Referandumda alınacak tavır konusunda bir şey söylemeden önce referandum “moment”ine nasıl geldiğimize kısaca bir göz atma gereği duyuyorum.
AKP’nin anayasa konusunda biraz kararsız bir tavrı vardı. Değiştirmenin zorunlu olduğunu herhalde kabul ediyor, ama bunun prosedürü konusunda bir çizgi tutturamıyordu. Özbudun ekibine taslak hazırlatıp sonra da bununla ilgili bir şey yapmaması gibi durumları hatırlıyorum.
Ama HSYK ve Anayasa Mahkemesi, ama ayrıca bütün Yüksek Yargı organlarının davranışları AKP’yi daha çabuk hareket etmeye sevketti. Bugün, referanduma sunulan değişiklikler paketinin temelinde bu ihtiyacın yattığının farkındayız. Sanırım AKP, “referandum” zorunlu olunca, paketi daha “sevimli” kılmak için, normal koşullarda kimsenin, özellikle de ilerici ve demokrat kesimden kimsenin itiraz etmeyeceği başka değişiklikleri ekledi.
Ama “normal koşullarda” yaşamıyoruz ve itiraz edildi.
Dün de yazdığım gibi, AKP’den gelecek her şeye “hayır” demeye hazır bir kesim var memlekette. Bunlar, normal olarak, bu “referandum savaşları” ortamında “hayırcı” dediğimiz kesimi meydana getiriyorlar. Niçin “hayır” dediklerini açıklamak için, önerinin AKP’den gelmiş olmasından başka bir gerekçe bulmalarına zaten gerek yok. Kendileri böyle bir ihtiyaç duymadığı gibi kimse de onların böyle bir şey yapmasını beklemiyor.
Ama bu arada BDP de ayaklandı ve “evet” ile “hayır” dışında bir de “boykot” tavrı olabileceğini gösterdi. BDP’nin bu tavrı almasının akla yakın bir gerekçesi var mı? Bence yok. Öncelikle şu nedenle yok: bu pakete “evet” oyu çıkması sonucunda gerçekleşecek olan şeylerin hepsi bu ülkede yaşayan Kürt yurttaşların işine yarayacak şeyler. Öyle ise, “Kürtlerin partisi” olan BDP niçin bunlara karşı çıkıyor? Bence hak verilmeyecek, ama anlaşılır bir nedenle: “bize danışılmadı” diyorlar ve bence bunda haklılar. Ama asıl sorun örgütsel manevralarla ilgili ve son analizde BDP ile AKP’nin Kürt bölgesindeki nüfuz rekabetine bağlanıyor. Bütün bu konu da, BDP’nin nihaî otorite diye bellediği yerden gelecek talimata bağlı zaten.
Solda olduğu kabul edilen bir kesim ise, “Bu paket yetersiz. Anayasa’nın tamamı değişmeli. O halde ‘boykot’” diye özetlenebilecek bir “pozisyon” yarattı. BDP’nin boykotuna hak vermiyorum, ama ancak uzaktan işaret edebildiğim geniş arkaplandaki olgular nedeniyle “anlaşılır” buluyorum. Bu ikinci tür “boykot”u ise “anlaşılır” da bulmuyorum. Yani, ileri sürülen gerekçeye, ileri sürenlerin kendilerinin de inandıkları kanısında değilim. Yani onların bu “boykot” kararı, koyu “hayırcı”ların utangaç bir desteği mahiyetinde.
Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi (ne zamandır birçoğumuzun anlattığı gibi), Yüksek Yargı, değişiklik talebinin AKP’den geliyor olmasını kullanarak, AKP karşıtı gözü kararmış bir cephenin varlığından destek alarak, 12 Eylül rejimiyle takviye görmüş militarist Türkiye Cumhuriyeti düzenini korumaya, ayakta tutmaya çalışıyor. Zaten bu paketin ortaya çıkmasının bir numaralı nedeni, onların “367”lerle, “esastan müdahale”li, “istenmeyen savcı için hokus pokus”lu, direnişinin kırılması ihtiyacı. Yani, onların değişimi tıkamalarına bir son verme gereği (bunun bizi AB standartlarına yaklaştırması falan da ayrıca geçerli tabii). Boykot ya da “hayır”la o tıkacın varlığını ve devamını onaylayacaksınız; sonra da “anayasanın tamamı değişmeli. Onun için boykot ediyoruz” diyeceksiniz. Bunun ciddiye alınır bir tarafı yok.
“Meğerse ben Kemalist’mişim, bunu yeni anladım” deseler, tamam, olay hepimiz için daha “anlaşılır” olacak. Çok yadırganacak bir durum da değil, bu toplumda bu tavrın özellikle eğitim görmüş (ve belirli bir çevreden gelen) birilerinin DNA’larına, “gen”lerine yerleşmiş olması.
Hem de “tebdil kıyafet” falan olmadan, birbirimizi daha iyi, daha dürüstçe tanımış oluruz.
TARAF