Röportaj: Cihat Arpacık / Independent Türkçe
"Hama'da her yaş grubundan birçok insanla görüşmüştük. Görüştüğümüz kişilerin hepsi rejime karşıydı. Şunu da söylemek gerekir: Vali dışında rejim taraftarı kimseyi bulamamıştık"
Bu satırlar, yakın tarihin en önemli olaylarından biri olan Suriye iç savaşının ilk günlerinin tanıklarından biri olan Türkiye'nin Suriye Büyükelçisi Ömer Önhon'un yeni çıkan kitabından. 1985 yılında Dışişleri Bakanlığı'na giren Ömer Önhon, Ortadoğu Daire Başkanlığı, Ortadoğu'dan Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı, New York Başkonsolosluğu, Riyad ve Madrid Büyükelçiliği, AGİT ve NATO Daimi Temsilciliği gibi görevlerde bulundu. Suriye iç savaşı başladığında Türkiye'nin Şam Büyükelçisiydi. Bütün bölgeyi etkileyen ateşin ilk kıvılcımlarına Şam'da şahit oldu. Büyükelçilik görevi bittikten sonra Türkiye Şam'a bir daha büyükelçi atamadı. Önhon, bugün itibariyle (7 Ağustos 2021) Türkiye'nin son Suriye Büyükelçisi. Nisan ayında emekli olarak 36 yıllık Dışişleri kariyerini noktalayan Önhon'un, Suriye'yi anlattığı "Büyükelçinin Gözünden Suriye" isimli bir kitabı yayınlandı. Önhon'la hem kitabını hem de Suriye'yi konuştuk…
Kitap fikri nasıl çıktı? Görevdeyken mi kitap yazmayı kararlaştırdınız?
Bazı konularda günlük not tutuyorum. Suriye'deyken de tutmuştum. Tabii 'ileride bunları kitaplaştıracağım' diye o zamandan düşünmeye başlamadım. Suriye olayı devam eden bir olay ve etkileri çok büyük oldu. Herkes bir şeyler söylüyor. Bu olayları Suriye'de yaşadım. Şam'da büyükelçiydim. Daha önce müsteşardım. Belki akademik olarak bir katkı olabilir diye bunu yazdım. İskeletini orada oluşturdum. Emekli olduktan sonra da ortaya bu kitap çıktı. Bu tür kitapların yazılmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Sonuçta bir tecrübe ve bilgi aktarımıdır. I. Dünya Savaşı'nda yaşanan olayları hep daha ziyade İngiliz subaylarının anılarından okuyoruz. Bizim Türk subaylarının anıları çok fazla değildir. Bizim doğrudan içinde olduğumuz bir konuda kendi insanlarımızın anılarını niye bilmeyelim? Ben de öyle düşündüm. Bir not düşmek adına da iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Tabii ki her şeyi yazmadım. Onu da söylemem lazım.
Kitaba tepkiler nasıl?
Olumsuz bir tepki almadım. Aksine cesaretlendirici tepkiler aldım. Türkiye'de kalıplar var. 'Hükümetten yanaysan her şey doğru, muhalifsen her şey yanlış' deniliyor mesela… Bu kitabın amacı hükümetten ya da muhalefetten yana olmak değil ama bir şahitlik yaptık. O şahitliği aktarabildiği ölçüde aktarmak ve kendi değerlendirmelerimi paylaşmak istedim. Kitabın başka bir amacı yok.
Türkiye'de yaşayan insanların önemli bir kısmı, Suriye'de yaşananların Türkiye'nin sorumluluğu olduğunu düşünüyor. Kitapta, Türkiye'nin Suriye'deki olayların büyümemesi için gayret gösterdiğini okuyoruz. Hem Ankara'da hem Şam Büyükelçiliği'nde bu yönde bir gayret oluşmuş. Bu neden insanlara anlatılamadı?
Neden anlatılamadığını bilmiyorum ama anlatılamadığı kuşkusuz. Olaylar başlamadan önce yaptığımız değerlendirmelerde olaylar kontrol altına alınamazsa yayılabileceğini öngördük. Bunun hakikaten değerlendirmesini yaptık. Bu bizi doğrudan ilgilendiren bir konu. Komşuda çıkan yangının sana sıçramaması mümkün değil. Yangını büyümeden söndürmek için nasıl katkıda bulunabiliriz diye değerlendirme yaptık. Ağustos ayına kadar birçok girişimlerimiz oldu.
"Esad yönetimine, 'muhaliflerle görüşeceğiz' dedik"
Hatta birçok büyükelçilik kapanırken Türkiye büyükelçiliği devam etti
Bizden evvel kapanan büyükelçilikleri vardı. Bizden aylar önce kapandılar. Biz çalışmalarımıza devam ettik. Hatta ilk başlarda diğer büyükelçilikler muhaliflerle görüşmeye hemen başladılar biz başlamadık mesela. Muhaliflerle görüşürken yanlış bir izlenim veririz diye geri durduk. Birkaç ay sonra görüşmeye başladık. Esad yönetimine 'Biz muhaliflerle görüşmek istiyoruz, onların da fikrini almak istiyoruz' da dedik. Olayların büyümemesi için katkıda bulunmaya çalıştık ama maalesef engel olamadık ve bu noktaya geldik. Olayların bu noktaya gelmesinde suçlunun ya da suçsuzun kim olduğunu söylemek de mümkün değil. Herkesin mutlaka bir katkısı vardır. Olayların bir noktasında herkesin bir dahli olmuştur ama bana göre en büyük suçlu Esad yönetimidir. Olayı yönetemeyen, olayın nereye gideceğini, gittiği halde gerekli adımları atmayan Esad yönetimidir.
"Her şeyin güzel olduğu bir ülkeyi üçüncü ülkeler karıştıramaz"
Suriye yaşananların bir "emperyalist komplosu" olduğu, Türkiye'nin de içinde olduğu bir "karanlık yapının" olayları organize ettiği iddia ediliyor. Siz o günlerde oradaydınız, gerçekten de büyükelçiler oturup Suriye'yi parçalama planları mı yaptılar?
Öyle bir ortamda bulunmadım. Bulunan varsa da bilmiyorum doğrusu. Üçüncü ülkeler gelecekler, sütliman, her şeyin güzel olduğu bir ülkeyi durduk yere karıştıracaklar… Bu kolay mı? Mutlaka sebepler olması lazımdır, bu sebepler varsa dışarıdan da şu veya bu nedenlerle müdahalede bulunulduğunu dünyadaki tüm uluslararası olaylarda gördük.
ABD'nin çekincesi
Olayların ilk döneminde Suriye'ye bir dış müdahale beklentisi vardı ama müdahale hiç gelmedi. Bir noktada ABD'nin makas değiştirdiğini görüyoruz. Sebebi neydi bunun?
Suriye, Arap Baharı'nın yaşandığı diğer ülkelerden çok farklı bir yapıya sahipti. İlk başta yabancı ülkelerin 'Demokrasi gelsin, çoğulculuk gelsin' hevesi vardı. Muhalifleri de cesaretlendirdiler. Ülkede ciddi bir sorun var. Biz de bir süre sonra muhalifleri desteklemeye başladıysak niye destekledik? Muhalifler de organize olsun, iki taraf da masaya otursun, konuşsunlar ve siyasi bir çözüm bulsunlar diye düşündük. Fakat süreç o kadar hareketli bir süreç ki hiçbir şey durağan kalmadı. Sivil gösteriler silahlı çatışmalara döndü. Sen birilerinin üzerine durmadan ateş açarsan diğerleri de senin üzerine ateş açmaya başlar… Bir süre sonra sahaya radikal örgütler girdi. Bağdadi adamlarını yolladı, kendisi geldi, Nusra kuruldu, IŞİD kuruldu… Bir anda ortaya çok farklı gruplar çıktı. Sonra İran işin içine girmeye başladı, Rusya rol aldı. ABD'nin de tarihinden korkan bir yapısı var. Geçmişlerine baktığımızda kötü sonuçlar görüyoruz. Vietnam'a gittiler kötü sonuçlandı, Irak'a gittiler kötü sonuçlandı… Sürekli onun bir rahatsızlığı içinde hareket ediyorlar. Başkan Obama'nın kendine has birtakım fikirleri vardı. Bütün bunlar birleşince ABD'liler işin farklı boyutlara gittiğini gördüler ve çekildiler.
Obama, kimyasal silah kullanımını kırmızı çizgi ilan etmişti. O da çok yanlış bir şey. 'Tankınla, topunla istediğin gibi öldür ama kimyasalla öldürme' mi demek istiyorsun, neyse, kırmızı çizgi de aşıldı. Doğu Guta'da kimyasal silah kullandıklarında herkes harekat bekliyordu. Her şey hazırdı ama Obama izin vermedi. Bu da Esad'ı cesaretlendirdi. Muhalifler de uluslararası camia bizi yalnız bıraktı düşüncesine kapıldı. Siyasi muhaliflerden George Sabra 'Bizi denize atıyorlar ama ıslanmayın diyorlar' diye şikayet de etmişti.
ABD açısında diğer çekince de radikal örgütlerdi. O örgütler sahaya girince bütün dikkat onların üzerine çevrildi. Hiç kimse Esad'ın ve destekçilerinin yaptıklarını görmemeye başladı artık. Varil bombası denen lanet bir silah var. Maliyeti de 25-30 dolar civarında. O kadar büyük zarar veriyor ki. Bunu da hedef göstermeden mesela pazar yerine atıyor. Siviller ölüyor, çoluk-çocuk ölüyor…Dünya bu ile çok kulak asmadı ama IŞİD'in insanlık dışı cinayetlerine odaklandı. Bütün dünya bununla meşgulken Esad istediğini yapmaya devam etti.
"Esad, radikal örgütlere para ve silah verdi"
Radikal örgütlerin sahaya hakim olmasının arkasında bir organizasyon tespit ettiniz mi?
Kriz ortamlarında cihatçı yapılanmalar oralara gidip çoğalmaya başlar. Bu Suriye'ye has bir durum değil. Irak'ta da böyle oldu. Suriye'de uygun bir ortam olduğunu gördüler, görünce hemen Suriye sahasına girdiler. Bu işin mecrasına uygun olandı. Diğer taraftan muhalifler barışçıl gösteri yaparken güvenlik güçleri onların üzerilerine ateş açıyordu. Bunun üzerine Esad yönetimi Sednaya Hapishanesi'ndeki cihatçıları dışarı bıraktılar. El altında para da verdiler, silah da verdiler. 'Biz silahsız muhaliflerle savaşmıyoruz, karşımızda radikal örgüt üyesi teröristler var' diyebilmek için onları gruplaşmaya teşvik ettiler. Bu yapılar çok iyi organize olabildikleri için Suriye sahasında çok çabuk şekillenebildiler. Bunların paraları da vardı. Esad yönetimine karşı muhalifler savaşmak istiyordu ama silah bulamıyorlardı. Radikal örgütlerde bu sıkıntı yaşanmadı. Militanlarına 100-150 dolar para veriliyordu. O bölge için çok iyi paralar bunlar. Böylece oradaki en güçlü örgüt haline gelebildiler.
"Suriye rejimi ile YPG anlaştı"
Peki YPG'nin bu kadar hızlı organize olmasının arkasındaki ana neden nedir? Sadece ABD'nin desteği mi?
YPG Türkiye'deki bir terör örgütünün devamı. YPG'ye baktığınızda PKK'yı görürsünüz. Organize edilmiş şekli zaten mevcuttu. Arap Baharı'ndan önce bölgede Kürtler ile Araplar arasında ciddi bir ihtilaf vardı. Esad yönetimi de aslında Kürtleri orada bir tehlike olarak görürdü. Hatta demografik yapısıyla da oynamaya çalıştılar. Suriye'deki ayaklanma ortaya çıktıktan sonra kuzeyde Kürtler organize oldular. Zaten bir yapıları vardı onun üzerinden uygun ortamla bir şekle girdiler. Rejim de bir taraftan Kürtleri karşısına almamak için birtakım hamleler yaptı. Hamlelerden biri "maktumin" olarak bilinen kimliksiz Kürtlere kimlik verilmesi oldu. "Kuzeyi biz size bırakıyoruz, buralara göz kulak olun" diyerek bir anlaşma yoluna da gittiler. Sonuçta rejim kuzeyden çekildi.
Hatta bazı rejim karşıtı gösterilere müdahale direkt YPG'den geldi
Aynen öyle oldu. Bir tek Kamışlı'da kaldılar. Orada havaalanını ve muhaberatı binasında güç bıraktılar. Korumalarını da YPG'liler üstlenmişti. Fakat kendince akıllı davrandı. Kendi gündemleri doğrultusunda harekete geçtiler. Bir nevi devrim içinde devrim yaptılar. Esad diğer taraflarda yangını söndürmekle meşgulken bunlar bölgeyi kendi evleri haline getirerek içini istedikleri gibi döşemeye başladılar.
Peki diğer gruplar neden bu kadar kötü durumda? Mesela Türkiye'ye yakın Türkmen gruplar neden organizasyonlarını tamamlayamadı?
YPG sıfırdan oluşmadı ki… Bir temelleri var. YPG'nin içindeki militanların çoğu PKK'nın içinden gelme. Türkmenler yıllar içinde Esad rejiminin üstüne çöktüğü ve pasifize ettiği bir gruptu. Eskiden onlarla herhangi bir şekilde iletişime geçmek çok zordu. PKK bir anda oraya uzanıp gömlek değiştirebildi.
Uluslararası kamuoyunun Suriye silahlı muhalefetine nitelikli askeri yardımı yapmadığına yönelik tartışmalar da var. Özellikle Şam yönetimi hava üstünlüğünü hep korudu. Radikal unsurların eline geçmesin diye mi etkili silah yardımı yapılmadı?
Bu soruya o şekilde cevap vermem. O şekilde cevap verirsem 'Evet verilme planı vardı' anlamına gelir.
Yok muydu böyle bir plan?
Bunu söylemek benim sorumluluğumda değil. Ama şunu söyleyebilirim; savaş ortamları öylesine felaket ortamlar ki insanlar bir süre sonra para için her şeyi yapmaya başlayabiliyor. Birine silah verdiğiniz zaman onun kimin eline geçeceğini kolay kolay bilemezsiniz. Ahmet'e verirsin bir anda Hüseyin'den çıkabilir. Bunlar o kadar kolay işler değil.
Geriye dönüp baktığınızda "Şunu da keşke böyle yapmasaydık" dediğiniz bir şey var mı?
Başta çok uğraştık bir şeyler yapabilmek için. Az önce de söyledim herkesin mutlaka eksik ya da yanlış yaptığı bir şeyler vardır. Ama bana göre burada bu sorunun esas sorulacağı kişi Esad'dır. Bunu hakikaten inanarak söylüyorum. Esad o kadar büyük bir hata yaptı ki… Şimdi 'Esad böyle olmasını istemiyordu, çevresindekiler onu yönlendirdi' diyorlar. O zaman muhatabımız Esad değil demek ki. Esad gerekli adımları atmış olsaydı olaylar bu hale gelmezdi. Buna sonradan baktığım zaman daha net görüyorum; onların reform yapma gibi bir niyetleri yokmuş. Esad'ın kuzeni Rami Mahluf bir gazeteye demeç vermiş ve 'Biz 1-2 milyon insanımızı feda etmeye hazırız ama hiçbir şekilde geri adım atmayacağız' demişti. Rejim pozisyonunu orada ortaya koymuş aslında. Biz 'Acaba retorik mi' diye düşünmüştük. Hakikaten değilmiş. Net bir şekilde milyonlarca insanı feda edebileceklerini söylemişler. Rejim hiçbir şekilde gücünü paylaşmak istemedi. Bir parça verirsek devamı gelir diye düşündü ve temizliğe geçti. "Teröristlerle savaşmasınlar mı" deniliyor. Mesela ben rejimin IŞİD'le savaştığını hiç görmedim. Onlara kurşun bile sıkmadılar. "Esad teröristlerle savaştı" sözü doğru bir söz değil. Bu soruyu Esad'ın kendisine sorması gerekiyor.
"Rusya ve İran çekilse Esad ayakta duramaz"
Bu perspektifte Esad açısından Suriye yönetilebilecek mi?
Şimdi koltuğunu koruyor belki ama senin ülkenden 5,6 milyon insan kaçmış. 500 binden fazla insan ölmüş. Ülkendeki binaların yüzde 50'si ya tamamen yıkılmış ya içinde oturulamayacak halde. Altyapın önemli ölçüde yok olmuş. Ülkende 5 ayrı ülkenin ordusu var. Bir sürü de yabancı milis kuvveti on binlerce de silah var. Üstelik ölenlerin bir kısmı kimyasal silahla öldürülmüş. Sen buna zafer diyorsan söyleyecek bir şey bulamıyorum. Bana kalırsa Esad bu haliyle Suriye'yi yönetemez. Bugün Rusya ve İran çekilse Esad ayakta kalamaz. Esad'ın ayakta kalmasını sağlayan esas neden Rus askeri doktrinidir. Bu doktrinde sivil zayiat diye bir şey yok. 19. yüzyılda Kafkasya'da, 20. yüzyılda Çeçenistan'da böyleydi. O doktrini uyguladılar, kimi bulurlarsa öldürdüler ve bir taraftan da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde her şeyi bloke ettiler. Son seçimleri Esad her zaman olduğu gibi yüzde 95'le kazandı. Rakamları alt alta koyduğunuz zaman tutmuyor. Ülkede o kadar insan bile yok. BM'nin 2254 Sayılı Kararı çıktı. Orada Suriye'de siyasi çözüm bulunması için bütün parametreler var. Eksik olan onun uygulayacak siyasi irade. O iradenin önce Esad'da sonra muhaliflerde olması lazımdı ki bir çözüm bulunabilsin. Bugün Suriye'nin 3'te 1'i Suriye Demokratik Güçleri (SDG) denen YPG'nin elinde. Ülkenin yüzde 90'ından fazla petrol sahaları, tahıl ambarı, su orada. Böyle bir ülkenin yönetilmesi mümkün değil. Ama yönetecek biri lazım. Mutlaka muhalif olması mı lazım, hayır. İster rejimden olsun ister muhalefetten olsun. Ülkenin değişik kesimlerini bir araya getirebilecek bir sağduyu ve akıl lazım ama o Esad değil. Belki rejimin içinde başkaları vardır ama Esad olmadığı kesin. Suriye'ye kalıcı bir istikrar gelmedikçe Türkiye de rahat edemeyecek.
Astana: Ne başarı ne başarısızlık
Türkiye'nin de yer aldığı Astana Süreci'nde ortaya çıkan ilk tablo iç açıcıydı. Büyük bir alan çatışmasızlık bölgesi ilan edildi. Ama zaman içinde o bölgelerde büyük çatışmalar yaşandı. Bölgelerden Türkiye sınırına göçler yaşandı. Artık bir Astana anlaşmasından söz edemiyoruz. Bu Türkiye açısından bir diplomatik başarısızlık olarak değerlendirilebilir mi? Sonuçta imza attığımız bir metin sahada uygulanamadı.
Astana sürecine yüzde 100 başarı ya da yüzde 100 başarısızlık gözüyle bakmak çok zor. Astana sürecinin iyi tarafı, karşıt kamplarda yer alan üç ülkenin aynı ortamda bir araya gelip 'ne yapılabilirizi' konuşması gayet olumluydu. 'Bu süreç Cenevre'nin yerini mi alıyor' diye itirazlar gelmişti. Biz 'Öyle değil, Cenevre hala geçerli' diyorduk. Astana Süreci, BM kararlarının uygulamaya geçilmesinde kolaylaştırıcı bir rol oynar diye düşünüldü. Ama tabi Rusya ve İran sözünde duracak ülkeler mi? Bu bir soru işareti. Uygulamaya baktığımız zaman da Der'a, Şam'ın banliyöleri, Humus ve İdlib çatışmasızlık bölgesiydi ama rejimi hiçbir şekilde engellemedi. Oralar yerle bir edildi ve tüm muhalifler oradan çıkarılarak İdlib'e getirildi. Astana'nın o boyutu işlemedi. Astana'nın teşvik ettiği Anayasa Komitesi de başarıya ulaşamadı. Ama yine de her şeye rağmen olması olmamasından daha iyidir. En azından görüşme platformu sağlıyor. Astana'da öngörülenler uygulanmadığı da açık.
Önümüzdeki dönemde yeni bir Suriye haritası görür müyüz? Federasyon iddiaları çokça gündeme geldi çünkü?
Bana göre üniter yapı devam etmeli. Suriye'yi 2-3 devlete bölme planları da var. Bazı sivri akıllar çıkıp bunu da söylüyor. Türkiye'nin pozisyonu o değil, ben de o fikirdeyim. Suriye bütünlüğünü korumalı ama bu toprak bütünlüğü içinde iç idari yapılanma nasıl olacak bu onların bileceği iş. Bizi de ilgilendirmez. Buna bütün Suriye halkı karar vermeli. Mesela YPG, 'Ben böyle bir sistem kuruyorum' deme hakkına sahip değil. Çünkü Suriye'nin sahibi o değil. Şam'daki bir Arap'ın da hakkı var. Önce asgari müştereklerde bir araya gelinebilecek bir siyasi çözüm bulunmalı. Sonra kendi aralarında nasıl bir yönetim tarzı geliştireceklerini kararlaştırırlar. Suriye'yi oluşturan tüm unsurlardan birinin 'Ben böyle istiyorum, böyle yapıyorum' deme hakkına sahip olmamalı.
Suriye'den ilk sığınmacılar gediğinde sınır hattından takip ediyordum. Kontrol tam sağlanamıyordu, kayıt alınmıyordu. "Esad kısa zamanda düşecek bu insanlar da dönecek" gözüyle mi bakılıyordu o zaman. Neden girişler bu kadar kontrolsüz yapıldı?
Bu nedenle değil ama 1990'larda Saddam Irak'taki Kürtleri kuzeye doğru sürmeye başlayınca yarım milyon Kürt Türkiye'ye sığındı. Çok kötü manzaralar yaşandı. O zaman çok hazırlıksız yakalandık. "Şimdi hazırlıksız yakalanmayalım" dedik. AFAD ve Kızılay sınırda tedbir aldı. Hatta Suriye Dışişleri Bakanı Muallim, "Bu işler Türkiye'nin organizatörü, daha sığınmacılar gelmeden neden çadır kurdular" demeye başlamıştı. Bu bir öngörüydü, başka türlü yorumladılar. Bazı işler yapıldı ama 911 kilometre çok uzun bir sınır. Her noktasını kontrol edemezsin. Bu sınır hattı boyunca en güçlü geçim kaynağı kaçakçılıktı. Eskiden insanlar sabun ihtiyacı varsa sabun getiriyordu, sigara lazımsa sigara… Oradaki insanlar böyle geçindiği için bölgeyi çok iyi biliyorlar. Kapatman mümkün değildi. Adam çoluğuyla çocuğuyla kaçıp gelmiş, nasıl engelleyeceksin? İyi mi oldu, böyle yapılmamalıydı tabi. Ama bir taraftan da geri çeviremezdik insanları. Belki daha farklı bir şekilde yönetilebilirdi ama yaptığımız iş yanlış değildi.
Türkiye'deki sığınmacılar hangi vasatta geri dönebilirler?
Türkiye'de 3,6 milyon Suriyeli sığınmacı var. Bu insanlar mülteci değiller. Sanırım herkes bunu idrak etti. Geçici koruma altındaki kişiler. Geçici olarak bu ülkedeler. Zaten ülkelerine dönmeleri de gerek. Çünkü ülkenin imar edilmesi lazım. Turist olarak gelirler, çalışmaya gelirler, iş kurarlar, o başka. Dönmeleri lazım. Ama bunun gönüllülük esasına dayanması gerekiyor. Kimseyi zorla gönderemezsin. Ülkene döndüğün zaman seni tutuklamayacaklarını, öldürmeyeceklerini bilmen lazım. Aş lazım, iş lazım. Eğitim, sağlık lazım. Asgari bir altyapı lazım. Bütün bunlar olmadan döner misin? Hele aileler dönmezler. Olayların yatışmasını bekleyecekler. Ne zaman bir sıkıntı yaşamayacaklarına ikna olursa geri dönüşler başlar. Bunun için Suriye'deki durumun normale dönmesi lazım. Uluslararası camia olarak teşvik etmemiz gereken budur. Ülkelerine sağlam bir şekilde dönebilmelerinin zeminini hazırlamamız lazım. Esad da dönmeleri için kolaylaştırıcı adımlar atmıyor. Aksine zorlaştırıyor. İmar Yasası'yla ülkeden çıkan insanların mülklerine el koyuyorlar. Yıkılan evlerle ilgili 1 ay içinde başvuru gelmezse evler devletleştiriliyor. Adam nasıl beyanda bulunsun. Böyle şeyler mümkün değil, dolayısıyla evlerine el konuluyor. Suriye'de ciddi bir demografik yapı değişikliği var. En son Der'a'da çıkan olaylar büyük ölçüde bu sebeple. Ekonomi çok kötü Suriye'de. 22 milyondu savaştan evvel şimdi 18 milyon kaldı. Sen 18 milyona bakamıyorsun şimdi dışarıdan 6 milyon insan gelecek, dolayısıyla dışarıda kalmaları Suriye yönetiminin işine geliyor. O yüzden şartları kolaylaştıracak bir altyapı hazırlamıyor. Dolayısıyla şu anda geri dönmelerini beklemek zor.