Mısır’da insanlık tarihinin şahit olduğu en görkemli, en geniş tabanlı, en barışçıl devrimci halk ayaklanmasının ilk aşaması, Hüsnü Mübarek’in ülkeyi terk etmesiyle sonuçlandı. Mısırlıların büyük coşkusunu yürekten paylaşıyorum.
Yeni dönem zorlu geçecek, çünkü “devrim” dediğimiz radikal dönüşümler, kabaca söylersek, “yönetilenlerin artık eskisi gibi yönetilmek istememesi” ile “yönetenlerin artık eskisi gibi yönetemez hale gelmeleri” durumunun üst üste düşmesiyle mümkün oluyor. Ancak, eski rejimi alaşağı edenler, yerine nasıl bir düzen kuracaklarına ilişkin ortak hedeflere sahip değillerse ve/veya hedeflerini hayata geçirecek örgütlenmelere sahip değillerse, eski düzeni tarihe gömmek ya çok zaman alıyor, ya da başarısızlığa uğruyor. Mısır’da ilk iki şartı vardı ancak üçüncü şart eksikti. Nitekim iktidar sivil güçlere değil, orduya devredildi. Şimdi “ne istemediğini bilen” halkın “ne istediğini bilen” halka dönüşeceği süreci başlıyor. Hiç kuşkunuz olmasın ki, bu geçiş döneminde, eski rejimin adamları, güç odakları, çıkar grupları, işbirlikçileri, devrimci güçleri bölmek, güçsüzleştirmek, özetle “devrimi halktan çalmak için” ellerinden geleni yapacaklardır. Ancak bundan sonra ne olursa olsun, bu âna kadar yaşananların önemi, anlamı hiçbir zaman azalmayacak. Mısır deneyimi, sadece Ortadoğu’nun değil, dünyanın tüm ezilen halkları için yol gösterici olacak.
Geçen hafta Mısır’ın Müslüman “üvey evlatları” Müslüman Kardeşler’in tarihçesini anlattım. Bu hafta da Mısır’ın Hıristiyan “üvey evlatları” Kıptîlere bakalım. Çünkü Kıptîler, yeni rejimin demokratikleşmesinde kilit öneme sahip gruplardan biri olarak görülüyor. Bunun işaretini de Tahrir Meydanı buluşmalarında gördük.
Nil Deltası’nın çocukları
Mısır’ın nüfusu çeşitli kaynaklara göre 78 milyon ile 85 milyon arasında değişiyor. Bu nüfusun yüzde 99’u etnik köken olarak “Mısırlı” ya da “Nil Deltası halkı” diye bilinen ama tarih içinde hem etnik olarak hem de kültürel olarak Araplaşmış bir halk. Mısır nüfusunun yüzde 90’ı Müslüman (ağırlıklı olarak Sünniliğin Şafi ve Hanefi mezhebinden, bir bölümü de Şii ve Sufi), yüzde 10’u ise Hıristiyan. Hıristiyan nüfusun ezici çoğunluğunu ise Kıptîler oluşturuyor. (Kıptî terimi aynen Boşnak teriminde olduğu gibi hem etnik hem dinsel adlandırma.) Bunun dışında Rum kökenli Ortodokslar, Arap kökenli Marunî Hıristiyanlar ve çeşitli Avrupa ülkelerinden gelip Mısır’a yerleşmiş olan Katolik ve Protestan Hıristiyanlar var.
Aziz Markos’un izleyicileri
Kıptî teriminin Yunanlıların Mısırlılar için kullandığı “Agyptos” kelimesinden geldiği ileri sürülüyor. Farklı açıklamalar yapanlar da var ama bilinen o ki, Müslüman orduları 7. yüzyılda Mısır’ı fethettiklerinde burayı “Dar’ül Kıpt” (Kıptîler yurdu) olarak tanımlamışlar. Kıptîlerin ne zaman Hıristiyan olduğu konusunda da değişik rivayetler var. Kıptî ilahiyatçılara göre havarilerden Aziz Markos’a uzanan bir tarihçe bu. Vatikan merkezli ilahiyatçılar ise, Mısır’da Hıristiyanlığın ancak 2. yüzyılda yayılmaya başladığını, 3. yüzyıla kadar yerli halkın henüz konsillerce kabul edilmemiş, kendilerine mahsus İncilleri kullandığını ileri sürüyorlar. Yani Markos’a dayandırılan şecereyi “icat edilmiş gelenek” olarak açıklıyorlar. Anlaşılan o ki, MÖ 30’lu yıllardan itibaren bölgede olan Romalılar, Mısırlılar üzerinde baskılarını arttırdıkça onlar da yeni ortaya çıkan bir din olan Hıristiyanlığı, egemenlere karşı bir başkaldırı aracı olarak adeta “milli” (modern anlamda değil elbette) bir ideoloji olarak kuşanmışlar. Örneğin geleneksel Kıptî takvimi, Roma İmparatoru Diocletianus ordularının Kıptîlere yönelik büyük bir katliam gerçekleştirdiği 29 Ağustos 284 tarihinde başlıyor.
Kıptîler, (Doğu ve Batı) Roma İmparatorları “Büyük” Constantinus ile Licinius arasında varılan uzlaşma sonucu yayımlanan 313 tarihli Milan Fermanı’ndan sonra dinlerini yaşamakta daha özgür oldular. Ancak 451’de, toplanan Kalkedon (Kadıköy) Konsili Konstantinopolis Patrikliği’nin üstünlüğü ilan edilince, Kıptîler Ortodoksluğu terk etmediler ama Bizans’a tepki olarak İsa’nın tanrısal ve insani tek bir doğası olduğunu ileri süren monofizitliği seçtiler. Kalkedon’a bağlı kalan Yunanlılar ise Melkit Kilisesi’nde toplandılar. O tarihten sonra bazı Kıptîler Katolikliğe ve Protestanlığa döndü ama ana gövde Ortodoksluğunu özerk olarak yaşadı. Kopt Ortodoks Kilisesi’nde Kitab-ı Mukaddes ve ayinler Arapça okundu.
Hoşgörü efsanesi
Mısır’ın Müslümanlar tarafından fethi 641 yılında Amr Bin As’ın komutasındaki dört bin kişilik orduyla oldu. Mısır’ın yerli halkları bu tarihten sonra Araplarla karıştılar ve Müslümanlaştılar. Kıptîler bu süreçte dinsel kimliklerini korudular ama Eski Mısır dilinin son evresini oluşturan ve Yunan alfabesiyle yazılan Kıptîcenin yerini zamanla Arapça aldı.
Sanıldığının tersine bu olay, Kıptîleri ilk başlarda rahatsız etmedi çünkü o yıllarda Kıptîlerin asıl düşmanları Bizans’tı. Öyle ki Bizans orduları, ileriki yıllarda Mısır’ı yeniden almak için harekete geçtiğinde, Kıptîler başta olmak üzere Doğu’nun Hıristiyan halkları Müslümanlara yardımcı oldular.
Müslümanların fethettikleri topraklarda yaşayan gayrımüslimlere tanıdığı “zımmî” (ek vergi karşılığı himaye) statüsü etrafında örülmüş “hoşgörü” efsanelerine rağmen bu statünün aslında gayrımüslimler için çok büyük kısıtlamalar içerdiğini artık biliyoruz. Örneğin daha Halife Ömer döneminde fethedilen yerlerdeki gayrımüslimlerin nelere tabi olacaklarını belirleyen bir “amanname”ye bakılırsa, Kıptîlerin elbise ve sarıklarının Müslümanlardan farklı renk olması ve bellerine ayırt edici nitelikte bir kemer (zunnar) takmaları gerekiyordu. (Bu kıyafet yönetmeliği ancak Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından 1807’de kaldırıldı ancak günümüzde Kıptî keşişler o günlerin hatırası olarak hâlâ kara sarık kullanıyorlar.)
Kıptî isyanları
Yine aynı yüzyılda Halife Yezid döneminde Müslüman fatihlerin kiliselerdeki ikonaların kaldırılması için baskılar yapması, ya da zımmîlik statüsü karşılığında ödenmesi gereken cizye denen ağır vergiler yüzünden pek çok Kıptî isyanı meydana geldi. Tarihin kaydettiği diğer büyük Kıptî isyanları 722, 767 ve 829 yıllarında yaşandı. Bu tarihten sonra, El Hakîm dönemi hariç Fatımîler (10-12. yüzyıllar) Kıptîlere daha ılımlı yaklaştılar. Bunu izleyen Memluklar döneminde ise, Haçlı Seferleri (1095-1291) yüzünden Hıristiyanlara karşı şüphecilik ve bunun sonucu kötü muamelede artış oldu.
Mısır, Yavuz Sultan Selim’in orduları tarafından 1517’de Osmanlı Devleti’ne katıldıktan sonra Kıptîlerin “zımmî” statüsü devam etti. Bu tarihten itibaren yüzlerce yıl (Osmanlı Devleti’nde kölelik resmen 1847’de kaldırıldı) Kıptîlerin bölgedeki köle ticaretine aktif olarak katıldıkları biliniyor. Örneğin Osmanlı sarayına gönderilen pek çok köle, Kıptîlerin Abu Cerbe Manastırı’nda hadım ediliyorlardı.
Napolyon’un Mısır Seferi
Aradan geçen uzun yüzyıllarda Kıptîlerin neler yaşadığını çok iyi bilmiyoruz ama 1798’de Napolyon Bonapart komutasındaki Fransız orduları Mısır’da belirdiğinde Müslümanların Hıristiyanlara karşı önyargıları yeniden artınca bundan Kıptîler de nasiplerini aldılar. Neyse ki Napolyon’un bölgedeki varlığı kısa sürdü ve Kıptîler üzerindeki baskılar azaldı. Osmanlı’nın Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa dönemi (1805-1849) ve bunu izleyen yıllar Kıptîler için bir çeşit “altın çağ”ın başlangıcı oldu. Bunun nedeni Kavalalı’nın Osmanlı Devleti’nden ayrılarak Mısır’da kendi krallığını kurma çabasında, tüm gruplarla birlikte, Kıptîlerin de desteğini alma ihtiyacı duymasıydı. Öyle ki, bu dönemde cizye kaldırıldı, Kıptîlere askerlik ve bürokrasinin kapıları açıldı.
Milliyetçiliğin ettikleri
1880’lerden beri Mısır’da bir çeşit himaye rejimi kuran Britanya’ya karşı Müslümanlar ve Kıptîler Vafd Partisi’nde toplanarak birlikte mücadele ettiler. Bu yakınlaşmanın sonucu olarak iki Kıptî, başbakanlığa kadar yükseldi. Bunlardan Boutros Gali (torunu Boutros Boutros Gali, 1992-1996 arasında BM’nin 6. Genel Sekreteri idi), 1908’den 1910’da bir suikastta hayatını kaybedene kadar, Yusuf Vehbi Paşa ise 1919-1920 tarihleri arasında görev yaptı. İlişkiler öyle iyiydi ki 1923 yılında Mısır bağımsızlığını ilan ettiğinde Kıptîler İslam’ın Mısır’ın devlet dini olarak ilan edilmesine itiraz etmediler ve dinî-kültürel azınlık olarak varlıklarını anayasal güvenceye almamanın bedelini ileriki tarihlerde ağır şekilde ödediler.
Kıptîler, 1930-1950 arasında modernleşme projesini hayata geçiremedikleri ve İsrail’in kuruluşunu önleyemedikleri için halk desteğini kaybeden liberal milliyetçi hareketlerin yerini almaya çalışan radikal İslamcı hareketlerin hedef tahtasına girdiler.
Nasır Dönemi’nin sertlikleri
1952’de askerî bir darbeyle yönetime el koyan Nasır sadece Müslüman Kardeşler’e değil gayrımüslimlere de iyi davranmadı. Gizli ve açık baskılar sonucu varlıklı Kıptîler ülkeden göç etmeye başladılar. Geriye kalan Kıptîler servetlerinin yüzde 75’ini kaybettiler. Bu durum Kıptî okullarının, kilise ve manastırlarının kapanmasına neden oldu. Gelişmeler sadece Kıptîleri değil Müslümanları da etkiledi, çünkü o tarihe kadar eğitim kalitesinin yüksekliği yüzünden bu okullarda Müslüman çocuklar da eğitim görürlerdi. Örneğin Nasır da bu okullarda eğitim almıştı. Bu buluşma her iki tarafı da birbirine yaklaştırırdı. Bu okulların kapanması yüzünden Müslüman ve Hıristiyan toplumları arasındaki etkileşim kanalları iyice sınırlandı ve Mısır toplumu biraz daha muhafazakârlaştı.
1957’de Nasır tüm okullarda İslami eğitimi zorunlu kılınca ülkedeki Müslümanlar bir çeşit iman tazeleme sürecine girerken, İslam dininin zorla öğretilmesi Kıptî toplumunda içine kapanmayı güçlendirdi. Bu dönemde Kıptî kiliseleri sadece dinî ve ruhani merkezler değil, aynı zamanda siyasal, sosyal ve kültürel merkezler haline geldi.
Sedat ve İslami hareketler
Bu eğilim, 28 Eylül 1970’te Nasır’ın bir kalp kriziyle hayata veda etmesinden sonra iktidara geçen Enver Sedat döneminde İslamcıların yeraltından çıkması (yeraltında mı idiler?) ve 1971’de göreve gelen Patrik III. Şenuda’nın içe kapanmacı tavrı iyice kökleşti. Kıptîler içe kapandıkça Müslüman toplum tarafından kuşkuyla karşılandılar, dışlandılar veya saldırıya uğradılar; bu durum Kıptîleri daha da içine kapadı. Enver Sedat’ın İslamcı güçleri kullanarak iktidarını pekiştirme çabalarının bir sonucu olarak Cemaat-i İslamiye gibi radikal grupların kışkırttığı Müslüman kitleler, 1981 haziranında Kahire’nin Kıptî mahallesi El Hamra’ya saldırdı. Olaylarda 81 Kıptî öldü ama Enver Sedat olayların faturasını Şenuda’ya kesti ve patriği Libya sınırındaki Bishoi Manastırı’nda ikamete zorladı. (Resmî açıklamaya göre Patrik inzivaya çekilmişti.)
Patrik, 6 Ekim 1981’de bir tören sırasında, İslamcı bir subay tarafından öldürülen Enver Sedat’ın yerine geçen Hüsnü Mübarek tarafından, ama ancak dört yıl sonra, 1985’te bu manastırdan çıkabildi. Bu tavır umut vericiydi ama Mübarek ileriki yıllarda Kıptîlerin arkasında durmadı. Onun döneminde Kıptîler pek çok kez Müslüman komşularının saldırısına uğradı, malları talan edildi, ülkeden kaçmaya zorlandılar. Böylece Kıptî diasporası biraz daha büyüdü.
Mübarek Dönemi’nin çelişkileri
Bu durum 1990’lı yıllarda Müslüman aşırılıkçıların sadece Kıptîlere değil Mısır’ın velinimeti olan turistlere de saldırmasından sonra değişmeye başladı. Avrupa ve ABD’nin Kıptîlerin hamiliğine soyunmasının da etkisiyle Mübarek idaresi Kıptîlere karşı tutumunu değiştirmeye başladı. Bu durum Kıptî toplumunda kültürel ve dinsel bir canlanmaya neden oldu. Pazar okulları yeniden açıldı, Kıptî kiliseleri onarılmaya başladı, Kıptî vakıfları kiliseye bağlandı, yeniyıl ayinleri televizyondan yayınlanmaya başladı, ülke okullarında Kıptî tarihi ile ilgili bölümler gözden geçirildi, dizi ve filmlerde Kıptî figürlere yer verilmeye başlandı. Dahası hükümete birkaç Kıptî bakan atanırken, parlamentoda Kıptî milletvekillerine yer açıldı.
Devrim Kıptîlere ne getirecek?
Bugün Mısır’ın Müslüman halkından daha eğitimli, daha zengin olan Kıptîler, ağırlıklı olarak şehirlerde yaşıyorlar. Kahire nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturan Kıptîler, hukuk, finans, turizm, eczacılık ve mühendislik alanlarında egemenler. Ayrıca mevcut yatırım şirketlerinin yüzde 20’sinin Kıptîlerin kontrolünde olduğu ileri sürülüyor. Ancak hâlâ bir Kıptî belediye başkanı, vali, dekan, okul müdürü, üst düzey bürokrat yok. Orduda, polis ve istihbarat teşkilatlarında ve yüksek yargıda da Kıptî’ye rastlamak mümkün değil.
Radikal İslamcı örgütlerin ve devletin gizli güçlerinin Kıptîlere baskıları ise sürüyor. Son olarak 31 Aralık 2010 gecesi, Müslümanlığa geçtiği iddia edilen iki Kıptî kadını barındırdıkları için İskenderiye’deki ana Kıptî Kilisesi’ne bombalı saldırı yapılmış, saldırıda 21 kişi ölmüş, yüzden fazla kişi yaralanmıştı. Saldırıyı Irak İslam Devleti Örgütü’nün gerçekleştirdiği iddia edilmişti ama Mübarek istihbaratının parmağı olması da güçlü görülüyor. Bu tür olaylar yüzünden ülkeden göçün sürmesi, çeşitli nedenlerle Müslümanlığa geçişler ve eğitimli bir toplumda âdet olduğu üzere doğum oranlarının görece düşük olması gibi faktörler yüzünden Mısır’daki Kıptî toplumu giderek küçülüyor. Kısacası, Mısır’daki devrimci dalga eski, çürümüş, anti-demokratik, ayrımcı düzeni tarihin çöplüğüne atmayı başarırsa, yeni yöneticilerin Kıptîler konusunda yapması gereken çok iş var...
Kaynakça: Esman, J. Milton ve Rabinovich, Itamar, Orta Doğu’da Etnisite, Çoğulculuk ve Devlet, (Çeviren: Zafer Avşar), Avesta, 2004; Aslıhan Arslantürk Şimşek, “Ortadoğu’da Kimlik Sorunu ve Kıptîler”, Marmara Üniversitesi, Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü’nde 2010 yılında kabul edilmiş yüksek lisans tezi, Kirsten E. Schulze, Martin Stokes ve Clom Campbell, Ortadoğu’da Azınlıklar, (Çeviren: Kenan Kalyon), Totem Yayınları, 2006; Mustafa Erdem, “Kıptî Kilisesi Üzerine Bir Araştırma”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 36, 1997, s.143–178.
hurayse@hotmail.com
TARAF