ASIM ÖZ / Dünya Bülteni
1960 sonrası İslâmî neşriyata ilişkin yapılacak ayrıntılı bir çalışmada mutlaka anılması gereken isimler arasında merhum Nihat Armağan’ın mühim bir yeri olacaktır. Karşılaşma ya da başka yerlerden bir şeyler aktarma durumunun kendine özgü boyutları onun tercüme ettirdiği ve neşrettiği kitaplar üzerinden ele alınabilir. Bugün nasıl ele alınırsa alınsın, bahsettiğim yıllarda özellikle Urfa-Mardin hattından olan mütercim ve yayıncılar farklı bir tarzın oluşmasına da zemin hazırlamışlardır. Şimdiye kadar yayımlanan yakın çalışma arkadaşlarının (İsmail Kazdal, Salih Özcan vb.) neşrettikleri başta olmak üzere hatıralarda hak ettiği ölçüde yer almamış olsa da sonraki yıllarda yayımlanacak hatıralarda bunun farklılaşacağı öngörmek yanlış olmasa gerek.
Objektif Değil Yansız
Doğru gördüğü, doğru bildiği her şeyi herkese öğretmeyi hedefleyen Nihat Armağan hakkında bir iki ufak anma programı dışında bugüne kadar kayda değer bir etkinlik yapılmadı. Belki ileriki zamanlarda onun için armağan bir kitap hazırlanır. Ben burada Armağan’la yapılan birkaç söyleşiden hareketle onun yayın dünyasına katkılarına değineceğim. Görebildiğim kadarıyla Kitap Dergisi’nde (1986, sayı: 1; 1997, sayı: 87) iki; Haksöz (1993, sayı: 31) dergisinde bir söyleşi yapılmış Nihat Armağan’la. Ayrıca Haksöz (1992, sayı:14) dergisinde 1960 sonrasındaki İslâmî uyanış süreci çerçevesinde yapılan bir soruşturmaya cevap vermiş. Armağan’ın bu söyleşi ve soruşturma cevapları bir arada okunduğunda kültürel karşılaşmaların yaratıcılığı teşvik ettiğini bundan dolayı son derece hayatî olduğu belirginlik kazanır.
Tercümeler bahsini bir kültürel olgu olarak analiz etmek için mutlaka okunması gereken bu metinlerde Armağan, Peter Burke’ün Kültürel Melezlik metnindeki tabiriyle olabildiğince “yansız” kalmaya çalıştığını söylemek yanlış olmayacaktır. Burke, kişinin tarih ve toplum içinde kendi konumundan kurtulmasını imkânsız görür fakat aynı kişinin, en azından geçici bir sürede olsa kendi konumundan geriye çekilmesinin ve başka şartlar altındakinden olabildiğince daha uzun vadeli bir bakış açısını benimsemesini önemli bulduğu için “yansızlıkla” “objektiflik” arasında ayrım yapma gereği duyar. Üstelik bu ayrım, günümüzde çoğumuzu ilgilendiren kültürel tarih araştırmaları için son derece uygun bir konumdur.
Şüphesiz bugün bildiğimiz manada İslâmcılık açısından tercümelerin rolü büyük. Mısır, Mağrip ve Pakistan bu tercüme süreci açısından daha çok öne çıkmaktaydı. Tercümeleri önemli kılan bir husus dönemin genel fikri ve siyasi atmosferden söz etmek oldukça makul gözüküyor. Bahsettiğimiz yıllar Harf devrimi sonrasında içe kapanmak durumunda kalan Müslüman çevrelerin iç göçle birlikte hareketlendiği yıllara da tekabül eder. Bununla beraber gündeme gelen arayışlar 1950’lerin sonundan itibaren kaynak eserlere yönelmeyi beraberinde getirecektir. Hem ilmî hem de devrin siyasî ve iktisadî tartışmalarına cevap verecek nitelikteki eserlerin yayını bir arada düşünülüp kotarılmak durumundaydı. Zaten Nihat Armağan, 1960 sonrasındaki İslâmî neşriyatın durumunu anlattığı iki söyleşisinde öncelikle Cumhuriyet devrinde yaşanan siyasî ve kültürel dönüştürme süreçlerine temas eder:
“Osmanlı Devleti'nin son dönemindeki yapısal bozulmalar, uzun savaş yılları, Osmanlı'nın yıkılması ve ardından oluşturulan yeni bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Cumhuriyet dönemindeki siyasal ve kültürel baskı ve dayatmalara halkın yer yer ayaklanmalar şeklinde ortaya çıkan tepkileri oldu. TC köklü değişim ve dönüşüm çabalarını/baskılarını Kemalist inkılâplar olarak adlandırmıştı. İşte bunlar içerisinde bizce en önemli olanı Harf İnkılâbı olarak adlandırılanı idi. Bu hareketle top yekûn bir millet tamamen cahil duruma getirilmişti. Böyle bir durumun telafi edilmesi çok zor ve uzun yılların çabaları ile mümkün olabilirdi. Durum böyle olunca bizler Cumhuriyet nesli olarak hiçbir şey öğrenmeden yetiştik. O zaman hiç kimse bir-şey bilmiyor ve ülke perişan bir durumda. Bu durum 1950'li yıllara kadar bu şekilde sürüyor. 1950'de o karanlık tünelden az da olsa ışıklar görünmeye başladı. Ezanın Arapça okunması, Kur'an kurslarına serbestiyet getirilmesi ki önceki dönemlerde kesinlikle yasaktı. Osmanlı Devleti İslam dünyası ile en çok irtibatı olan devletti. Şarktan garba kadar kesin bir hâkimiyeti vardı. Bunlar birden bire unutuldu. Devlet siyasetini yanlış düşünceler yönlendirdi. Bizden başka hiç kimsenin varlığı kabul edilmedi. Sınırlar çizildi. İslam dünyasına da, bize de bu garip geldi, diğer Müslüman halklarla hiç bir temasımız olmadı.”
Tercümeler, Tesirleri ve Katkıları
1960’ların ortasına doğru Hilal Yayınevinde yönetici olarak çalışmaya başlayan Nihat Armağan, İsmail Kazdal’la birlikte hem derginin hem de yayınevinin politikasını değiştirirler. Hilâl Yayınevi onlardan evvel İdeolocya Örgüsü, Mektubat, Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, Nurlu Yol, Manevi Kaynaklar gibi eserler neşretmiştir. Fakat onlara birlikte Mevdudi’den, İslâm’da Ahlâk Nizamı, Faiz, İslâm’da İhya Hareketleri, İslâm’da Devlet Nizamı, İslâm’da Hayat Nizamı, İslâm’da İktisat Nizamı, Seyyid Kutub’tan Yoldaki İşaretler, İstikbal İslâm’ındır, İslâm ve Medeniyetin Problemleri, Meryem Cemile’den Garp Medeniyetinin Karşısında İslâm vb. eserler birbiri ardı sıra yayımlanır. Bu kitapların bulunması, mütercimlere tercüme ettirilmesi ve yayına hazırlanması işlerini Nihat Armağan takip ederken kitaplara takdim yazılarını İsmail Kazdal yazar.1973 yılında Fikir Yayınevini kuran Nihat Armağan ilk kitap olarak Muhammed Kutub’un Peygamberden İktibaslarkitabını basar. Ne kadar basıldığını hatırlamaz ama beş binden az olmadığını söyler. Çok miktarda satılan kitabın mütercimi ise Akif Nuri yani Hacı Bekir Karlığa’dır.
Seyyid Kutub’un İslâm’da Sosyal Adalet kitabının sosyal adalet ve sosyalizm propagandalarının yapıldığı vasatta tercüme edilmiş olması bu kitabı yaygınlaştırmış, İslâm’a duyulan ilginin niteliğinde bir değişme meydana gelmiştir. Bu süreç 1964-65 sonrasında hız kazanmış Hilal dergisi ve yayınları dışa açılma çerçevesinde İslâm dünyasından kitap dergi bulup getirenlerin uğradığı mekânlardan biri olmuştur. Dergidekiler İngilizce, Fransızca ve Arapçadan yapılan tercümelerden faydalı bulduklarını önce dergide dizi halinde yayımlarlar. Daha sonra ise bunlar kitaplaştırılır. 1960'lı yıllar Türkiye'sinde Müslümanların bilinçlenmesine ve İslamî uyanışa katkıda bulunan en önemli faktörler ve etkinliklerin neler olduğu konusunda şunları ifade eder Nihat Armağan:
“1960 ihtilalinden sonra başlayan dışa açılmalar sonucu her sahada olduğu gibi yayıncılık alanında da değişiklikler gözlendi, ilk defa Ortadoğu'dan Seyyid Kutub'un[İslâm’da ] Sosyal Adalet kitabı yayınlandı. 61 Anayasasıyla sosyalizme kapı açık olduğu için sosyal adalet, sosyalizm propagandaları yapılırken, [İslâm’da ] Sosyal Adalet kitabı çok ilgi gördü. Bu vesileyle birçok gencin İslam'a ilgi duymasına sebep oldu. Bu ilgi 64-65'ten sonra biraz daha hız kazandı. Biz de 65'den sonra Hilal dergisi ve yayınlarını yönetiyorduk. Dışa açılma çerçevesinde İslam dünyasından kitap, dergi, bültenler gelmeye başladı. Bunların değerlendirmesini yapmaya başladık, İngilizce, Fransızca, Arapça ve Farsça yayınları okuyup faydalı bulduklarımızı dergide makaleler halinde, seri yazılar halinde neşrettik, daha sonra da kitaplaştırdık.”
Bu yıllarda Cağaloğlu Yayınevinin İslâm’ın Etrafındaki Şüpheler kitabını yayınlaması dikkat çeker. Epey ilgi gören bu kitabın ardından HilalYayınları 20. Asrın Cahiliyyeti kitabını neşreder. Bu süreç 1970’li yıllara kadar devam eder. Elbette bunlar sebepsiz değildir. 1960 sonrasında dışa açılma sayesinde Sosyalizm propagandası gençler üzerinde etkili olur. Sosyal adalet meselesinin gündemde olduğu bu devrede Seyyid Kutub ve Muhammed Kutub’un kitaplarının sunduğu çerçeve o devirde pek çok soruya cevap vermenin yanında İslâmlaşma sürecine hız katar. İslâm’a dönük “saldırılar” İslâm, Büyük Doğu dergilerinde karşılanırken Muhammed Kutub’un İslâm’ın Etrafındaki Şüphelerkitabının tesirli olmaması düşünülemez. Bu kitap daha ziyade şarkiyatçıların öne çıkardığı kadın, kölelik sorunu gibi konulara değinir.
Nihat Armağan ve arkadaşlarının yayıncılığa başlamalarından evvel 1960 darbesinden hemen sonra Tarık Zafer Tunaya İslâmcılık Cereyanı kitabını yayınlanır. Tunaya, İslâmcılık araştırmalarında/tartışmalarında meydana getirdiği etki açısından “kurucu” olarak anılabilecek bu kitabında, Cumhuriyet dönemi İslâmcılarının Meşrutiyet dönemi İslâmcılarından daha “sığ” olduklarına dikkat çeker. Bilindiği üzere 1960 sonrasında İslâm dünyasından yapılan tercüme faaliyetlerine karşı çıkan yahut en hafif tabirle eleştirel yaklaşan çevreler daha çok Osmanlı mirasının araştırılmamasını gündeme getirmişlerdir. Esasında bu tür yaklaşımlar bir bakıma devrin yayıncılarını İslâm dünyasına yönelten temel sebeplerden biri olarak görülebilir. Devrin yayın siyasetinin nasıl oluştuğuna ilişkin olarak Armağan’ın şu aktarımları oldukça önemlidir:
“Yayıncılığa başladığımız ilk yıllardaki tecrübesizliklerimizi giderek düzeltiyorduk. Tercümeler konusunda da daha bir dikkatli davranıldığı görülüyordu. Yayınevlerinde de bir hayli artma oldu. Müslüman gençlerde de büyük gelişme oldu. Dergide Mevdudi'yi tanıttık. Hasan El Benna, Muhammed Ebu Zehra, Abdullah Draz gibi İslam dünyasının seçkin, âlim kişilerinin eserleri tercüme edildi. Tercüme eserlerin artması sonucu, tercümeye karşı çıkanlar da oldu. Yerli yazarların eserlerini basmalı, eski Osmanlı yazarlarına el atıp, kendi mirasımızı bulabiliriz, bunları yayınlamalıyız diye görüş ortaya atanlar da oldu. Biz Müslüman’ın dünya görüşü etrafında sınır tanımadığını, Müslüman’ın bulunduğu yerin kendi vatanı olduğu görüşünü savunarak, bu tür yayınlara devam ettik. Yerli yazarlara ağırlık verelim, kendi mirasımızı araştıralım şeklindeki görüşe ise şöyle cevap verdik. Önce Müslüman gençlik için iyi bir alt yapı gerekiyordu. Bu alt yapı oluşursa yerli fikir adamlarının yetişmesi mümkündü. Nitekim daha sonra da böyle oldu. İdeolojik yayıncılık da bu şekilde sürerken herkes esas kaynağa dönme ihtiyacını hissetti. Toplum zorlamasıyla tefsir, hadis, tarih, sosyoloji alanlarında birçok yayın yapıldı. Bunlardan sonra daha önce sözünü ettiğimiz bir yayın süreci içerisinde faydalanan gençlik semeresini vermeye başladı. Aradan 20 sene geçtikten sonra gerek üniversitelerde görevli arkadaşlar gerekse serbest çalışanlar esas kaynağa dayalı eserler vermeye başladılar.”
İslâm coğrafyasından yapılan tercümelere övgüler düzenler kadar bunlardan korkan ya da bunları mahkûm eden tartışmalar dönem dönem gündeme gelir. Mahkûm etmelerin çok farklı politik konumlardan geldiğini eklemek gerekiyor; nitekim tercümelere dönük eleştirilerin ortak noktası kendi ön tarihinden habersizlik olarak kodlandığında, sosyalist sola dümen kıranlarla eski ülkücülerin, melankoliklerle söz konusu yıllarda kenarda kalanların birlikteliklerinden söz edilebilir.
Tercümeler ekseninde aradan geçen yıllara “şimdi” üzerinden bakıldığında olumlu ve olumsuz yaklaşımların mücadelesi daha net olarak görülecektir. Bazı yıllar bu eğilimlerden biri, bazense diğeri yükselişe geçer ancak uzun vadede bir tür denge tutturmayı başaracakları da öngörülebilir. Aslında 1960’lı yıllar bir yönüyle manifestoların öne çıktığı yıllardır. Bu yıllara bakılırken bugün bile yapılamayan işleri o yıllardaki nesillerden beklemek pek doğru bir yaklaşım olmaz. Endişeyle coşku sarkacında geçiş yılları olarak anabileceğimiz bu yıllar, “Müslüman’ca düşünen ve hareket eden bir neslin yetişmesi için uygun bir iklim oluşturma çabaları” açısından her daim önemli olmaya devam edecektir.