Toplumların geleneksel bilgi, kurum ve inançlarından kurtarılarak, eşit ve seküler bir toplum modelinin tesis edileceği konusunda modernizm güçlü bir inanca sahipti. Aydınlama ile dini bilginin yerine ikame edilen ve fakat yerine ikame edildiği dini bilgi kadar kutsanan ve hatta tabulaştırılan bilimsel bilginin ilahlaştırılan gücü kuşkusuz bu inancın temel kaynağıdır. Modernizmin toplumu aydınlanmacı eleştirel aklın projeksiyonunda eşitleme ve rasyonalize etme girişimi, yaşamın çeşitli alanlarının akıl merkezli kurumsallaşma ağının içine alınmasına neden oldu. Modernizmin bu inancı, insan ve toplum fıtratının homojenize edilemez ve eşitlenemez gerçekliği karşısında her geçen zaman diliminde daha da sarsıldı ve şimdilerde post-modernizm bu inancın farklı bir formda sürdürülmesi görevini devralmış görünüyor.
Bilgiyi temelde dini ve bilimsel olarak ikiye ayıran batılı modern akıl, bilimsel bilginin ürettiği bilgiyi yegane hakikat kabul etmekle kalmaz onu evrensel, objektif ve nötr olarak da kabul eder. Dolayısıyla insanlığı düzlüğe çıkaracak bir bilgi formu varsa o da olsa olsa bu evrensel bilgidir. Bugün insan haklarından devlet nizamına, ticari normlardan kadın meselesine, hukuktan ahlaka, eğitimden sağlığa değin adeta her alanda evrensel ve dolayısıyla nötr kabul edilen bir batılı düşünme biçimiyle karşı karşıyayız.
Modern devlet eliyle inşa edilmek istenen seküler toplum modelinin özlü biçimde ifade edildiği metinler kuşkusuz anayasalardır. Modern anayasacılık hareketi özünde toplum sözleşmesi ve uzlaşma kültürü anlayışına dayanır. Bu yönüyle batılı anlamda anayasa hem evrensel, hem nötr hem de kapsayıcı kabul edilir.
Oysa nötr diye adlandırılabilecek bir şey varsa olsa olsa o ancak fıtrattır, fıtrî olandır. Bir şey fıtri olana ne kadar yakınlaşmışsa nötr olma özelliğini o ölçüde kesbetmiş sayılabilir.
Varsayalım ki Müslümanların (ve de tüm diğer kesimlerin) temel insani haklarını tastamam teslim etmiş bir anayasa yapıldı. Bu durumda bu anayasanın nötr-tarafsız olduğu anlamına gelir mi? Şüphesiz biliyoruz ki her anayasanın arkasında bir biçimde bir ideoloji, yaklaşım, eğilim olacaktır. Dolayısıyla herkese temel haklarını vermiş bir anayasa ideolojilerden arınmış bir anayasa anlamına gelmeyecektir. Zaten böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırıdır.
Cahili anayasa ve sistemleri nötr-tarafsız olarak tanımlayarak Müslümanların ve muhalif kesimlerin önüne koymak cahili bir tuzaktır. Dönüştürme bilincini yitirmiş, mücadele yorgunu sekülerleşmiş kesimlerin teşne olduğu bu modern kurnazlık biçimi karşısında bilinçli bir duruşa ihtiyaç vardır.
O halde ikinci sorumuz temel hakları vermiş ve fakat farklı bir ideolojik formasyona sahip bir anayasayı Müslümanlar (hatta toplumsal değiştirme isteği taşıyan her kesim) kendi anayasası olarak görüp kabul edecek midir? O anayasayı özümsemek için hakların verilmiş olması yeterli midir?
Yeni yapılacak anayasa da muhtemelen muhafazakar, demokrat, soft Atatürkçü, liberal, plüralist, kapitalist ve postmodern bir zemine oturacaktır. İslam noktayı nazarından bakıp İslam literatürüyle söyleyecek olursak; yapılan anayasa yine cahili bir anayasa olacaktır ve kendi dinimizin öngördüğü bir sistem kuruluncaya dek yine mücadele etme sorumluluğu devam edecektir.
İslami dönüşüm iddiasını ve devrimci ideallerini yitirmemiş Müslümanlar için nötr-tarafsız iddiasını taşısa da, adına adalet devleti dense de seküler bir sistem ve kurallar manzumesi nihai anlamda kabul edilebilecek bir sistem veya anayasa olamaz.
Hayata müdahil bir din olarak İslam’ın bir yaşam modeli sunduğu/olduğu, Müslümanın cahiliyeyi dönüştürme sorumluluğu taşıdığı, tavizkar uzlaşmanın ve cahiliyeyi nihai kabulün İslami bir tutum olmayacağı bilindiğine göre, yapılacak özgürlükçü bir anayasa bizim için ancak mücadele hattı içinde bir mevzi kazanımı veya değişimi olabilir. Bu bilinçle sistemi dönüşüme zorlamak mevzi kazanımı açısından önemlidir ve bu zorlama cahiliyeyi kabul anlamı taşımayacağı gibi böyle bir algı da oluşturmayacaktır.