, nasıl bir nezaket dili kullanacağımızı da öğretmektedir.

Ayetlere göre, genç bir müminde bulunması gereken, “hikmet, merhamet, zekât, takva ve birr” olmak üzere beş ahlaki özellik, çocukluğundan itibaren Yahya’da görülmektedir. Bu ilkeler her mümin anne-babanın da çocuklarını nasıl bir terbiyeden geçireceğine ilişkin ipuçları içermektedir.

Yahya hikmet sahibi idi. Hikmet; vahiyle elde edilen doğru karar verme yeteneğidir.

Örnek bir mümin oğul olan Yahya, üstün bir merhamet duygusu olan “hanâne”yi, nezaket ve inceliği ilke edinmişti. Hanâne, öfke kontrolü yapmak, zorbalık ve dik kafalılık yapmamak, nezaketle davranmaktır. Bu vasıflar teyzesi Hanne’nin de ismidir.

Yahya “zekât sahibi” idi; yani kendini ve çevresini kötülüklerden arındırmaya adamıştı. Zekât; nefsini ilahlaştırmamak, onun içindeki fücur arzusundan arındırmak için, sürekli olarak tövbe-istiğfarla, zikir, dua ve ibadetle meşgul olmak ve sosyal ilişkilerde özür dileyici pozisyonda kalmaktır.

Yahya takva sahibi idi, yani nefsin kötü arzularına karşı kendini denetleyebiliyor, sorumluluk bilinciyle hareket ediyordu. Takva, şeytani arzulara ve şeytani güçlere karşı savunma mekanizmasını hazır tutmak, nefsinin kötü arzularından korunmak için müstağnilikten, kendi kendini yeterli görmekten ve kibirden arınma çabasıdır.

Yahya birr sahibiydi; anne babasına karşı zorba ve isyankâr davranmıyor, iyiliği esas alıyordu. Birr iyi olmak, iyi kalmak, iyiliği ahlak edinmek, iyilerle dayanışma içinde olmaktır.7

İkisine de selâm olsun, Zekeriya iyi bir baba; Yahya ise iyi bir oğuldur. Ve adını Allah’ın koyduğu Yahya8 Zekeriya’nın (a) duasıdır:

İşte o anda orada Zekeriya Rabbine şöyle dua etti:Rabbim! Bana katından güzel bir nesil bağışla; çünkü sen tüm duaları işitensin!” (Âl-i İmran, 3/38)

Âdem ve Ailesi

Ve dedik ki: Âdem! Sen ve eşin şu cennete/bahçeye9 yerleşin, orada canınızın çektiği her şeyden serbestçe yiyin! Ama sakın şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz.” (Bakara, 2/35)10

Âdem ve ailesinin ilk sınavı “ağaç”la olmuş ve bu imtihanı kaybetmişlerdir. Ayetteki ağaç nekradır, belirsizdir. Bu da sınavın bildiğimiz bir ağaç türüyle ilgili olmadığını göstermektedir.

Aşağıdaki ayette ağacın niteliğinin şeceretü’l-huld olması, yani “sonsuzluk ağacı” olarak nitelendirilmesi ilginçtir. Âdem’in şahsında insanlığa haramlarda “sonsuz mutluluk” aramaması öğütlenir adeta. Merhameti sonsuz olan Yüce Allah insan fıtratını takva ile formatladığı için, tüm günahlar geçici mutluluk verse de vicdanlarda kalıcı hasarlara yol açar:

Hal böyleyken şeytan onu vehimlere sürükleyerek ‘Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacını ve sonu gelmez bir saltanata ulaşmanın yöntemini göstereyim mi?’ dedi.” (Taha, 20/120)

Allah’ın gösterdiği güvenli alanlar yerine tehlikeli suları tercih eden, haramda macera arayanlar en büyük zararı kendilerine verir, nefislerine zulmederler. Bu hakikati çok iyi idrak eden Âdem ve eşi suçun, günahın faturasını Allah’a çıkarmak yerine “Kendimize zulmettik.” diyerek, pişmanlığın, istiğfarın, tövbenin ahlaki zeminini insanlığa öğretmişlerdir:

Her ikisi de dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmetmişiz; eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, (İblis gibi) kesinlikle ebedi hüsrana düşenlerden, kaybedenlerden oluruz.” (A’raf, 7/23)

Şeytanın melek olma vaadiyle kandırması, yeryüzünde fitne fesat çıkaran şeytani güçlerin gerçek niyetini ve asıl amacını saklayacağı gerçeğini müminlere öğretir. Zalimler dünyada zihinleri ve ülkeleri işgal ederken barış, özgürlük, adalet gibi masum kelimelerin arkasına saklanır. Bu bağlamda İblis’in kullandığı şeytani güçler “harbi delikanlılar” değil, daha çok “hain, ikiyüzlü münafıklar”a benzemektedir. Gerçek niyetini gizleyerek şeytan, insanı melek olma vaadi ve ebedi mutluluk vaadi ile kandırmıştır:

Bunun üzerine şeytan onlara (o zamana değin) cinsellikleri hakkında henüz farkına varmadıkları şeyi ifşa etmek için fısıldadı ve ‘Rabbinizin sizi bu ağaçtan uzak tutması, başka değil, sadece siz ondan yiyince iki melek (gibi) olursunuz ya da ölümsüzleşirsiniz de ondandır.’ dedi." (A’raf, 7/20)

Cennetteki yasaktan bahseden ayetlerde ağaç simgesinin seçilmesi ilginçtir. Her şeyden önce ağaç, insanın dışında çevresinde yer alır. Dolayısıyla çevreyle olan ilişkisinin sınırsız bir özgürlük içermediğini beyan eder. Yüce Allah’ın sınır koyma hakkına şahitlik eder.

Yasak ağacın meyvesini yiyince hâsıl olan sonuç ilginçtir. Âdem ve eşi ayıp yerlerinin kendilerine açıldığını görmüşlerdir. Demek ki yasak olan yiyecek ve içecekler tercih edildiğinde iffet ve hayâ, edep duyguları zarar görecektir. Yani yediğimiz içtiğimiz şeylerle hayâ, edep, iffet duyguları arasında birebir ilişki vardır.

Bizim için yasak ağaç ya da “Yaklaşma, yanarsın!” uyarısı, “tayyib” olmayan tüm yiyecek içecekler için geçerlidir. Yiyecek ve içeceklerde Yüce Allah’ın koyduğu nitelik “tayyib”liktir. Helal lafzı Kur’an’ın altı ayetinde geçmektedir ve bunların dördünde “tayyib”le beraber kullanılmaktadır.11 Yani helal deyince tayyib, tayyib deyince helal akla gelir.

Tayyib”in zıddı ise “habis” ve “rics”tir.12 Habis, “pis, sağlıksız” demektir. Manevi açıdan habis ise “çirkin, batıl, kerih olan” demektir.13 Nasıl haramların özelliği habis olması ise helallerin özelliği de hem hijyen açısından hem de manevi açıdan tayyib olmasıdır. Çünkü Allah tayyib olanları helal kılmıştır:

Kendileri için neyin helal kılındığını sana soruyorlar. De ki: Tayyib/temiz ve güzel olan her şey size helal kılındı…” (Maide, 5/4)

Müminler tayyib’dir, ahlaki açıdan temizdir ve yararlandıkları rızıkları da tayyib olandan seçerler. (Nur, 24/26)14 Tayyib olan takva sahipleri helal ve tayyib olandan yerler, yararlanırlar.15 Örneğin, ganimet olarak haram olduğu için habis olan alkollü içkiler ele geçirseler bile onlardan yararlanamazlar.

Müminler güzel ürünler veren tayyib toprağa benzetilmiştir.16 Öte yandan kâfirler manevi olarak “habis”tirler ve yararlandıkları maddi, manevi şerleri de habis olan şeylerden seçerler.17

Tayyib olmakla yükümlü olan bir müminin bir şeyi “rızık” sayabilmesi için, onun tayyib olması gerekir:

Yeryüzünü sizin için bir yerleşim alanı yapan ve gök kubbeyi inşa eden, size şekil verip üstelik şeklinizi de en güzel kılan, dahası sizi tayyib olan/temiz ve güzel nimetlerle rızıklandıran Allah’tır…” (Mümin, 40/64)

Verdiği rızıklardan dolayı Allah’a şükretmek bizim görevimizdir. Peki, harama şâkir olunur mu? Harama şâkir olunmaz, harama muhacir olunur; ondan hicret edilir, kaçılır. Helale ise şâkir olunur. Şâkir olmak için, helal ve temiz olandan yararlanmak gerekir:

Allah’ın size rızık olarak verdiği helal ve temiz olan şeyden yiyiniz ve eğer O’na kulluk ediyorsanız Allah’ın nimetlerine şükrediniz.” (Nahl, 16/114)

***

Kökleri pagan Batı’ya ait olan, modern laik-seküler egemen kültür ailesiz bir toplum inşa etmek için her tür kolaylığı yapmaktadır. Aslında ailesiz projesinin Doğusu-Batısı yoktur. Çünkü bu, şeytani bir projedir. Yasak ağaçtan yedirdikten sonra, Âdem ve eşini “senlik-benlik davası”na ikna etmek istemiştir.

Bu tuzağa vahyi tahrif eden Yahudi ve Hristiyanlar düşmüştür. Ama Kur’an’ın ibret olarak anlattığı yaratılış kıssasında Âdem ve eşini “Senin yüzünden bunlar başımıza geldi!” argümanı üzerinden birbirlerini suçlamadıklarını görüyoruz. Onlar hata ve kusurları, işlenen suçu birlikte üstlenmiş, karşılıklı suçlamaya yönelmemişler “Biz kendimize zulmettik, kendimize yazık ettik!” diyerek sorumluluğun altına birlikte girmişlerdir. Senlik benlik davası gütmüyorlar, birbirlerini suçlamıyorlar, “Senin yüzünden oldu!” demiyorlar. Şeytan gibi Allah’ı da suçlamıyorlar.

Âdemoğlu, tüm canlı türleri içindeki bir beşerken, seçilerek kendisine akıl ve iradeyi temsil eden ruh üflenmiş ve ilahi emaneti taşıma sorumluluğu verilmiştir. Sözün burasında Âdem’in tövbesinin kabulüne verilen ödüllerden birinin de “eşi” olduğunu hatırlamak gerek. Mesaj açık: Âdemoğlu yitik cennetine kavuşmak istiyorsa, önce “ailesine” kavuşmalıdır.

Ona selâm olsun; Âdem ve eşi öncelikle tövbeleriyle bize örnektir. Bencillik yarışına girmeden, birbirlerini suçlamadan günahı birlikte üstlenmiş ve İblis’e benzememek için Allah’tan özür dilemişlerdir.

Tövbeden sonra ellerine beyyine veriliyor, tertemiz yeni bir hayata başlıyorlar. Ancak imtihan devam ediyor. Ellerine geçen tüm imkânlar gibi, malları ve çocukları da Âdemoğullarının sınavıdır. Çocuklardan Habil iman ediyor, Kabil çürük elma çıkıyor.

Tarihte insanın ikinci sınavı kurbanla olmuştur. Kurban imtihanı, Allah’a yakınlık yarışıdır. Kim sevdiklerinden Allah için vazgeçerse o, sınavı kazanacaktır. Bu sınavı Âdem’in iyi çocuğu Habil kazanmış, kötü çocuğu Kabil kaybetmiştir.18

***

Âdem ve ailesinden bize düşen mesaj: Ehlimizi ateşten korumak için, evimize giren yiyecek ve içeceklere dikkat etmek zorundayız. Çünkü yenilen gıdalarla karakter oluşumu arasında bir ilişki olduğu bilimsel çalışmalarda ortaya konulmuştur.19

Evimize giren yiyecek içeceklerin helal ve tayyib olması şart. “Yasak ağaca yaklaşmayın.” ayetinin istinsahı, yani Kur’an’la güncellenen emirlerinden biri, “Habis olanlara yaklaşmayın.”20 şeklindeki ayetlerdir.

Nuh ve Lut Ailesi

Ona selâm olsun; Nuh, tüm insanlık içerisinden seçilerek âlemlere üstün kılınmıştır. Ancak ikisine de selâm olsun, Nuh ve Lut’un çürük elması eşleridir. Bu nedenle kendileri örnek gösterilmiş ama aileleri örnek gösterilmemiştir. Her ikisinin de hayatında, kıyamete kadar sürecek olan insanın kaçınılmaz kaderi olan imtihanlara ilişkin arızalar, kıssalarda ibret alınacak şekilde beyan edilmiştir.

Nuh’un(a) ve Lut’un(a) eşleri ve Nuh’un oğlu hidayeti, sonsuz saadeti, bir peygamberle birlikte yaşadıkları halde kaçırdılar. Evlerinin içine kadar giren rahmet rüzgârından yararlanmayı seçmediler. Üstelik Lut’un eşi suçlularla işbirliği içine girdi.

Evlerindeki yangına rağmen her iki nebi de umudunu yitirmedi, muhataplarını felah gemisine çağırmaya devam ettiler. Allah’a güvendiler ve helak olmaktan kurtuldular.

Her zorlukla beraber bir kolaylık yaratan Allah’ın lütfu boldur. Lut’un eşi iman etmedi ama kızları iman etti ve bu durum onun için teselli ikramı oldu.

Bütün gayretine rağmen eşi iman etmeyen Lut’a ve onun durumunda kalan müminlere ilahi uyarı şöyle olmuştur:

Bunun ardından onu ve yakınlarını kurtardık; ne ki eşi (yolda) dökülenlerden biri oldu.” (Araf, 7/83)

Öte yandan eşi ve oğlu iman etmeyen Nuh’a(a) Yüce Allah, felah gemisinekâfirlerinbinemeyeceklerini bildirdi. “Onlar geride kalanlardan olacak.” ikazı gelince, artık tevekkül zamanı gelmiştir.

Nuh (a) ve onun gibi imtihan edilenlere, Kur’an’daki ilahi uyarı şöyle olmuştur:

(Allah) ‘Ey Nuh! Kesinlikle o senin ailenden sayılamaz; dolayısıyla bu salih olmayan bir ameldir.Bundan böyle, iç yüzünü bilmediğin bir şeyi benden isteme. İşte ben, cahillerden olmaman konusunda seni ihtar ederim!’ dedi.” (Hud,46)

Yakup-Yusuf ve Ailesi

Ona selâm olsun, Yakup Nebi’nin imtihanında, ikiyüzlülük ve hainlik yapan çocuklar öne çıkmaktadır. Onun kıssasında, kardeşler arasındaki hasetliğin sonuçları bakımından ibret alacağımız dersler bulunmaktadır. Yakup Nebi sınandığı şeye itiraz etmemiş, sabretmeyi21 ve her şeyin farkında olduğu halde, çocuklarının yanlışına karşı öfkesini kontrol etmeyi tercih etmiştir.

Ona selam olsun, Yusuf’un imtihanında hainlik yapan kardeşler ve karşı cinsle sınav öne çıkmaktadır.

Kardeşlerini ihanetlerine rağmen yine de rahmeti kendine farz kılan Allah’a iman ettiği için, intikam yerine affı ahlak edinmiş22 ve onlara şöyle demiştir:

Dedi ki: Bugün suçunuzu başınıza kakma diye bir şey olmayacaktır. Allah sizi bağışlar. En iyi ikramı O yapar. O herkesten daha merhametlidir.” (Yusuf, 12/92)

Yusuf (a) iffetiyle âlemlere örnek bir nebidir. O, ancak içindeki şoförü, fücuru takvasıyla kontrol altına alan, Allah’tan sakınan erkeklerin başarılı olabileceği ağır bir sınavdan geçmiştir. Ve bu ağır sınavdan -sonu hapiste bitse de- Allah’ın rızasına uygun bir şekilde, yüzünün akıyla çıkmıştır.23

Davud-Süleyman ve Ailesi

Davud’a Süleyman’ı bağışladık; o ne güzel kuldu! Çok saygılıydı.” (Sad, 38/30)

İkisine de selâm olsun, Davud ve Süleyman örneği iyi baba, iyi oğul ve iyi varis münasebetine örnektir. Onların sınavı yoklukla değil, varlıkla sınavdır. Davud ve Süleyman güç ve kudretin, iktidarın adalet için kullanıldığı güzel örneklerdir.

Davud ve Süleyman’ın evvâb, yani hep Allah’a dönen, O’na karşı saygılı kullar olduğuna ilişkin Kur’an’da çok sayıda örnek geçmektedir. Tüm nebiler gibi onlar da kendilerine değil Allah’a davet etmişlerdir. Dönemin güçlü iktidarlarından biri olan Belkıs’ı İslam’a davet ettiği mektubunun manşetinde besmele olması, eşsiz iktidarına rağmen, Süleyman’ın Allah’ı unutmadığına, kendine değil O’na davet ettiğine şahittir:

Süleyman’dan geliyor; iyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla başlıyor.” (Neml, 27/30)

Onların tevhid mücadelesi, İbrahim ile İsmail’den farklı olarak eş zamanlı değil, art zamanlıdır. İbrahim ve İsmail örnekleri çeşitli maddi sıkıntılarla birlikte anılırken, Davud-Süleyman güç ve iktidarla, zenginlik ve servetle anılmaktadır.

Güç ve iktidar çoğu insanı yoldan çıkarıp firavunlaştırmaktadır. Ama Davud-Süleyman, iktidarın nimetleriyle olan ilişkilerinde sahiplik yerine şahitliği tercih etmişlerdir. Zenginlik ve servet Karun gibi dünyayı tercih edenleri azgınlaştırırken,24 Süleyman’a Allah’ı unutturmamış, tam tersine, yaratanı zikretmek için vesile olarak değerlendirmiştir. Bu husus, Kur’an’da “güzel atlar” örneği üzerinden beyan edilmiştir.25

Davud-Süleyman kıssası, bize takva sahibi bir mümin olarak yaşarken, aynı zamanda kimsede olmayacak kadar güç, servet ve iktidar sahibi olmanın mümkün olduğunu öğretmektedir. Sebepsiz yere servet, güç ve iktidar düşmanlığı yapmak biz müminlere yakışmaz. Çünkü gücü, iktidarı yeryüzünde firavunlara, Karunlara bırakırsak, insanları yoldan çıkarır, fitne fesat sadece onları kuşatmakla kalmaz, sokaklardan, caddelerden taşar, şehirlerimizi, bizi ve ailemizi de yutar.26

Takvalı, muhsin bir mümin olmakla dünyevi nimetler arasında denge kurmayı Rabbimiz Kur’an’da ne güzel beyan etmiş:

Allah’ın sana verdikleri ile ahiret yurduna yönel. Dünyadan da payını unutma. Allah sana nasıl iyilikte bulunduysa sen de başkalarına, o şekilde iyilikte bulun. Buralarda bozgunculuk yapmaya çalışma, Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas, 28/77)

Davud ve Süleyman servet ve iktidarı Allah’ın emaneti, “O’nun verdiği bir borç” olarak görmüşlerdir. Güç ve iktidarlarını hak ve adaletin emrine vermişler, siyaset ilmini vahye borçlu oldukları şuurunu diri tutmak için, kendilerini değil Allah’ı övmüş, O’na hamd27 etmişlerdir.

Güç ve iktidara, neredeyse sınırsız servete rağmen yoldan çıkmamak, sıradan bir insan için kahramanlıktır. Bu kahramanlık, sadece Allah’ı çok zikredenler, zaferini istiğfarla kutlayanlar için mümkündür. Zaferi tövbe-istiğfarla kutlamayı, ona salatü selâm olsun, Allah’ın Elçisi Muhammed, Nasr Suresi’yle28 öğrenmiştir.

Müstağnileşip zulmü vicdanlarda meşrulaştırmamak içinher müminin, tövbe-istiğfarı, tespih, tahmid ve tekbiri hayat tarzı haline getirmesi, dilinden ve gönlünden hiç düşürmemesi gerekir.

Süleyman Nebi gibi hiç kimseye verilmemiş, verilmeyecek bir iktidarın emanet edildiği bir kulun,29 Neml (Karınca) Suresi’nde anlatılması da takva-tevazu ilişkisi bakımından mesaj vermektedir. On üç defa30 Süleyman isminin zikredildiği Neml Suresi’nde Süleyman’ın karınca ile yan yana anlatılması son derece hikmetlidir. Karınca da Süleyman da Allah’ın kulu ve O’nun sonsuz kudretinin, varlığının, birliğinin işaretidir. Küçük büyük her şey gibi, her ikisi de Ayetullah’tır.

İş yoğunluğu ve bürokratik işlemler, diplomatik münasebetler ve siyaset mesleği Müslümanları Zikrullah’tan alıkoymamalıdır. Hatta öncü müminler gece kıyamını ihmal etmemelidirler.31 Çünkü öncü müminler, “Rahman’ın has kulları” diğerlerine göre daha çok fitneye maruz kalmaktadır. Rahman’ın has kullarından olmak için gecenin ortalama dört saatini kıyamda, rükûda ve secdede geçirmek gerekir.32 Takva sahiplerine rehberlik yapmak gaflet ve rehavete gelmez, uykudan ve konfordan fedakârlık gerektirir.33

Davud ve Süleyman gibi takva sahiplerinin önüne düşmek, hayır yarışının birincilerinden olmak, gerçeklikten kopuk bir hamasetle olmaz, bedel ister, gündüzü hak ve adalet ekseninde inşa etmek için, gece kıyamında Allah’tan salat ve dua ile34 yardım istemek gerekir.

Hayırlı bir evladın ebeveynini nasıl görmesi gerektiğine ilişkin, Süleyman’ın (a) duası, Kitab’da yerini almış ve salih evlatların duygularına tercüman olmak için, Neml Suresi’nde tilavet ve kıraat için bizi beklemektedir:

Komutu onun vermesinden dolayı (Süleyman) gülercesine tebessüm etti ve ‘Rabbim! İç dünyamı öyle bir düzene sok ki senin bana ve ana-babama bahşettiğin nimetlere lâyıkıyla şükreden ve hep senin hoşnut olacağın güzel işler yapan biri olayım ve beni rahmetinle erdemli kullarının arasına kat!’ dedi.” (Neml, 27/19)

Sözün Özü

Hepsine selam olsun, çocuklarımıza rol model olarak nebileri öğretmeliyiz.

Çocuklarımıza, gençlerimize Âdem gibi tövbe etmeyi, Nuh gibi felah gemisi yapmayı öğretmeliyiz. Çocuklarımıza ve gençlerimize İbrahim (a) gibi adamayı, İsmail (a) gibi adanmayı öğretmeliyiz.

Çocuklarımızı, gençlerimizi servet ve güç-siyaset düşmanı olarak yetiştirmemeliyiz. Eğer ellerine güç ve iktidar geçerse, Allah onları servet ve siyasetle imtihan ederse, Davud ve Süleyman’ı örnek almalarını öğütlemeliyiz.

Çocuklarımızı bir eğitim yuvası ve mescid olan evlerimizde yetiştirirken, Allah’ı anmayı, O’nu unutmamayı, O’nun dinini baş tacı etmeyi öğretmeliyiz.

Çocuklarımızı ve çevremizi kendimize değil Allah’a davet etmeliyiz. Onlardan bize hamd etmelerini değil Allah’a hamd etmelerini beklemeliyiz.

Dipnotlar:

1- “Erkekler, kavvâmdır; kadınları koruyup kollarlar. Bu, Allah'ın her birine diğerinden üstün özellikler vermesi ve erkeklerin mallarından (eşleri için) harcamaları sebebiyledir. İyi kadınlar, Allah’a itaat edenler ve Allah'ın korumasına karşılık yalnızken kendilerini koruyanlardır. Boşanıp gitmesinden korktuğunuz kadınlarınıza öğüt verin, yataklarından ayrılın ve kendilerini rahat bırakın, uzaklaşın. Sizi gönülden kabul ederlerse onlara karşı başka bir yol aramayın (boşanmaya kalkmayın). Allah yücedir, büyüktür.” (Nisa, 4/34)

2- Ayetin tamamı şöyledir: “Doğrusu İbrahim’de ve ona uyanlarda sizin için güzel bir örneklik vardır. Hani onlar kendi kavimlerine şöyle demişlerdi: Bakın, biz sizden ve Allah’ın yanı sıra taptığınız her şeyden uzağız; biz sizi(n hayat tarzınızı) reddediyoruz; sizinle bizim aramızda, siz bir tek Allah’a ibadet edinceye kadar ebediyen sürecek bir düşmanlık ve nefret vardır. Bunun tek istisnası, İbrahim’in babasına: ‘Senin için kesinlikle Allah’tan mağfiret dileyeceğim ama senin lehine Allah’tan bir şey elde etme yetkisine sahip değilim.’ diye söz vermesiydi. (Size düşen şöyle yalvarmaktır):Rabbimiz! Yalnız sana güvendik, yalnız sana yöneldik. Zira tüm yollar sana çıkar.” (Mümtehine, 60/4)

3-“Şüphe yok ki Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini, İmran ailesini kendi çağının insanları arasından seçerek üstün kıldı.” (Âl-i İmran, 3/33)

4- “(Babası): ‘Ey İbrahim! Yoksa sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun?’ dedi, ‘Eğer buna bir son vermezsen, yemin olsun ki seni öldüresiye taşa tutarım! Şimdi kaybol bakayım gözümün önünden!’ (İbrahim:) ‘Sen sağlıcakla kal!’ dedi, ‘Seni bağışlaması için Rabbime yalvaracağım; çünkü O, bana karşı oldukça lütufkârdır!’ dedi.” (Meryem, 19/46-47)

5- Ona selam olsun İbrahim’in duasına babasını da katması, ona verilmiş bir sözden dolayıdır. (Bkz. Meryem, 47) Ancak cehennemlik olduğu vahiyle ilan edildikten sonra hiçbir mümine böyle dua yakışmaz: “Cehennem ehli oldukları açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah’a) ortak koşanlar için af dilemek, ne peygambere yaraşır ne de mümin­lere! İbrahim’in babası için af dilemesi (ise) sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Onun Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan (hemen) uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim, çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.” (Tevbe, 113-114)

6- Bu meal Süleymaniye Vakfının internet sitesinden alınmıştır.

7- “İyilik, yüzünüzü doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. İyilik; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve nebilere inanıp güvenen kişinin yaptığıdır. Böyle bir kişi, sevmesine rağmen malını, kendine yakınlığı olanlara, yetimlere, çaresizlere, yolda kalanlara, isteyenlere ve boyunduruk altındakilere verir. Namazı özenle ve sürekli kılar ve zekâtı verir. Bunlar anlaşma yaptıkları zaman da yükümlülüklerini yerine getirirler. Baskılara, zorluklara, bir de baskın anında olacaklara karşı dirençli olurlar. Özü sözü doğru olanlar bunlardır. Allah’tan çekinerek korunanlar da bunlardır.” (Bakara, 2/177)

8- “Zekeriyya mihrapta ibadet ederken melekler ona seslendiler: Allah sana, Allah’tan gelen kelâmı doğrulayıcı bir kelime olan, saygın bir konuma sahip, nefsine hâkim, salihlerden bir nebi olacak Yahya’yı müjdeliyor.” (Âl-i İmran, 3/39)

9- Buradaki cennetin ahiret cenneti olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü ahiret cennetinde yasak yoktur ve oraya giren bir daha oradan çıkarılmayacaktır.

10- Benzer şekilde Kur’an’ın başka ayetlerinde de geçmektedir: “Ve ey Âdem! Sen ve eşin has bahçede yerleşin, canınızın çektiği her şeyden yiyin! Ama sakın şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz.” (A’raf, 7/19)

11- Helal lafzı Kur’an’da altı ayette geçmekte, bunların dördünde onu desteklemek üzere “tayyib” kelimesi bir sıfat olarak geçmektedir: Bakara, 2/168; Maide, 5/88; Enfal, 8/69; Nahl, 16/114.

12- Rics de habis gibi haramlığın özelliğidir. Örneğin domuz ve ürünleri “rics”tir, yani pistir, bu yüzden onlardan yararlanmak da haramdır. (En’am, 6/145) Ganimetin tayyib olanı helaldir, habis olanından yararlanmak caiz değildir. (Enfal, 8/69)

13- Ragıb el-İsfehani, ‘habis’in hem maddi hem de manevi kirlilikler için kullanılan bir lafız olduğunu ifade etmiştir. Bkz. El-Müfredat fi Garibi’l-Kur’an, Kahraman Yayınları, s. 203, İstanbul, 1986

14- Habis, kötü, değersiz, düşük olandır. (Nisa, 4/2) Habis, batıl, fesat, takvaya uygun olmayan, murdar olandır. (Maide, 5/100) Teyemmüm tayyib toprakla alınır, pis toprakla teyemmüm alınmaz. (Nisa, 4/43; Maide, 5/6) Tayyib yer meyve verir, habis yer meyve vermez. (A’raf, 7/58) Sözün tayyib olanı hidayete, habis olanı dalalete götürür. (Hacc, 22/24)

15- Yiyip içtiğimiz şeylerde helal ve tayyib rızıkları tercih etmemiz, takvamızın göstergesidir: Bakara, 2/168; Maide, 5/88.

16-  “Nitekim kaliteli beldenin bitkisi, -Rabbinin izniyle- (güzel) çıkar; kötü olanda ise işe yaramaz ve yararsız (otlardan) başka bir şey yetişmez. Elindeki nimetin değerini bilen bir topluluk için ayetlerimizi işte böyle çok boyutlu olarak dile getiriyoruz.” (A’raf, 7/58)

17-  “(Ey kâfirler!) Allah, müminleri, sizin yaşadığınız hayat tarzı üzere bırakacak değildir; nihayet Allah iyiyi kötüden ayıracaktır. Allah gaybı size bildirecek de değildir fakat Allah (bu amaçla) elçilerinden hak edeni/istediğini seçer. Şu hâlde Allah’a ve elçilerine inanın; zira eğer iman eder ve sorumluluk bilincini kuşanırsanız, işte o zaman sizi muazzam bir karşılık bekler.” (Âl-i İmran, 3/179) “Allah habisi/pisliğe batmış olanı, tayyib/tertemiz olandan seçip ayırsın ve pisliğe batan herkesi birbiri üzerine istif ederek tümünü cehenneme doldursun. İşte onlardır büsbütün kaybedenler.” (Enfal, 8/37)

18-  Kıssanın Kur’an’da geçen bağlamı için bkz. Maide, 5/27-40.

19- Yediğimiz gıdaların, vücut sağlığımızı etkilediği gibi karakterimizi, ahlâkımızı, akıl sağlığımızı da etkilediği bir gerçektir. Bilimsel literatür; aldığımız gıdalarla beynin işleyişi ve davranışlarımız arasındaki bağlantıları inceleyen araştırma ve gözlemlerle doludur.

20-  Fevzi Zülaloğlu, “Yaklaşma Yanarsın”, Haksöz, Sayı: 298, Ocak 2016.

21- “(Olan biteni haber verdikleri babaları:) “Hayır! Tasavvurlarınız size tumturaklı bir oyun oynamış. Bundan böyle bana düşen güzel bir sabırdır; kim bilir belki de Allah hepsini birden bana kavuşturur. Çünkü O, evet O’dur her şeyi bilen, her hükmünde tam isabet kaydeden.’ dedi.” (Yusuf, 12/83)

22- “Affı ahlak edin, iyiliği emret; cahillerden/kendini bilmezlerden de yüz çevir.” (A’raf, 7/199)

23- “Kadın onu gerçekten istiyordu. Eğer Rabbinin burhanını (iyi ve kötünün sınırlarını) görmeseydi Yusuf da onu isterdi. Hep böyle olur. Bu (ilham), kötülüğü ve çirkinliği ondan uzaklaştırmamız içindir. Çünkü o, yürekten bağlılığı olan kullarımızdandır.” (Yusuf, 12/24)

24- “Karun Musa’nın kavmindendi; zamanla onları ezmeye başladı. Hâlbuki ona öyle hazineler vermiştik ki anahtarlarını taşımak güçlü bir topluluğa bile ağır geliyordu. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma Allah şımaranları sevmez.” (Kasas, 28/76)

25-  “Bir akşamüzeri ona çalımlı cins atlar gösterilmişti. Dedi ki: ‘Ben malı, sahibimi düşündürdüğü için severim.’ Sonra atlar yerlerine çekildi.” (Sad, 38/31-32)

26- “Ve öylesine çetin bir sınava karşı tetikte ve tedbirli olun ki o, içinizden yalnızca zulmetmede ısrarlı kimselere musallat olmakla kalmayacaktır. Ve iyi bilin ki Allah’ın azabı pek şiddetlidir.”(Enfal, 8/25)

27-  “Davud’a ve Süleyman’a gerçekten bir ilim vermiştik. Onlar da ‘Bizi mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a hamdolsun.’ dediler.” (Neml, 27/15)

28- “Allah’ın yardımı gelip fetih gerçekleştiğinde, insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini görürsen, her şeyi güzel yapan Rabbine yönel ve bağışlanma dile! O, kendine yöneleni kabul eder.” (Nasr Suresi)

29- “Dedi ki: Rabbim, suçumu affet ve bana öyle bir hâkimiyet ver ki benden sonra kimse ona ulaşamasın. Çünkü çokça bağışta bulunan sensin.” (Sad, 38/35)

30- Neml Suresi’nde Süleyman isminin zikredildiği ayetler:27/15, 16, 17, 18, 20, 27, 30, 36, 38, 40, 43, 44 (iki defa)

31- “Sana ek görev olarak gecenin bir kısmında (uykudan) namaza kalk. Belki Rabbin seni pek güzel bir makama yöneltir.” (İsra, 17/79)

32- “Rahmanın kulları yeryüzünde alçak gönüllülükle yürüyen kimselerdir. Kendini bilmezler onlara sataşınca, ‘Size selamet dileriz (selamünaleyküm).’ derler. Geceleri Rablerine secde eder ve kıyama dururlar.” (Furkan, 25/63-64)

33- “Geceleri az uyurlar. Seher vakitlerinde bağışlanma dilerler.” (Zariyat, 51/17-18) “Bunlar kendilerini yataklarından kaldırır, korku ve umutla Rablerine yalvarırlar.” (Secde, 32/16)

34- “De ki: Rabbim! Girdiğim yere dürüstçe girmemi sağla, çıktığım yerden dürüstçe çıkar. Bana kendi katından yardımcı güç ver.” (İsra 17/80)

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı