Nimet Zenginliği İçinde Şükretmek ya da Nankörlük

HAMZA TÜRKMEN

Allah’ın insana yaratılışından itibaren verdiği afaktaki ve enfüsteki nimetler, hadsiz hudutsuz zenginliklerdir. İman edenlere iletilen vahiy nimeti ise hayatın karmaşasını ve karanlığını aydınlatan temel rehberimizdir. Ama Allah’a ve Resulü’ne itaat eden Müslimler, Resulullah (s)’den sonraki zaman süreçlerinde ilkin siyasi uygulamalarında sonra da fikri açılım ve içtihadlarında dinin asıllarını unutup veya ikincilleştirip kendi yorumlarını temel haline getirmeye çalışmışlardır. Dolayısıyla Müslimler tarihi süreç içinde kendi yorumları yüzünden çekişmeye başladılar; bu nedenle güçleri düştü ve rüzgârları kesildi (8/46).

Güçleri düşen Müslim toplumun (ümmeti) en büyük zaafı ise hak ve adalet yolunu biçimlendirirken Kur’an’ın delaleti açık ayetleri ve Siret-i Resul’deki aslı Kur’an’da bulunan Muhammed Aleyhisselam’ın mütevatir/kesin Sünnet’ini merkeze almamaları, bu temel öncüllerimize şükredeceklerine nefsî, grupları, mezhepleri veya diğer asabiyeleri nedeniyle nankör kesilmeleridir.

 “Hatırlayın! Rabb'iniz: "Eğer şükrederseniz mutlaka size (nimetlerimi) artırırım, eğer nankörlük ederseniz bilin ki azabım çok şiddetlidir!" diye bildirmişti.” (İbrahim 14/7

“Şükür”, “verdiği nimetlerden dolayı kulun Allah’a minnettarlık duyması, bunu sözleri ve amelleriyle göstermesi” anlamında kullanılmaktadır. Allah’ı razı edecek işlerden her bir çaba şükürdür. Şükür nimetleri dolayısıyla Allah’ı her daim hatırlamak ve zikretmektir.  Zikrin kendisi ise Kitab-ı Kerim’dir. Rabbimiz de A’raf Sûresi’nde buyurmaktadır: “Allah’ın nimetlerini hatırlayın/zikredin ki kurtuluşa eresiniz” (7/69)

Şükür, her nimeti, Allah’ın razı olacağı şekilde değerlendirmektir.

Servetin şükrü muhtaçlara yardım etmek ve Allah yolunda harcamaktır.

Sıhhatin Şükrü Allah’a kulluk hususunda öne geçmeye çalışmak, insanlara hizmet etmektir.

Rabbimiz İbrahim Sûresi’ndeki ayette olduğu gibi, diğer ayetlerde de (3/144-145; 39/7) şükrünü yerine getirenlere daha çok nimet vereceğini vaad etmektedir.

Allah herkesin ihtiyaç duyacağı şeyleri yaratmış ve bildirmiştir. İnsanoğlu yeryüzündeki teneffüs ettiği hava, gıdalar, besin kaynakları hep O’nun yarattığı nimetlerdir.  Aykırı insanlar hem Allah’ın yarattığı bedenle dolaşır hem de Allah’a karşı gelir, bildirdiği helal haram sınırlarını korumaz. Yeryüzünde her neye sahipse materyalist bir bakış açısıyla onları kendinden veya başkalarından bilir; mülkün asıl sahibini unutur veya yok sayar. İbadet etmediği gibi itaat de etmez. Bir de başkalarını kendisi gibi suç ve günahkârlığa çağırır.

Rabbimiz Sebe Sûresi’nde hatırlatmaktadır: “Kullarımdan şükredenler azdır” (34/13). Çünkü kolay veya hazır sahip olduğu nimetlerin kıymetini bilmemek insanoğlunun genel karakteridir. Bu hal hem emek temelli kazanımlar karşısında hem Yaratıcının lütfu karşısında ciddi bir imtihan nedenidir.

Şükür hasleti insanın temel imtihanıyla da ilgilidir.

Şâkir, şükreden demektedir. Kur’an-ı Kerim’de iki ayette Allah hakkında, diğerlerinde ise Allah’a şükreden müminler hakkında tekil ve çoğul olarak geçmektedir.

“Şekûr” ise sözlükte çok çok şükreden demektir. Kullarından gelen az bir şükre razı olması da Allah’ın “şekûr” olmasının (sonsuz karşılık vermesinin) bir sonucudur. Allan (c.c.) kullarından gelen şükre razı olarak onları çok şükre teşvik etmekte, az da olsa şükrü küçümsemeyip  bu görevi yapmalarını istemektedir. Fatır Sûresi’nde belirtildiği üzere “Allah kullarının ecirlerini noksansız öder ve kendi fazlından onların ecirlerini daha da artırır. Çünkü O ğafurdur (bağışlayandır) ve şekûr’dur (şükrü kabul edendir)” (35/30,34).

Sebe Sûresi’nde belirtildiği gibi “şükredenler azdır” ama Nisa Sûresi’nde de açıklandığı üzere “Eğer şükreder iman ederseniz, Allah size ne diye azap etsin” denmektedir. Zira “Allah, Şakir’dir (şükrün karşılığını verendir), Âlim’dir.” (4/147)

Şekûr ve Şakir kavramları insanlar için de kullanılmaktadır. Allah insanı bir yola (sebile) sevk etmiştir, onu düzene koyarak ona akıl vermiş ve dünyada yaratmıştır. Böylece “O acaba şakir (şükreden) bir kul mu yoksa nankörlük eden bir kul mu olacak” (İnsan, 76/3)tır.

Allah’ın Kur’an’daki ayetlerini de, afak ve enfüsdeki ayetlerini de ancak şükredenlerin anlayabileceğine dair Kur’an’da pek çok ifade geçmektedir.

Kur’an şükrü, Allah’a kulluk etmenin şartı olarak belirtir. Kulluk ile şükür arasında güçlü bir ilişki vardır. Şükürden uzaklaşan bir insanın, kulluk bilincini de yitirmesi kaçınılmazdır. Şeytan bu nedenle insanı şükürden alıkoymaya çalışır.

Teğabûn Sûresi’nde denilmektedir ki, “Eğer Allah’a güzel bir borç verecek olursanız, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah şekûr’dur (şükrü kabul edip çok ihsan edendir), Halim’dir (ceza vermekte acele etmeyendir).” (64/17) Allah (c.c.) kuluna verdiği maldan infakta bulunmasını istiyor, bunun da karşılığınra bol bol veriyor. Kulu, şükrünü noksan yaptığı zaman da ona ceza vermekte acele etmiyor, ona hilimle davranıyor.

Aynı ifadeyi Bakara ve Hadid Sûreleri’nde iki yerde daha görmekteyiz. (2/245; Hadid, 57/11). Kullar, şükrün bir ifadesi olarak Allah’ın kendilerine verdiği maldan ihlaslı bir şekilde O’nun yolunda harcarlarsa, Allah’a borç verirlerse; Allah da bunun karşılığını kat kat öder. Çünkü O şükrü karşılıksız bırakmaz. Lokman Sûresi’nde Rabbimiz “Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur” (32/12) buyuruyor.

Rahman Sûresi’nde “Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edersiniz?” (55/13) ayeti bu çerçevede ikaz edicidir.

Yüce Rabbimiz ayetlerde sık sık Kendi fazlını zikretmesi, nankörlüğe dikkat çekmesindendir. Bazı ayetlerde “şükür” kelimesi iman etmenin; “küfür” ise nimetleri inkâr etmenin yerine kullanılmaktadır.

Allah ile kul arasında en ince ilişki tarzı, “şükür”de kendini gösterir. Kibir, nefs-i emare insanı tevhidi hayat yolundan uzaklaştırır.  Bu bağlamda birçok müellifin yazdığı gibi şükürsüzlük şirk ile eşdeğer konumundadır.

Nimetlerin kıymetini çoğu zaman kaybedince anlıyoruz. Nefes alamadığımızda havanın, aç kaldığımızda yiyecek ve suyun, hastalandığımızda sağlığın ne anlama geldiğini çok iyi anlıyoruz.

Materyalist ön yargılarla yürünen hayatta şükrün yeri ve değeri yoktur. A’raf Sûresi’nde şeytan, saptırdığı kişilerin çoğunu “….şükredici bulamayacaksın” (7/16-17) demektedir. Şükredici olmamanın en korkutan yönü beraberinde tatminsizliği getirmesidir. Ayrıca Allah’ın kullarına tebliğ, uyarı ve hizmetlerinden dolayı teşekkür etmeyişimiz, yani şükredici olmayışımız, kibir ve enâniyet hastalığıdır. Allah korusun kibir ve müstağnilik Allah’a karşı da şükretmemeyi beraberinde getirebilir.

Şükretmemek bir karaktere dönüşüyorsa, nankörlüğün besleyeceği tüm zaaflar rutinleşmeye başlar.

Tüketim kültürünün imkânlarını kullananlar, zor şartlarda yaşayan Suriyeli ve diğer muhacirlerimize ve sınır boylarına çamurlar içinde ve soğuk hava altında sığınan mahrumlara baktığımızda, Türkiye’de en imkânsız olanımız bile görece zengin konumundadır. Dolaysıyla zenginlerimiz ve görece zenginlerimiz infaklarıyla şükürlerini yerine getirmelidirler.

Ebu Davut’ta rivayet edildiğine göre “Resulullah’a (s)’e sevindirici bir haber geldiği zaman veya onun müjdesi verildiğinde hemen Yüce Allah’a, şükür için secdeye kapanırdı.” (Cihad, 3/89)

Unutulmamalıdır ki bir nimete kavuşulduğu veya kişiyi memnun edecek bir hayır ona ulaştığı zaman, “şükür secdesi” yapmak müstehaptır. Müslim futbolcular bile maçta gol attıklarında secdeye kapanıyor. Bizler ise, Rabbimizin kitabıyla anlamak üzere tanıştığımız için, Resulullah’ın örnekliği konusunda Kur’an merkezli bir kavrayışa ulaştığımız için; sıddıklar, şüheda, salihler başta olmak üzere ıslah öncülerimizin kavrayış, tebliğ ve mücadele yoluna koyulup fikri ve siyasi şartları aşma arayışındaki kardeşlerimizle aynı safları paylaştığımız için; Allah için kazanıp kazandıklarımızın emanetçileri olarak gerekli infaklarda bulunduğumuz için ve istikamet üzere olanlardan edindiğimiz her hayırlı haber için neşe ve sevincimizi niçin Rabbimize yönelerek yapacağımız toplu ve kişisel secdelerle şükür formuna dönüştürmeyelim

Buhari’nin Sünen’inin Teheccüd bahsinde (6), Resulullah da yaptığı ibadetleri Allah’ın verdiği “nimetler”e karşılık bir şükran ifadesi olarak değerlendirmektedir.

Süleyman Aleyhisselam’ın dilinden Kur’an-ı Kerim’deki şu dua, bizim de hayatımızda fiili dualarımızdan olmalı değil mi? “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetine şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye muaffak kıl ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat.” (Neml, 27/19)