Normallik faşizme dönüşmeden

MÜCAHİT GÖKDUMAN

“Normal insanlar, çok iyi tanımadığınız kişilerdir.”

Alfred Adler

Bir günde belki defalarca kullanılan, işitilen, yazılan bir kelimedir: Normal. Neredeyse her disiplinde, hayat görüşünde ve felsefede ‘norm’a ait izler bulmak mümkündür. İnsan, normal ve normal olmayan ayrımını gayr-ı ihtiyari bir şekilde yapar ve böylece zihin konforunu temin eder. Bir kişiyi, nesneyi ya da fikri tanımlamak ve bir kategori çerçevesinde ele almak; düşünmeyi ve hareket etmeyi kolaylaştırır. Ancak bu muhakeme biçiminin indirgemeciliğe düşmek gibi bir riski vardır. Yani birbirinden farklı olan birçok şeyi “aynı sepete koymak” ve bu doğrultuda ilerlemek kişiyi açmazlara sürüklediği gibi hayatın esprisini ve dokusunu ıskalamayla da sonuçlanabilir.

Normal’in ne olduğu ya da olmadığı konusunda fikir beyan etmede en yetkin beşeri disiplin ve bilim olan psikiyatride dahi bu konu tartışmalıdır. Bu konu çeşitli kaynaklarda normalin ne olmadığı/anormalin ne olduğu üzerinden tartışılmıştır. Duygu, düşünce ve davranışlarda “tutarsızlık, aşırılık, uygunsuzluk, yetersizlik” özelliklerinden birinin ya da birkaçının bulunması anormallik tanımı için değerli bulunmuştur. Ancak bu vasıfların kişide “sürekli ya da yineleyici olması, bireyin verimli çalışmasını bozması, kişiler arası ilişkileri bozması” gibi sonuçlara yol açması da anormallik tanımı için gerekli görülmüştür. Örneğin bir insan olur olmadık yerlerde sinirleniyorsa, sözlerine ve davranışlarına hâkim olamıyorsa, ailesinde ve iş yerinde uyum sorunları yaşıyorsa bu kişide bir öfke kontrol sorunu olduğundan bahsedilir. Yoksa her “sinirli” insana “anormal” payesi yakıştırmak uygun değildir. Burada halk arasında yerleşmiş bir tabir olan “Psikiyatri’ye hastalar değil, gerçek hastaların hasta ettiği insanlar gelir.” sözünü ele almakta fayda olur. Böyle bir mantık (tahmin edileceği üzere) bir şehir efsanesinden ibarettir. Psikiyatri hekiminin karşısına kim geliyorsa önce o insanın problemlerine yoğunlaşmak ve onu gerçek bir hasta olarak değerlendirmek gerekir. Ayrıca bu konu, ayrı bir yazının meselesi olmayı hak eder.

Anlaşıldığı üzere “normal” kavramından ziyade “anormal” üzerine yoğunlaşmak, konuyu tartışmada bir hareket ve serbestlik alanı açmaktadır. Aynı mantığın izi sürülürse Ceza Kanunu’nda neden çoğunlukla yasakların ifade edildiği, suç olmayan konuları tek tek ele almanın gereksiz görüldüğü anlaşılmış olur. Örneğin, ailecek akşam yemeği yenmesinin serbest olduğuna dair bir yasa hükmüne lüzum yoktur. Bu açıdan bakıldığında “anormal” kavramının anlaşılmasının önemi pekişmiş olur.

Normal ve anormal tartışmalarının tam ortasında göz ardı edilen, unutulan bir kavramı vurgulamakta fayda var: Farklılık. Aslında her insan kendi özünde ve potansiyelinde bir farklılık taşır. Lakin bazı insanların farklılıkları daha çabuk ve kolay gözlemlenir. Maalesef bu insanlardaki farklılığın herkesçe görülmesi onun “anormal” sıfatıyla tanınmasını kolaylaştırır. Yine bir örnek üzerinden ifade etmek gerekirse; gömlek ve pantolon ile gezen bir insan “normal giyimli” olarak değerlendirilir. Yöresel ve renkli bir giyim tercih eden bir insana “farklı” sıfatı yakıştırılabilir. Ancak çıplak bir şekilde sokağa çıkan bir vatandaşa “anormal” demek için neredeyse kimse zorluk çekmez. Burada hayati olarak altı çizilmesi gereken husus, “farklı”nın da bir “normal” olduğudur.

“Normallik” siyasal alanda faşizan uygulamaları ve diktatörlük rejimlerini güçlendirmek ve onlara hareket alanı sağlamak bakımından kullanılmıştır. Bu tür devletler/rejimler “normal” diğer adıyla “makbul” olarak görmedikleri insanlara, gruplara, fikirlere karşı savaş açmışlardır. Tarihte bunun sayısız örneği vardır. Aynı mantalite ile günümüz insanı normalliği bir dedektör olarak kullanmaktadır. Çoğu insan; anlamakta güçlük çektiği, onu rahatsız eden, tehlikeli bulduğu her şeyi normallik dairesinin dışına itmektedir. Böylece o kişilerle ve fikirlerle bağlar koparılmış olmaktadır. Yargılayıcı ve üstenci bir dil kullanmak ise bireysel ve toplumsal hiçbir yaraya şifa olmayacaktır.

Burada teklif edilen şey; “normal/farklı/anormal” gibi kavramlarla düşünmekten vazgeçip karşımızdaki insanın hikâyesine kulak vermektir. Her insanın hikâyesi özgün/farklıdır ve kategorilere/kalıplara kolayca sığ(dırıla)maz. Konuşmaktan, dinlemekten, anlamaktan korkmamak; insanın gösterebileceği büyük bir cesaret örneği olacaktır. Takdir edilir ki ancak cesur ve devrimci kişilikler; tarihe, topluma, dünyaya yön verebilir ve öncülük edebilir.