Hiç şüphe yok ki Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en provokatif eylemi Danıştay saldırısıdır. Keşke imkân olsa da o karanlık sabaha dönüp her kareyi yeniden hatırlayabilsek. 17 Mayıs 2006'da gök kubbe adeta bu ülkenin üzerine çökmüştü. Korkunç bir eylem gerçekleştirilmiş, adamın biri silahla girdiği Danıştay'da yargıçları kurşuna dizmişti. O menfur saldırıda bir hâkim hayatını kaybetmiş, diğerleri yaralanmıştı.
Olay duyulur duyulmaz eylem amacına ulaşmıştı. Zira saldırı "laikliğe karşı bir eylem" olarak algılanmış, sosyal barışı tehlikeye atacak gelişmeler bir çığ gibi büyütülmüştü. Dönemin Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer, hedef göstererek konuşuyordu. Ana muhalefet lideri Deniz Baykal, ateş püskürüyordu. Bazı gazeteler, televizyonlar, internet siteleri adeta belli kitleleri hedef tahtasına yerleştirmişti. O kadar ki, "Hele bir durun, acele etmeyin; işin içinde bir komplo olabilir." diyenlere, "Vurun, konuşturmayın!" tarzında hücum ediliyordu... O günkü hissiyat, alelacele karar vermeyi ve çarçabuk suçlu bulmayı meşru gösterebilir. Peki ya bugün? O gün yeri yerinden oynatanların tamamı bugün susuyor. O korkunç saldırı yapıldığında alelacele konuşmak nasıl büyük bir hataysa, bugün ortaya çıkanlar karşısında derin bir sessizliğe bürünmek de büyük hata.
Emekli Cumhurbaşkanı Sezer susuyor. Daha ilk dakikadan "Siyasete kan bulaştı!" diyen CHP Genel Başkanı Deniz Baykal susuyor. O günkü Danıştay Başkan Vekili Tansu Çölaşan, sıcağı sıcağına, saldırganın "Allahuekber!" dediğini kamuoyuna duyurmuştu, o bilgi bile doğru çıkmamıştı, bugün tek bir kelime etmiyor Hanımefendi.
Oysa o gün konuşuyordu bu insanlar. Hafta içinde mahkemeye gönderilen TÜBİTAK raporu, güvenlik kameralarının bozuk olmadığını, saldırganın keşif yaptığı günkü görüntülerin OYAK Güvenlik tarafından seyredildikten sonra silindiğini ortaya çıkardı. TÜBİTAK'ın bilimsel araştırması sonucunda gözler önüne serilen gerçeğe göre güvenlik kameraları (olaydan sonra yapılan açıklamanın aksine) bozuk değilmiş; sadece kayıt yapılmasına engel olunmuş.
Hal böyle olunca yetkili makamların bir açıklama yapması gerekmiyor mu? Tık yok! Ne Danıştay'dan bir ses çıkıyor ne de OYAK Güvenlik'ten. Dönemin Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu, menfur saldırı sonrası hükümete demediğini bırakmamıştı. Oysa bugün tek bir şey söylüyor: "Konuşmayacağım." Saldırgan Alparslan Arslan'ın açtığı ateşle yaralanan şimdiki Danıştay Başkanı Mustafa Birden de sessiz kalmayı tercih ediyor. İnsan, başında bulunduğu bir kurumun güvenlik kameraları üzerinde oynanan oyunlara karşı iki çift kelam etmez mi? Saldırı yaşandığında Danıştay genel sekreterliği görevini yapan ve şu an HSYK üyesi olan Suna Türkoğlu ise TÜBİTAK raporunu sormak isteyen gazetecilerin yüzüne telefonu kapatıyor.
Diyelim ki herkes suspus oldu. Diyelim ki daha ilk dakikadan terör eyleminin amacına adeta boyun eğen isimler suspus oldu. Şimdi onun mahcubiyeti içindeler. Peki, gazeteciler ve televizyoncular niçin susuyor? O gün konuşanlar bugün niye dut yemiş bülbüle dönüyor? Sebebi belli: Danıştay saldırısı, Türkiye'de yaşanan provokatif eylemlerin ne ilkidir ne de sonu. Aklı başında her gazeteci bu olaydan şüphe duymak zorundaydı, sorular sormaya mecburdu. Öyle yapılmadı maalesef. Herkes olaylara düz yaklaşsa bile gazeteci milletinin meseleye tecessüsle bakması gerekiyordu. Bu da yapılmadı. Yangına benzin dökmeyi gazetecilik sananlar, gerçekler ortaya çıktıkça susmayı tercih ediyor.
Danıştay soruşturması Ankara'da görülmüş ve dava kapatılmıştı. İyi ki Ergenekon soruşturması sürüyor. Oradaki bilgi ve belgeler nedeniyle dava İstanbul'a taşındı. TÜBİTAK raporu bu şekilde ortaya çıktı. Daha önceki mahkemenin üzerinde durmadığı o kadar karanlık nokta vardı ki! Alparslan Arslan'a silahı kim vermişti, saldırıyı yaparken kiminle gelmişti, daha önce keşif için Danıştay'a gelmiş miydi vs...
Hadi, "Ankara'da hâkimler var!" diyerek zaman zaman bazı önemli davaların akamete uğratılacağını ima edenler Danıştay saldırısı ile ilgili ortaya çıkan bilgileri bir ihmale binaen soruşturmadı; peki ya gazeteciler neden kalem oynatmadı? Menfur saldırının hemen sonrasında başlatılan kaotik propagandanın bir parçası haline gelirken yeri göğü inletenler, bugün niçin sükût etmeyi yeğliyor? Maksadım, o günkü yanlışı ya da bugünkü suskunluğu kınamak değil. Asıl önemli olan, vahim bir hatayı sahibinin yüzüne vurmak yerine aynı hatayı tekrar yaşamamak için dostça ikazda bulunmaktır.
Tabii ki dava henüz bitmiş değil, tabii ki (önü bazı ayak oyunlarıyla kesilmezse) pek çok gerçekle daha yüz yüze geleceğiz. Ancak şimdiden şu sonuca varmaya mecburuz: Bu ülkede sorumlu bir görev üstlenen herkes soğukkanlı kalmak ve provokasyonlara karşı duyarlı olmak mecburiyetindedir. Özellikle de halkı etkileme gücü nedeniyle medya yöneticileri!
ZAMAN