Nişanyan’ı kimler affetmez?

Bekir Berat Özipek

Ani ve geçici bir hidayete erme hadisesi olmalı. Veya adamına göre gösterilen, seçici bir “islami hassasiyet” vakası.

Ulusalcıların ve onların utangaç yoldaşlarının Sevan Nişanyan’a gösterdikleri tepkilerinden söz ediyorum.

Tepkilere bakan, “herhalde bunların başı secdeden kalkmıyor” zanneder.

Onların militan ateizmin bu ülkedeki başlıca temsilcisi olan karanlık çevrelerle bağlantısı olmadığını zanneder. İnsanları kökenleri ve soyları nedeniyle şeytanlaştıran alaturka nasyonel sosyalistlerin yoldaşı değildir veya dergilerinde Turan Dursun’a İslam dinini aşağılayıcı yazılar yazdıran çevrelerden uzaktır zanneder.

Ve “dindar Müslümanların Nişanyan’ı affetmeyecekleri” şeklindeki ifadelerin sadece bir kaygı ifadesi olmayabileceğini, aslında pekala bir hedef gösterme, bunun da ötesinde, derin bir senaryoda dekor oluşturmaya ilişkin bir ön çalışma olabileceğini aklına hayaline getirmez.

Ama bu ülkede Bizans’tan beri hiç aksamadan yürürlükte olan o uğursuz geleneği bilen herkes, böyle bir ihtimalin dışlanmaması gerektiğini iyi bilir. Ve bütün bunlar aklına geldi diye kendisinin bir paranoyak olduğunu düşünmez.

Nişanyan, bu ülkede Kemalist resmi ideolojinin teorik bakımdan en tutarlı eleştirisini yapan ve zengin tarih bilgisiyle resmi hurafeleri reddedilemeyecek açıklıkla çürüten az sayıdaki entelektüelden biri.

Olağanüstü ince mizah yeteneğiyle çelişkileri belirginleştiriyor ve kitabın ortasından konuşan üslubuyla, öteden beri bazı odakların derin bir nefretini çekiyor.

***

Nişanyan’ın yazısından bir Müslüman olarak ben de rahatsız oldum. “Allah diye biri” şeklinde başlayan bir ifadenin, hangi inanç grubu ile ilgili olursa olsun kötülüğü açık.

Ancak bir ifadeyi rahatsız edici veya kötü bulmakla, bunun hukuki bakımdan suç sayılması gereken bir hakaret veya aşağılama olduğunu iddia etmek aynı değil.

Öte yandan, inançlar söz konusu olduğunda eleştirinin sınırlarını çizmek de kolay değil. Hukuki bakımdan “aşağılama”nın ne olduğunu da her somut ifade için ayrıca ele almak gerek. Örneğin “bu kadar açık delile rağmen inanmayan insanın aklına şaşarım” demek hakaret midir, değil midir?

Tartışacaksak, bazen sert veya iğneleyici bir dile de katlanmamız gerekecek.

Elbette her konuyu hukukla, yasakla çözmek mümkün değil ve birbirimizi yaptırım veya ceza ile susturmaya çalışmak da yanlış.

Belki asıl ihtiyacımız, hukukun cevaz verdiği alanda bile daha özenli olmak.

***

Nişanyan ifade özgürlüğünü kullanırken pek çok insanı üzdü. Kendisini çok seven pek çok Müslümanı rahatsız etti.

Ama sonuçta bilmeden kırdığı o insanlara bir özür borcu olduğunu da yazdı.

İlginç olan şu ki, üzdüğü dindar insanların çoğu, bu olayı fırsat bilip dinle diyanetle pek de ilgili olmayan başka nedenlerle O’na saldıran çevrelerden farklı olarak, tepkilerini çok daha insani, çok daha medeni biçimlerde gösterdiler. Küfür değil sitem ederek gösterdiler. Hatta çoğu kez, kederli bir suskunlukla yetindiler.

İşte asıl değerli, önemli ve anlamlı olan da buydu.

“Dindar kesimde yazılarımı okuyan, seven, beğenen insanlar var” diyor Nişanyan ve ekliyor:

“Bir süredir karşılıklı bir tür utangaç aşk yaşıyoruz. Birçoklarıyla yazışıyorum, yüz yüze sohbet ediyorum. Onlar hayrette, ‘Kimdir bu Ermeni?’ diye. Ben hayretteyim, ne kadar aklı başında, kafası çalışan, edepli insanlar varmış o kesimde diye”.

Nişanyan bugün onları kırdığı için özür anlamında bir yazı kaleme alabildiyse, bunu ne zora, ne yasaya ne de tehdide bakarak açıklayabiliriz.

Nişanyan’a sitem eden veya sadece suskun kalan Müslümanların bu tavrı, her şeyin hukukla -yasayla çözülemeyeceğini, tepkinin çok daha vicdana çağıran bir şeklinin de mümkün olabileceğini bize bir kez daha öğretti.

Emin olun, bu “huysuz” ve “aksi ihtiyar”ı başka hiçbir güç, kırdığını yapıştırmaya, gönül almaya telafi etmeye ikna edemezdi. Üstelik de ifade özgürlüğünü kullandığına inanmaya devam ederken.

Galiba birilerinin hiç anlayamayacağı basit gerçek de bu.

STAR